Dr. İbrahim KARAER

İlk çağlardan itibaren Senirkent ilçe merkezinin bulunduğu yerde önemli bir yerleşim merkezine rastlanmıyor. Ancak Senirkent ilçesi sınırları içinde bulunan höyüklerde yapılan yüzey araştırmalarında, ilkçağ yerleşmelerine ait keramikler bulunmuştur. Bu höyükler, tarih öncesi yerleşim yerlerinin Popa (Papa) Çayı çevresinde kurulduğunu göstermektedir. Senirkent ovasında toplam dokuz höyük vardır. Bunlar Kırbağlar Höyüğü, Mandas Höyüğü, Güreme I Höyüğü, Güreme II Höyüğü, Gençali I (Göl Kıyısı) Höyüğü, Gençali II (Köy İçi) Höyüğü, Ulaş (Aralık) Höyüğü, Tohum Kesen Höyük ve Garip Höyük olarak adlandırılmıştır.

Senirkent ovasındaki höyükler ilk defa Arkeolog Kemal Turfan tarafından 1940 ve 1941 yılı yaz mevsiminde incelenmiştir. Kemal Turfan, 1939-1940 öğretim yılında Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümünden mezun olmuş, aynı yıl mezun olduğu bölümde doktora yapmak üzere ilmi yardımcı olarak görevlendirilmiştir (Koç, Güz 2016: 35). Turfan, Senirkent Halkevinin kültürel faaliyeti olarak 1940-1941 yılı yazında Senirkent ovasında yaptığı yüzey araştırmasında dokuz adet höyük tespit etmiş ve bu höyüklerden çeşitli dönemlere ait çanak çömlek parçaları toplamıştır. Turfan, bu çalışmanın sonuçlarını, 1971 yılında Senirkent Postası gazetesinde yayımlanan “Senirkent Tarihi” başlıklı dizi yazısında açıklamıştır: “Senirkent ovasında tarihten önceki devirler insanlarının yaşadıklarını gösteren höyükler mevcuttur. Kırbağlar denilen mevkinin kuzey kenarında bugün de üyük (hüyük) adı verilen yan yana iki tepe mevcuttur. Güreme köyünün 1,5 kilometre kadar kuzey batısında iki höyük vardır. Kabaca bahçelerinin güneyinde ve Kayaağzı Karacaören devlet yolunun 100 metre kadar batısında halk arasında Aralık tepesi denilen yükseklik de, bir höyüktür. Bu höyüğün bir kilometre kuzeyinde Kümekaraağaç semtinde de bir höyük vardır ki sabanla sürüle sürüle hemen hemen düzleşmiştir. Aralık tepesi ile Garip köyü arasında bir höyük yükselmektedir. Aralık tepesinin bir kilometre doğusunda bugün gölün sazları içinde kalmış Domuz höyüğü bulunmaktadır. Genceli köyünün bugün sahilde kalmış olan mahallesi de bir höyük üzerindedir. Bugün bu tepenin doğu ve güney tarafları dalgaların tesiriyle aşınmıştır. Bu höyükte göl suyunun bugünkü seviyesinde bulunan yerleşme tabakaları Firikya çağına aittir. Çevremizdeki höyüklerde Firikyalılardan önceki çağlara ait yerleşme tabakaları bulunduğuna göre göl suyunun zamanla bir hayli yükseldiği ve Genceli höyüğündeki daha eski çağlara ait tabakaların su altında kaldığı anlaşılmaktadır. 1940 ve 1941 yaz mevsimlerinde bu höyükleri tarayarak üzerlerinden eski çağlara ait çanak çömlek parçaları topladık. Bunların incelenmesinden Senirkent ovasının doğu yarısında Kalkolitik (Taş-Maden) çağından başlayarak eski bronz, Hitit, Firikya, Helenistik, Roma ve Bizans çağlarında insanların aralıksız yaşadığını göstermektedir. Uzunluğu 15 kilometreyi pek geçmeyen bir saha içinde 9 höyüğün bulunması, tarihten önceki çağlarda ovanın bu kısmında oldukça kalabalık bir insan kütlesinin yerleşik halde bulunduğunun açık delilidir. Ovanın batı yarısında ise, hiçbir höyüğün bulunmaması gözden kaçmamalıdır. Bunu iki şekilde izah etmek mümkündür. Papa çayının binlerce yıldan beri Senirkent ovasına devamlı surette teressubat getirerek doldurduğu bilinen bir gerçektir.  Bu doldurma batıya doğru gidince daha fazla olmuştur. Bu sebeple şayet var idiyse, batıdaki höyüklerin miller altında kaldığı düşünülebilir. İkinci ihtimal ise, ovanın doğu kısmındaki toprağının daha verimli olması ve insanların da yaşamasına daha elverişli oluşu, tarihten önceki çağlara ait yerleşmenin ovanın doğu kısmında toplanmasına sebep olduğu akla gelebilir.” (Turfan, Kasım 1971, 4 Aralık 1971: 3). “Bölgemizde yaptığımız aramalarda henüz taş devrine ait izlere rastlayamadık. Fakat daha sıkı araştırmalar ve kazılar yapıldığı takdirde rastlanması ihtimalden uzak değildir. Kalkolitik devri yerleşmeleri ise, höyüklerin ham toprak üzerinde kurulmuş ilk tabakalarını teşkil etmektedir. Kalkolitik devri, insanların taş ve toprak aletlerinin yanında madeni de az miktarda kullanmaya başladıkları bir dönemdir. Madenin bulunmasındaki ve işlenmesindeki güçlükler dolayısıyla insanlar taş devrindeki aletlerini kullanmaya devam etmişlerdir. Madeni ise silah ve bıçak gibi önemli aletlerin yapımında kullanacakları yerde, küpe ve bilezik gibi süs eşyalarında kullandıkları hayretle görülür. İnsanların ilk keşfettikleri maden, tabiatta serbest olarak bulunduğu için altındır” (Turfan, 18 Aralık 1971: 3) Turfan, altın madeninden sonra kurşun, bakır ve gümüşün, çok daha sonra demirin keşfedildiğini; Kalkolitik devirde insanların kerpiçten yapılmış evlerde yaşadıklarını, hububat yetiştirdiklerini, hayvanları evcilleştirdiklerini, sele sepet ördüklerini, ağaç liflerinden kumaş dokumasını bildiklerini; Senirkent ovasındaki höyükler kazıldığı takdirde, bu sayılan medeniyet eserlerinin kalıntılarını buralarda bulmanın mümkün olduğunu söylemiştir ( Turfan, 1 Ocak 1972: 3, 26 Ocak 1972: 3).

