Dr. İbrahim KARAER

 

 

 

 

Veli Babanın Şehit Edilişi

 

XVII. Yüzyılda Senirkent ve çevresinde yaşanan en önemli olay, Uluğbey köyünde Kara Haydar’ın devlete başkaldırması ve oğlu Mehmet’in Veli Baba Tekkesini basarak Veli Baba ve yakınlarını şehit ederek dağa çıkmasıdır. Bu isyanlar sadece Isparta ve çevresini değil, Anadolu’nun önemli bir kısmını etkilemiş, Osmanlı yöneticileri asilerle mücadelede zorlanmıştır. Naima Tarihi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Veli Baba Menakıpnamesi ve Veli Baba ile ilgili kaynaklarda bu eşkıyalık olaylarından söz edilmektedir. Ayrıca Isparta Halkevi Ün Mecmuasında da, bu konu ile ilgili makaleler yayımlanmıştır.

 

Kara Haydar Kimdir?

 

Kara Haydar’ın babası Kara Dehmen’dir. Kara Dehmen İlegüp köyünde tekkede dervişlik edermiş. Gebiz aşiretinden Tekebattal’ın kızı ile evlenmiş. Bir oğlu olmuş, şeyhi çocuğa Haydar adını koymuş. Haydar, Veli Baba’nın kız kardeşi Şehribanu ile evlenmiş. Bir rivayete göre Kara Haydar, mülk sahibi bir beydir. Evliya Çelebi seyahatnamesine göre Kara Haydar bir kadıyı öldürdüğü için eşkıya olmuş, Eskişehir’den İzmir’e kadar yol ve bellerden geçen kervanları ve tüccarları soymaya başlamış; yaklaşık yedi yıl eşkıyalık yaptıktan sonra 1647 yılında Işıklı kasabasında, öldürülmüştür (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2005: 592). Veliyüddin Oktay, Kara Haydar’ın Çal tarafındaki “Işıklı” köyünde öldürüldüğünü belirtir (Oktay, 9 Ocak 1971: 3). Naima tarihinde, Kara Haydar’ın Veli Baba Tekkesinde yatarken (Naima, 1968: 1779); Veli Baba Menakıbında ise Kara Haydar’ın tekkeyi basıp, sancağı kırdığı günün akşamı evinde öldürüldüğü yazılıdır. Kara Haydar’ın Uluğbey köyünde öldürülmüş olma ihtimali kuvvetlidir.

 

Kara Haydar ve oğlu Mehmet’in İsyanları

 

Kara Haydar, 1640-1642 yıllarında Kadı’nın haksızlığına uğramış, derdini anlatacak makam bulama­mış; bunun üzerine Kadı’yı öldürüp dağa çıkmış, eşkıya­lığa, adam öldürmeğe, mal toplamaya başlamıştır. Veli Baba, Kara Haydar’ın bu çirkin davranışlarından üzülür. Haydar ise, eşkıyalığının sınırını her geçen gün arttırır. Kara Haydar, Isparta çevresini kasıp kavuran Katırcıoğlu adlı eşkıya ile işbirliği yaparak köyleri ve şehirleri basar. Anadolu valileri, Kara Haydar’ı ıslah ve terbiye etmesi için Veli Baba’dan yardım isterler. Haydar, Veli Baba’nın öğütlerini dinlemez, 1647 yılında bir gün dergâhı basar ve Veli Baba’nın yokluğunda sancağı yere vurup, kırar. O günün akşamı Kara Haydar evinde basılıp öldürülür (Noyan, 1993: 269). Fakat Kara Haydar’ı kimin öldürdüğü belli olmaz. Ancak Veli Baba’ya husumet duyanlar, Kara Haydar’ın ölümünü Ondan bilirler. Veli Baba’ya mezhep davasından dolayı husumeti olan Saçlıkoca adında biri, Kara Haydar’ın oğlu Mehmet’e “Veli Baba, senin babanı öldürdü. Annenin boşanmasına sebep oldu. Dayın ise de gücüne gitmesin. Ben senin yerinde olsam bir gün bile aman vermeden Veli Baba’yı öldürürüm” sözleri ile Kara Haydaroğlu Mehmet’i Veli Baba’ya karşı kışkırtır. Veli Baba Menakıbına göre, Kara Haydaroğlu Mehmet, 1648 yılında üç bin eşkıya ile dergâhı basar, Veli Baba ile birlikte dokuz erkek, altı kadın ve çocuğu şehit eder. Baskın sırasında Veli Babanın oğullarından Cafer ve Mustafa da şehit olmuştur. Hüseyin Çelebi ise katliam sırasında dışarıda olduğu için kurtulmuştur (Noyan, 1991: 268-275, 284-286; Erdem, Nisan 1936: 358-360). Başka bir rivayete göre; Kara Haydar’ın Osmanlı kuvvetlerine yenilip Veli Baba Tekkesine sığındığı, tekke yetkililerinin de tekke geleneklerine aykırı olarak kendilerine sığınanları Osmanlı kuvvetlerine teslim ettikleri; bu nedenle Kara Haydar’ın oğlu Mehmet’in tekkeyi basarak buradakileri kılıçtan geçirdiği söylenmektedir (Türkarslan, 22 Mayıs 2024). Kara Haydaroğlu, Uluğbey köyündeki tekke baskınından sonra avanesi ile birlikte Söğüt dağına çıkar. Söğüt Dağları, Burdur Gölünün kuzeybatısını sınırlayan bir kısım Burdur-Afyon-Isparta illeri sınırı üzerinde daha çok Burdur merkez ilçe, İlyas-Karakent-Cimbilli köyleri ile Yeşilova ilçesi Uylupınar ve Başmakçı köyleri ile çevrili bölgedir.