Turfan, Senirkent ovasındaki höyüklerde eski bronz çağına ait çanak çömlek tespit ettiğini belirterek, bu malzemenin özellikleri ve eski bronz çağı insanlarının yaşantıları hakkında da bilgi vermiştir: “Anadolu’da Kalkolitik çağının takriben M.Ö. III. Bin yıllarında sona ermesinden sonra eski bronz çağı başlar. Senirkent ovasında tespit ettiğimiz höyüklerin hemen hepsinde bu çağın çanak çömleğinin bol miktarda olduğunu gördük. Çanak çömlek kırmızı boyalı, perdahlı elle yapılmış ve hamuru saman veya ot karışıktır. Bu devrin insanları evlerini moloz taş temel üzerine kerpiçle yapıyorlardı. Kalkolitik devirde gördüğümüz hemen bütün ev eşyası biraz daha geliştirilmiş olarak bu devirde de kullanılmıştır. Bu devirde madeni eşya kalkolitik devirde olduğu gibi yalnız süslenmek için değil, orak, bıçak, ok ve mızrak ucu gibi gündelik hayatın idamesi için lüzumlu eşyanın imalinde, tencere, tabak ve çaydanlık gibi kap kacağın yapılmasında kullanılmıştır. Senirkent höyüklerinde kazı yapılmadığı için, diğer kazı yapılan höyüklere benzer olan eşyanın çıkacağına şüphe bulunmamakla beraber, bu eşyalarda ve mimari kalıntılarda ne gibi özelliklere rastlanacağını şimdiden kestirmek mümkün değildir” sözleri ile yazısına son vermiştir (Turfan, 26 Ocak 1972: 3). Kemal Turfan, başka bir yazısında 1940 ve 1941 yılı yaz mevsiminde, Senirkent ovasında bulunan höyüklerde yaptığı yüzey araştırmasında; Kalkolitik Çağı (Taş-Maden Çağı M.Ö. 4000-3000), Eski Bronz Çağı (M.Ö. 3000-2000), Hitit Çağı (M.Ö. 2000-1200), Karanlık Çağ (M.Ö. 1200-900), Firikya-Lidya-Persler Çağı (M.Ö. 900-333), Helenistik Çağı (M.Ö. 333-64), Roma (M.Ö. 64- M.S. 395) ve Bizans (M.S.395-1176) dönemine ait çanak çömlek parçaları tespit ettiğini söylemiştir (Turfan, 1992: 483). Turfan’ın bu araştırmasından, Senirkent ovasında ilk çağlardan itibaren kalabalık insan topluluklarının yaşadığını ve bu insanların medeniyet seviyeleri hakkında bilgi ediniyoruz. 

1960’lı yıllarda bölgede araştırmalar yapan J. Melleart ve D. French, Garip, Ulağıtepe ve Gençali (Göl Kıyısı) höyükleri hakkında yurt dışında yayın yapmışlardır.[1] Melleart ve French’in yaptıkları araştırma sonuçlarına ulaşamadık. Senirkent ilçesinde yüzey araştırmaları yapan Prof. Dr. Mehmet Özsait, Senirkent ovasındaki höyüklerle ilgili araş­tırma sonuçlarını; “1987 ve 1988 Yılı Senirkent Çevresi Tarih Öncesi Araştırmaları“ adlı tebliğinde yayımlamıştır (Özsait, 1990: 381-383). Bu tebliğden anlaşıldığına göre; Kırbağlar, Mandas, Güreme I, Güreme II, Gençali I, Gençali II höyük yüzeylerinde yapılan araştırmalarda bulunan keramiklerin önemli bir kısmı İT1 (İlk Tunç Çağı 1. Safhası M.Ö.3300/3000-2600) ve İT2 (İlk Tunç Çağı 2. Safhası M.Ö.2600-2400) yerleşmelerine aittir. Ayrıca bu höyüklerde, az sayıda da olsa Kalkolitik Çağ özellikleri taşıyan keramikler bulunmuştur. Senirkent ovasında yapılan arkeolojik araştırmalar, buradaki tarih öncesi yerleşim kültürleri ile Yalvaç ve Isparta ovası kültürlerinin yakın ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Senirkent ovası höyükleri, Sultan Dağı ya da Hoyran olarak bilinen grubun güney batısındaki başlangıç kesiminde yer alırlar. Özsait’e göre; bu höyüklerde görülen buluntuların büyük bir kısmı, bu grubun Yalvaç yöresindeki merkezlerinde ele geçen buluntularla İT1 (İlk Tunç Çağı birinci safhası M.Ö. 3300/3000-2600) ve İT2 (İlk Tunç Çağı ikinci safhası M.Ö.2600-2400) büyük bir benzerlik gösterirler. Isparta ovasındaki Kanlı, Aliköy ve Yuğ gibi İT1 (İlk Tunç Çağı birinci safhası M.Ö. 3300/3000-2600) yerleşmelerinde yaygın olarak kullanılan dikey ip delikli tutamaklar, Mandas, Kırbağlar ve Gençali 1’de kullanılmıştır. Bu özellikleri göz önüne alarak Senirkent ovası yerleşmelerinin hem Yalvaç ve hem de Isparta ovası kültürleri ile yakın ilişki içinde bulunduğu söylenebilir (Özsait, 1990: 384). Turfan, bölgenin tarih öncesi geçmişine daha geniş bir açıdan bakarak “Isparta ile Eğirdir arasında bulunan Findos, Kuleönü, Göndürlü höyükleri ile Çapalı Pınarbaşı höyüğü; Gölbaşı Burdur Gölü arasındaki ve Burdur Hacılar köyündeki araştırmalar; çevremizde tarih öncesi çağların bütün safhalarında çeşitli medeniyetlerin kurulup yaşadığını göstermektedir” demiştir (Turfan, 30 Ekim 1971: 3).

Senirkent ovasında Paleolitik (Yontma Taş) çağı ve Mezolitik (Orta Taş) çağına ait buluntulara rastlanmamıştır. Ancak, Gençali köyündeki göl kıyısındaki belirtiler, burada Neolitik (Cilalı Taş) çağına ait kalıntıların olabileceğine işaret etmektedir. 1950-1951 kışında göl sularının yükselmesi ve dalgaların vurması sonucu Gençali Göl Kıyısı Höyüğünün gölden tarafı oyulmuş, Firikya, Hitit ve Eski Bronz çağına ait çanak çömlek parçaları meydana çıkmıştır. Turfan, bu gözlemine dayanarak Seydişehir Su Beldesindeki buluntu yerinde olduğu gibi, burada da bir Neolitik çağ göl beldesinin mevcut olabileceğini söylemiştir (Turfan, 1992: 487-488).

Senirkent çevresindeki en eski yerleşim merkezlerinden birisi, Talbonda-Tymandos (Yassıören)’dur. Yassıören köyünde bulunan Kırbağlar Höyüğünde M.Ö.3000 yıllarına uzanan yerleşim ve uygarlık izlerine rastlanmıştır (Baş, Ocak 2002: 4). Yassıören köyünün yaklaşık 5000 yıllık bir geçmişi vardır. Roma ve Bizans döneminin önemli şehirlerinden biri olan Uluborlu, 2.200 yıllık geçmişe sahiptir. İlk çağ belgelerinde Uluborlu, Apollonia olarak geçmektedir. Apollonia’nın kuruluşu hakkında farklı görüşler mevcuttur. M. Kalder, Uluborlu’nun M.Ö.4000-3000 yıl önce Asya’dan gelen Eti Türkleri tarafından kurulduğu görüşündedir. Prof. Hirşfelt ise, Uluborlu’nun Bergama kıralları (M.Ö.188-133) tarafından kurulduğu görüşündedir (Demirdal, 1968: 20,38). Arkeolog Kemal Turfan, Senirkent ovasındaki ilkçağ yerleşmelerinin doğu yarısında görülmesine rağmen, batı yarısında herhangi bir yerleşme olmadığına işaret ederek, Kalder’in görüşüne itibar etmenin mümkün olmadığını söylemiştir. W. A. Ramsay de, Prof. Hirşfelt’in görüşünü benimsemiştir.

2.2. Hitit Dönemi (M.Ö.1800-1200)

Hititler, Anadolu’da ilk kez siyasi birliği sağladılar. Hititlerin başkenti Hattuşaş (Boğazköy) idi. Hitit dönemine ait metinlerde bugünkü Senirkent ilçesi topraklarının da içinde bulunduğu bölgenin adı Pitaşşa olarak geçmektedir (Isparta 2003: 508-509).  Kemal Turfan, Anadolu’nun tarih öncesi ve Hitit dönemi ile ilgili olarak şu bilgileri vermiştir: Isparta’nın 15 kilometre güneyindeki Ağlasun harabesinin eski adı Sagalasos’tur. Bölgemizdeki Yassıören köyünün o zaman ki adı ise, Talbonda (Tymandos)’dır. Bu iki isim Senirkent’i de içine alan bölgenin zamanımızdan 4.000 yıl önce Proto Luvilerin yaşadığı sahalar içine girdiğini göstermektedir. M.Ö. II. Bin yılı başında Hititler Anadolu’ya Proto Hatilerin yaşadığı Kızılırmak çevresine, Luviler ise güney Anadolu’ya daha önce Proto Luvilerin memleketine gelip yerleşmişlerdir. Hititler geldikleri yerde Hitit Devletini kurdukları sırada, Luviler de güney Anadolu’da Konya-Alanya hattının batısında Isparta, Burdur, Antalya ve kısmen Muğla illeri sahasında Arzava Krallığını kurmuşlardır. Arzava Krallığı, Hitit İmparatorluğunun kurucularından Labarna tarafından takriben M.Ö. 1700’lerde Hitit ülkesine katılmıştır. M.Ö. 1200 yıllarında batıdan Ege sahillerinden Anadolu’ya çıkan istilacı bir kavim Hitit Devleti ile beraber, Arzava Devletini de ortadan kaldırdı. Mısır kaynaklarının Deniz Kavmi adını verdiği bu istilacıların Anadolu’ya girmeleri uzunca süren bir felaket devri teşkil eder. Çünkü bu istila sonunda bütün Anadolu şehir ve kasabaları zorla zapt edilerek yakılmış, yıkılmış ve halkı kılıçtan geçirilmiştir. Boğazköy kaynaklarına göre, Anadolu’nun 1200 yıllarına kadar olan tarihi oldukça aydınlatılmış olmasına karşılık, 1200’den sonraki tarihi birkaç yüzyıl süren devre içinde karanlıktır. Anadolu tarihi M.Ö. 1200’lerde başlayan karanlık devirden sonra VIII. Yüzyılda yeniden aydınlanmaya başlar. Asur ve Yunan kaynaklarına göre bu devirde orta ve batı Anadolu’da Firikya Devleti egemendir. Arkeolojik araştırmalara göre, Firikya çanak çömleği M.Ö. 800’den itibaren yapılan kazılarda görülmeye başlar (Turfan, 11 Mart 1972, 25 Mart 1972, 8 Nisan 1972, 22 Nisan 1972: 3). Kemal Turfan, Senirkent ovasındaki höyüklerde yaptığı yüzey araştırmasında bol miktarda Hitit devri çanak çömlek parçalarının bulunduğunu tespit etmiştir. Bu tespit, bölgenin yalnız siyasi yönden değil, kültürel bakımdan da Hititlerin egemenlik sahasına girdiğini göstermektedir.