 

 

Halil İnalcık, Diyanet İslam Ansiklopedisine yazdığı “Haydaroğlu Mehmet” maddesinde; Haydaroğlu Mehmet’in Eskişehir’in kuzeyinde bulunan Söğüt dağını kendine merkez edinerek zamanın ünlü birçok eşkıyasını çevresinde topladığını belirtmiştir. Haydaroğlu Mehmet’in eşkıyalığa başlamasıyla ilgili çeşitli rivayetler vardır. Evliya Çelebi ve Naima’ya göre eşkıyalığın sebebi, babasının intikamını almaktır. Hammer’e göre buna sebep Sadrazam Ahmet Paşa’nın bir sancak için Haydaroğlundan otuz bin kuruş alıp, sancağı tevcih etmemesidir. Naima tarihinde de, Haydaroğlunun, “fazla cür’et gösterüp, öldürülen ‘Vezir-i Azam Ahmet Paşa bir sancak içün 30.000 kuruşumu aldı’ aldı deyu yol kesüp, büyük fesada” başladığı belirtilmiştir (Naima, 1968: 1877). Olayların seyrine baktığımızda Haydaroğlu Mehmet’in babasının intikamını almak için eşkıyalığa başladığını söylemek mümkündür. Yeni yetme bir genç olan Mehmet’in sancak yöneticiliği için Ahmet Paşa’ya 30.000 kuruş ödemesi pek uzak bir ihtimaldir.

 

Naima Tarihinde Kara Haydaroğlu Mehmet’in Anadolu’da Baş Kaldırması

 

Naima tarihinde H.1058 (M.1648) senesi olaylarından söz edilirken Haydaroğlu Mehmet’in isyanı ve O’nun ele geçirilmesi için alınan tedbirler ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Haydaroğlu dedikleri şakinin temizlenmesine evvelce Anadolu Beylerbeyi İbşir Paşa tayin olunmuştu. Karaman askeri dahi gelip Hamid sancağında durduktan sonra Haydaroğlu’nun topluluğu Söğüt Dağına gidip, üzerine varıldıkta bazı bölükleri görülüp perişan oldular. Ve kendisi dağlara girip kapanmakla serdar dönüp askere izin verdi. Herkes yerli yerine vardıkta, adı geçen şaki Haydaroğlu geri zuhur edip evvelce olduğu gibi işgal ve fesatla meşgul oldu. Ancak bu sefer bahanesiyle reaya çok zulüm ve eziyet ve sitem görüp bir netice vermedi. Ancak Safer ayının yirmi beşinde (21 Mart 1648) ki nevruz idi, İbşir Paşa tarafından mektuplar geldi. “Haydar oğlunu kaçırdık ve ele giren eşkıyasından yüz kadar adam yakalanıp gönderildi,” deyu arz eylemiş, ama gönderdiği kimseler o tarafların reayasından, mecburen Haydaroğlu’na baş eğenler idi. On beş kadarı İstanbul sokaklarında asılıp seksen kadarı küreğe gönderildi. Hatta o tarafların tanınmış kimselerinden Güzelhisarlı Ali Çelebi dahi zaruret dolayısıyla Haydaroğlu’na itaat etmiş ve boyun eğmişti. Bu sırada kaçıp kendi ayağıyla tövbe etmiş olarak İbşir Paşa’ya geldikte, onu dahi bağlayıp o kimselerle birlikte İstanbul’a göndermişti. Onun da boynu vurulup Bab-ı Humayuna konuldu (s.1806).