2.3. Firikya Dönemi (M.Ö.800-676)

Firikya’nın ne zaman kurulduğu kesin olarak belli değildir. Bunun sebebi, yukarıda sözünü ettiğimiz M.Ö. 1200’de başlayıp, M.Ö. 800’e kadar devam eden karanlık devirdir. Bu karanlık devir 800’den sonra aydınlanmaya başlar ve karşımıza Firikya devleti çıkar. Bazı yazarlara göre bu dönemde Uluborlu çevresi, Firikya Apolonyası adıyla tarihe geçmiştir. Firikler, Afyon-Eskişehir-Kütahya üçgeni içinde en görkemli eserlerini verdiler. Firiklerin iki önemli uygarlık merkezi başkent Gordion ve M.Ö. VII. Yüzyılın ikinci yarısında kurulan ve dini merkez olan Midas şehridir. Firikler maden işçiliğinde, kaya ve taş mimarisinde, ağaç işçiliğinde, kilim ve keçe sanatında çok ileri gitmişlerdi  (Seyirci, 1982: 41-42).

Senirkent ilçesindeki höyüklerde çarkla yapılmış içi dışı siyaha yakın kül renginde olan Firikya çanak-çömleğine rastlanmıştır. Firikyalılarda dokumacılık önemli ve çok meşhurdu. Kırmızı renkli kumaşlar dokuyup satarlardı. Sait Demirdal, Uluborlu’da Firikya dönemine ait bir kitabe bulunduğunu belirtmiştir (Demirdal, 1968: 24). İsmet Baş da, Yassıören’de bazı Frikce, ya da karışık yazıtlar bulunduğundan söz eder (Baş, Haziran 2002: 3). Söz konusu buluntular ve Senirkent’teki höyüklerde çarkla yapılmış içi dışı siyaha yakın kül renginde olan Firik çanak çömleğine rastlanmış olması, bu bölgenin Firikya egemenlik sahasına girdiğini göstermektedir. Romalılar çağında ise, Firikya Afyon, Kütahya, Eskişehir ve Ankara’nın batısını içine alan sahada bir eyalet olarak teşkil edilmiştir. Isparta ve kısmen Burdur illeri ise Psidya Eyaletini teşkil ediyordu. O zaman Senirkent, zaman zaman bu iki eyaletten birine bağlanan bir sınır bölgesi halinde idi (Turfan, 22 Nisan 1972: 3). Kemer Boğazında, Firiklere ait Kelena (Gelene) adında bir şehir vardı. Firik Kralı Midas (M.Ö. 738-696) burada yaşamış, gül bahçeleri kurmuştu. Doğu-Batı arasındaki ünlü Kral Yolu, Kemer Boğazından geçiyordu (Topraklı, 2013: 16). Firikya, M.Ö.676 (bazı tarihçilere göre 696) tarihinde Lidya egemenliğine girmiştir.   

2.4. Lidya Dönemi (M.Ö.676-546)

Firikya Devleti, M.Ö. 696 veya 676 yılında Kafkaslar ve Doğu Anadolu üzerinden gelen Kimmerlerin istilasına uğradı ve yıkıldı. Firikya yıkıldıktan sonra Lidyalılar, kuvvet kazanarak güneyde Akdeniz ve doğuda Kızılırmak bölgesine kadar olan toprakları ellerine geçirdiler (Turfan, 6 Mayıs 1972: 3). Lidya’nın başkenti, Manisa’nın Salihli ilçesi batısında harabeleri bulunan Sardis (Sart) şehri idi. Lidya, Kral Krezüs zamanında en parlak dönemini yaşadı. Bu devletin sınırları Karadeniz’den Toroslara, Ege Denizinden Kızılırmak’a kadar uzanıyordu. Lidya zenginliği ile ünlüydü. Lidya Kralı Giges, alış-verişi hızlandırmak için dünyada ilk kez altın ve gümüşten yapılmış paraları kullandı. Sardes’ten başlayıp Denizli-Dinar-Uluborlu-Senirkent-Kemer Boğazı-Karaağaç üzerinden Konya, Adana ve Asur başkentine giden Kral Yolunu geliştirdi ve devamlılığını sağladı. Kıral Yolu, Hoyran ve Eğirdir Göllerini birbirine bağlayan Kemer Boğazından geçmekte idi. Kemer Boğazına derin anlam yükleyen Ramazan Topraklı, Karayolları Isparta bölgesinde yol mühendisi olarak görev yapmış; emekli olduktan sonra tarihe merak salmış bir araştırmacıdır. Topraklı, kendi köyünün tarihini araştırırken, tarihi metinlerde geçen olaylar ile mekan yüzleşmesini mühendis gözü ile yapmış ve bölge tarihini farklı bir şekilde yorumlamıştır. Topraklı’ya göre, yaklaşık 500 yıl önce Eğirdir ve Hoyran iki ayrı göl idi. Hoyran’dan Eğirdir Gölüne doğru akan 15-16 km. uzunluğunda ‘Menderes’, ‘el-Battal’, ‘Halis’ diye adlandırılan derin bir ırmak vardı. Bu ırmak üzerinde bir taş köprü vardı. Bu köprünün adı, XVI. Yüzyıl Osmanlı Arşiv belgesinde ‘Yenice Köyü Köprüsü’ olarak geçmekte idi. Tarihi Kral Yolu buradan geçiyordu. XVI. Yüzyılın sonları ve XVII. Yüzyılın başlarında yaşanan coğrafi olaylar neticesinde bu iki göl birleşmiş; nehir yatağı ve köprü ile birlikte çevredeki Apamaia, Kelena gibi şehirler sular altında kalmıştı. Topraklı’ya göre; Gelendost/Ertokuş Kervansarayı, gölün sonradan yükseldiğinin en büyük delilidir. Göl şimdiki halindeki gibi olmuş olsaydı, yolsuz bir yere 1223’de kervansaray yapılmazdı. Gölün sonradan yükseldiğinin diğer bir delili, Parlais/Barla adlı Roma kolonisidir. Çünkü Roma, yolu olmayan bir yere asla koloni kurmaz, mevcut Barla yolu 1965’lerde yapılmıştır. Diğer bir delil de, 1530’da gölün doğusunda bulunan Gelendost köyünün, gölün batısındaki Barla nahiyesine; Barla nahiyesinin de gölün doğusunda bulunan Afşar kazasına bağlı olmasıdır. Aradan geçen zaman içerisinde bu coğrafi değişim unutulmuş ve burada yaşanan birçok tarihi olay yanlış yorumlanarak, başka coğrafyalarda yaşanmış gibi yazılmıştır. Topraklı, yaptığı bu coğrafi keşif sayesinde, başta Miryokefalon Savaşı olmak üzere, birçok tarihi olayın doğru okunmasının mümkün olacağını söylemiştir. Topraklı’nın bölge tarihi ile ilgili “Değişen Coğrafya ve Miryokefalon Savaşı, 2.bsk. Ankara, 2011; İkinci Haçlı Seferi Yalvaç Meydan Muharebesi ve Kaşıkçıbeli Zaferi, Ankara, 2011; Yol ve Tarih Dinar-Kemer Boğazı: Kelenai-Karaağaç Hattı, Ankara, 2012; Hicri, 541/1146 Roma-Selçuklu Savaşları Sütkuyusu Baskını ve Ammuriye, Ankara, 2013. 16. Asırda Hamid Sancağı, Ankara, 2018” adlı kitapları ve çok sayıda tebliğ ve makalesi yayımlanmıştır.

Şekercioğlu, Gelendost İlçesinin Soy Kütüğü adlı eserinde Kemer Boğazı hakkında şunları söylemiştir: “Avşar köyü, Eğirdir Gölü ile Hoyran Göllerinin birleştiği Kiros Boğazı (Hoyran Boğazı) yakınlarındadır. (..) Gölün teşekkülü Lidyalılar çağında olduğundan Yenice Köyü Sivrisi ardındaki Kirus (Kirazosos) şehri, kemerli köprülerle 3 kilometrelik Hoyran Boğazını karşıdan karşıya bağladığından bu boğaza “Kiros Boğazı” adı da verilmiştir. (..) Avşar köyü ile Yenice (Yerce) köyü ovaları, Eğirdir Gölü ile Hoyran Gölünün bir boğazla ayrıldığı noktaya yakındır. Tarihi kaynaklarda Yenice ve Akdağ köyleri batısındaki Kiros (Kirasus) kemeri ile Tosca kemeri şehirlerinin 12 gözlü bir kemer köprü ile Senirkent’e bağlı olduğundan bu boğaza halk, ‘Kiros Kemeri Boğazı’ adını verirler”(Şekercioğlu, 1995: 351-352). Şekercioğlu, Boğazın adını ‘Hoyran’, ‘Kiros Kemeri Boğazı’; genişliğini 3 kilometre olarak vermiştir. Bölgemizdeki önemli bir tarihi yapıdan söz eden Şekercioğlu, bu yapı ile ilgili herhangi bir kaynak göstermemiştir. Topraklı’ya göre; Kemer Boğazının genişliği 1.500 metredir, böyle bir boğaz 12 gözlü bir köprüyle geçilemez. Boğazın adı Hoyran değil, Kemer Boğazı veya Frigos Boğazı olmalıdır. Kemer Boğazı, 1501 tarihli bir Osmanlı Arşiv belgesinde “Frigos Boğazı” olarak kaydedilmiştir. Tarihi Firikya şehri Kelene (Keleneus, Kelainai) Kemer Boğazındadır ve Menderes nehri, bu şehrin içinden geçmekte idi. Kelene kalesinin kalıntıları, Gelendost-Yenice Sivrisi üzerindedir (Topraklı, 2019: 647,676). Kemer Boğazı, Lidyalılar zamanından beri belki de daha öncesinden çok önemli bir geçit idi. Eskişehir-Afyonkarahisar üzerinden gelen Roma Askeri Yolu, Kemer Boğazında Kıral Yoluna kavuşuyordu. Kemer Boğazı ve civarının bir adı da Hellepontus (Firikya Hellespontia) idi (Cebeci, 2018: 8). M.Ö. 546’da Lidya Kıralı Kroisos (Krezüs), Sardes’ten itibaren Kıral Yolunu takiple Kemer Boğazına geldi, ırmak üzerindeki köprülerden geçerek Peteria üzerine yürüdü. Bozkır-Karaman civarında Kyros ile savaştı. Ancak, savaşın uzaması üzerine gittiği yoldan Sardes’e geri döndü ve askerini terhis etti. Daha sonra Pers Kıralı Kyros, Kıral Yolu üzerinden Sardes’e yürüdü, Lidya egemenliğine son verdi ve Kıral Kroisos’u esir aldı. M.Ö. 333 yılına kadar 214 yıl Anadolu, Perslerin idaresinde kaldı (Topraklı, 2019: 647,676). Böylece Senirkent ve çevresi Pers egemenliğine girmiş oldu. 

Pers Dönemi (M.Ö.546-331)

İran Kralı II. Keyhusrev (Kuruş), Lidya’yı M.Ö. 546 yılında ele geçirdi ve 528’de öldü. Kuruş’un yerine I. Serhas, onun ölümünden sonra da yerine oğlu Erdeşir ve ondan sonra da II. Dara tahta çıktılar. Pers Hükümdarı II. Dara, M.Ö.407’de oğlu genç Kuruş’u Anadolu Satrabı yaptı. Lidya, Firikya ve Kapodokya büyük Firikya adı ile Genç Kuruş’a verildi. Kuruş, Honaz’dan sonra üç günlük yürüyüşle Kelaina’ya vardı. Burası Firikya’nın meskun büyük ve zengin şehriydi. Burada Kuruş’un bir sarayı ve içinde yabani hayvanlarla dolu olan büyük bir korusu vardı (Ksenofon, 1944: 8-9). Kuruş, Satrablık merkezini Sart’tan Gelene’ye kaldırdı. (Gelene, Kemer Boğazı’nda olup Menderes nehri, şehrin içinden akardı) Kuruş, 947 rakımlı Karababa tepesine M.Ö. 401’de bir saray (av köşkü) yaptırdı. 947 rakımlı Karababa tepesi Senirkent ilçesine bağlı Akkeçili köyü sınırları içindedir. Menderes’in kaynakları Kuruş’un Av Köşkünün önünden ve korunun içinden kaynardı. Bu av köşkünün içinde yabani hayvanlarla dolu olan büyük bir parkı vardı. Kuruş, kendisini ve atlarını denemek istediği zaman, burada atla ava çıkardı. Bu sarayın harabeleri Koniates’te Miryokefalon Müstahkemi olarak geçer. Ramsay, burayı Tek Şato (Şato Sengüler veya Ginglarion) olarak vermiştir (Topraklı, 2012: 63-64). Metruk Miryokefalon müstahkemi veya kalesi de denilen bu av köşkü ve saray; koru (Firdevs-Paradiada) içinde bulunmakta idi. Genç Kuruş, M.Ö. 401 yılında Sart, Denizli, Dinar, Uluborlu, üzerinden Kemer Boğazı ve Kelene’ye geldi ve burada bir ay kaldı. Daha sonra Bozdurmuşbeli, Şuhut-Atlıhisar (Peltai), Afyon, Kütahya yolunda Kremon Agora’ya, oradan İşçehisar, Bayat-Bolvadin arası (Kastropedion), Midas Pınarı, Ilgın, Konya, Güneysınır ve Karaman’a vardı. Kilikya Kıraliçesini Derbü’l-Hades’ten (Göksu Vadisi) Kilikya’ya gönderdi. Ulukışla, Pozantı ve Tarsus üzerinden yoluna devam etti (Topraklı, 27.10.2020).

Karababa tepesinin altında koru içinde sular, on binlerce ağızdan veya on binlerce kafadan fışkırır gibi çıktığı veya yerden fışkırdığı için boğazdaki kalelere; Miryokefalon müstahkemleri veya Miryokefalon kaleleri denilmiştir. Yerden fışkıran bu suların ilk adının Farsça; Huyran-Cuyran-Hoyran olduğu ve Hoyran Gölünün adını bu yerden fışkıran sulardan aldığı sanılmaktadır. 1176 yılında Bizans ve Türkiye Selçukluları arasında geçen “Miryokefalon Savaşı”, Karababa Tepesindeki kale ve çevredeki müstahkemlerden dolayı “Miryokefalon Savaşı” olarak adlandırılmıştır. Binlerce baş veya binlerce kafa manasına gelen Miryokefalon, akarsu kaynağı, akarsu ağzı, demektir (Topraklı, 2012: 68). Akkeçili köyü sınırları içerisinde bulunan Karababa Tepesi, elde edilen eski eser kalıntılarına istinaden Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Antalya Bölge Müdürlüğü tarafından “birinci derece arkeolojik sit alanı” olarak ilan edilmiştir.

Uluborlu’da İran (Pers) dönemine ait mil taşları ve kitabeler bulunmuştur. Uluborlu’daki mevcut mil taşlarından İranlıların posta teşkilatı kurdukları, büyük toprak künklerle şehre su getirdikleri anlaşılmaktadır. Uluborlu’da bulunan Büyükbahar çeşmesi Perslerden kalma bir eserdir (Demirdal, 1968: 27). Yassıören köyü Topraktepe’deki Tümülüsten çıkarılan steller ve sfenks, bölge tarihi bakımından çok önemlidir. Bu buluntularda Grek-Pers etkisi görülmektedir (Baş, Haziran 2002, 3-4).

2.6. Büyük İskender ve Seleukoslar Dönemi (M.Ö.334-188)

Büyük İskender, M.Ö. 334-333 kışında ordusunu Çanakkale boğazından geçirerek Truva şehrine geldi. Çanakkale’nin bir ilçesi olan Karabiga yakınlarında Granikos ırmağı üzerinde Persleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Buradan güneye doğru hareket ederek Sardis, İzmir, Efes, Milet ve Bodrum şehirlerini aldı. Daha sonra Marmaris, Fethiye, Finike üzerinden Termesos (Güllük), Sagalasos (Ağlasun) müstahkem şehirlerini ele geçirdi. Burdur gölü güneyinden Apollonia (Uluborlu)’ya geldi (Turfan, 19 Ağustos 1972: 3). Büyük İskender, Uluborlu’ya geldiği zaman, azametinden korkan kabile reisleri şehrin anahtarlarını göndererek vergi vermeye, kanunlarına itaat etmeye hazır olduklarını bildirdiler. Büyük İskender, M.Ö.333’de buradaki Virjin mabedini ziyaret edip kurbanlar kesti ve Başpapaz Sgeatodorlim’i ziyaret etti (Demirdal, 1968: 20,29). Ramazan Topraklı’ya göre Büyük İskender, Uluborlu’dan Kemer Boğazı ve Kelene’ye gitmiş, burada on gün kalmıştır. Kelene hisarını (Yenice Sivrisi) teslim almak üzere Antigonos’u 1500 askerle orada bırakarak Şarkikaraağaç, Köşk, Karaali, Derbent, Ilgın üzerinden Gordion’a varmıştır. Oradan dönerek, aynı yolla Konya üzerinden Güneysınır’da Kıral Yoluna çıkmış ve yoluna devam etmiştir (Topraklı, 27.10.2020). Büyük İskender, daha sonra Suriye, Mısır, Mezopotamya, İran, Türkistan, Afganistan ve Pakistan’ı ele geçirmiş; 323 yılında Babil’de ölmüştür.

Büyük İskender’in kurduğu imparatorluk, ölümünden sonra komutanları arasında taksim edilmek suretiyle parçalandı. Bu taksim sırasında Isparta ve kısmen Burdur illerini içine alan arazide “Psidia” adıyla özerk bir eyalet meydana getirildi (Turfan, 19 Ağustos 1972: 3).  Psidia, ilk parçalanma devrinde İskender’in haleflerinden Antagoros’un hissesine düşmüştü. Antagoros, 303 yılında ölünce; Psidia önce Lizamahos’un, daha sonra Slevküs (Seleukos)’ün eline geçti. Seleukos, Psidia’da birçok şehirler kurdu. Bu şehirlerden birisi, Yalvaç’ta harabeleri bulunan Antiyokeia (Antiokheia) şehridir (Turfan, 2 Eylül 1972). Psidia’nın merkezi olan Antiokheia, stratejik ve ticari yol ile Ege sahillerine bağlanmıştı. Efesos ve Miletos’tan başlayan bu yol; Ortaklar yakınında harabeleri bulunan Magnesia Meandrom (Menderes Manisası)’da birleştikten sonra Tralles (Aydın), Nysa (Sultanhisar), Hieropolis (Pamukkale), Apamea (Dinar) ve Apollonia (Uluborlu)’dan geçerek Yalvaç’a geliyor, buradan İkonia (Konya)’ya uzanıyordu. Antiokheia (Yalvaç) askeri bakımdan da önemli bir merkezdi, burada üç tümenli bir Roma garnizonu bulunuyordu (Turfan, 28 Ekim 1972: 3). M.Ö. II. Yüzyıl başından itibaren Anadolu, Roma ordularının müdahalesine maruz kalmaya başladı. M.Ö. 190 yılında Bergama civarında, Bergama ordusu ile birleşen Roma ordusu, Seleukos Kralı III. Antiakus’u yenerek Torosların güneyine çekilmek zorunda bıraktı ve Psidia bölgesi de bir süre için Bergama Krallığının idaresine geçti. M.Ö. 135 yılında son Bergama Kralı III. Hitalos ölürken tahtını Romalılara bıraktı. Bu tarihten itibaren Batı Anadolu ile birlikte Psidia bölgesi de Roma egemenliğine geçmiş oldu (Turfan, 2 Eylül 1972: 3). Başka bir kaynağa göre, Büyük İskender’in ölümünden sonra bölge Makedonyalı sülalenin egemenliğine girmiş; daha sonra Büyük İskender’in halefle­rinden Seleukos ve Lysimakhos arasında M.Ö. 281 tarihinde yapılan Kurupedion Savaşı ile Seleukosların eline geçmiştir. Seleukoslar, M.Ö. l88 tarihinde Roma ordusuna yenilince, bölgeye Romalılar egemen olmuştur (Isparta 2003: 508-509). Romalılar, bölgeyi M.Ö.188-130 yılları arasında Bergama Kıral­lığına bırakmış; M.Ö.102-49 yılları arasında Kilikya Eyaleti içine alınmış, daha sonra Asya Eyaletine bağlanmıştır. M.Ö.39 tarihinde Galat Kıralı Amyntas’ın egemenliğine giren bölge; M.Ö.25 yılına kadar bu durumda kalmış, daha sonra Galatya Eyaleti içine alınmıştır. Bölge, Roma İmpara­torluğunun M.S. 395 tarihinde parçalanması ile Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) sınırları içinde kalmıştır (Isparta 2003, s.508-509). Roma ve Bizans dönemini, başka bir yazımızda değerlendireceğiz.

SONUÇ

Yukarıda verdiğimiz bilgiler, Senirkent ve çevresinin insanlık tarihi bakımından zengin bir kültür mirasına sahip olduğunu göstermektedir. Senirkent ovasındaki mevcut dokuz höyüğün geçmişi aydınlatmada büyük öneme haiz olduklarını söylemek mümkündür. Yer altındaki ve yer üstündeki kültür varlıklarımızın kıymetini bilerek onlara sahip çıkmalıyız. Tıpkı ecdadımız gibi onları gelecek kuşaklara aktarabilmenin gurur ve onurunu taşımalıyız. 

KAYNAKLAR

-Baş, İsmet (Ocak 2002), “Yassıören”, Yassıören İlköğretim Okulu Dergisi, yıl: 1, sayı: 1.

Baş, İsmet (Haziran 2002), “Yassıören (Tymandos)”, Yassıören İlköğretim Okulu Dergisi, yıl: 1, sayı: 3.

-Cebeci, Ahmet H. – Ramazan Topraklı (2018), 16 Asırda Hamid Sancağı, Ankara:

-Demirdal, Sait (1968), Bütünüyle Uluborlu, İstanbul:

– Isparta 2003, Ankara: Isparta Valiliği

-Koç, Bekir (Güz 2016), “Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Kuruluş Süreci, İlk Mezunları ve Halil İnalcık”,  OTAM, 40, 27-43.

-Özsait, Mehmet (1990), “1987 ve 1988 Yılı Senirkent Çevresi Tarih Öncesi Araştırmaları” – Araştırma Sonuçları Toplantısı [7.: 1989: Antalya] – Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı

-Seyirci, Musa – Refik Başyılmaz (1982), Şuhut’un Tarihi – Coğrafyası – Ekonomisi – Kültürü, Afyon:

-Şekercioğlu, Hüseyin (1995), Gelendost İlçesinin Soy Kütüğü, Eskişehir: ETAM A.Ş. Matbaa Tesisleri

-Topraklı, Ramazan (2012), Yol ve Tarih Dinar-Kemer Boğazı: Kelenai-Karaağaç Hattı, Ankara:

-Topraklı, Ramazan (2013), Hicri 541/1146 Roma-Selçuklu Savaşları Sütkuyusu Baskını ve Ammuriye, Ankara:

-Topraklı, Ramazan (2019), “Tarihi Yollar ve Göller Bölgesi”, Selçuklu Tarihi ve Tarihçiliğinin Temel Meseleleri, Konya: Selçuk Üniversitesi

-Topraklı, Ramazan (27.10.2020), “Bir Yüksek Lisans Tezinin Tenkidi – Göller Bölgesindeki Yollar”, dikgazete.com

-Turfan, Kemal (30 Ekim 1971),  “Senirkent Tarihi 7-8”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:136

-Turfan, Kemal (20 Kasım 1971), “Senirkent Tarihi 6”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:137.

-Turfan, Kemal (4 Aralık 1971),  “Senirkent Tarihi 7”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:138

-Turfan, Kemal (18 Aralık 1971), “Senirkent Tarihi 7-8”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:139

-Turfan, Kemal (1 Ocak 1972), “Senirkent Tarihi 9”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı: 140

-Turfan, Kemal (26 Ocak 1972) , “Senirkent Tarihi 10”, Senirkent Postası, yıl:5,  sayı:141

-Turfan, Kemal (11 Mart 1972), “Senirkent Tarihi 13”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:144

-Turfan, Kemal (25 Mart 1972), “Senirkent Tarihi 14”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:145

-Turfan, Kemal (8 Nisan 1972), “Senirkent Tarihi 15”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:146

-Turfan, Kemal (22 Nisan 1972), “Senirkent Tarihi 16”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:147

-Turfan, Kemal (6 Mayıs 1972), “Senirkent Tarihi 17”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:148

-Turfan, Kemal (19 Ağustos 1972), “Senirkent Tarihi 19-20”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:153-154.

-Turfan, Kemal (2 Eylül 1972), “Senirkent Tarihi 21”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:155

-Turfan, Kemal (28 Ekim 1972), “Senirkent Tarihi 23”, Senirkent Postası, yıl:6, sayı:158

-Turfan, Kemal (1992), “Isparta Tarihi”,  Isparta’nın Dünü, Bugünü ve Yarını Sempozyumu, Ankara:

 

 


[1]S. Loyd – J. Melleart. Beycesultan I, London, 1962, s.196-197, nr.207-209, (İT2); s.252-253 nr. 208-209 (İT3): D. French. Anatolia and the Aegean in the third milleneum, B.C., I-II, Cambridge, 1969 (Dissertation, s. 37 vd, 42b, İT2, 48 b 1 İT3

Dr. İbrahim KARAER

[email protected]

Yorum bulunmamaktadır.
Konu: SENİRKENT TARİHİ -1: MİLATTAN ÖNCE SENİRKENT VE ÇEVRESİ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.