 

Osmanlı sarayı çavuşlarından Cafer Çavuş oğlu Ahmet Çavuş ki, daha çocuk iken Dergah-ı Ali çavuşlarından olmakla “Küçük Çavuş” adını almakla bu karışıklık günlerinde saraylı bir musahibe ile evlenmek suretiyle hasekilerden birine kethüda olmuştu. Onun kuvvetiyle birdenbire yeniçeri ağası olup, sonra Anadolu eyaletiyle çıkmıştı. Anadolu’da başkaldıran Haydaroğlu adındaki müfsit, fazla cür’et gösterip, öldürülen “Vezir-i Azam Ahmet Paşa bir sancak için 30.000 kuruşumu aldı” diye yol kesip, büyük fesada başladı. Bu sene hacc-ı şerife giden hacıları vurup, birçok fenalıklar etti. O kadar ki Akşehir ile Ilgın arasında ve o taraflarda askersiz yolcuların yolculuk etmelerinin imkansız olduğu haberi geldi. Feryatçılar Vezir-i Azama döküldüklerinde, Anadolu valisi, adı geçen “Küçük Çavuş” namı ile anılan Ahmet Paşayı Haydaroğlu’nun üzerine, ortadan kaldırılması için tayin edip, padişah emri gönderildi. Adı geçen Paşa da Kütahya’dan mükemmel askerle kalkıp, üzerine varıp, Karahisar-ı Sahip yakınında rastladı. Başlangıçta eşkıya bozgunluk sureti gösterip kaçtılar. Adı geçen Ahmet Paşa acemi, yeni çıkmalardan olmakla, muharebeyi kazanmak gururu ile bir tarafa yönelip, Sandıklı ovasında gafil yatarken bir gece Haydaroğlu adındaki Haramzade bütün adamlarını toplayıp, yüzden fazla it oğlu itle ılgar edip, adı geçen veziri basıp gece baskını eyledi. Nöbetçiler haber edip, paşa birkaç ağaları ile ata bindi. Amma leventler ona yardımcı olmayıp, belki düşman tarafına yardım eylediler. Reziller galip gelip, paşalardan el kaldıranları öldürüp, yaralayıp, paşayı da yakalayarak önüne getirdiler (s.1877).

 

Haydaroğlu, paşayı bir miktar azarlayıp, “Bayur aşmazlara güvenip, başından geçen kimsenin (kellesini koltuğuna almış kimsenin) önüne geldiğin cahilliğe merhameten seni azat eyledim. Yürü var bir daha kullanamadığın asker, üstün gelemeyeceğin düşman önüne gelme” deyip, soyup, entari ve kellepuş (takke) ile beygire bindirip salıverdi. Diğer adamlarını da soyup, ordusunu ve tabılhane (saray mehterhanesi) ve otağını toptan zapt eyledi. Haydaroğlu’nun yarar pehlivanı Katırcıoğlu dedikleri şaki, bozulan düşmanı kovalamaktan gelip, paşanın salıverildiğinden haberdar olunca, Haydaroğlu’nu ahmaklıkla itham edip: “Bre oğlan! Ben ve sen onun eline gireydik, şimdi başımız şu meydanda yuvarlanırdı. Öyle düşmanı adam sağ koyuverir mi?” deyip, paşanın ardına düştü. Biçare Ahmet Paşanın bindiği beygir, kendi levendi gibi köprü geçmez ve ark atlamaz makulesi, ileri adım atmaya dermanı yok bir leş olmakla, daha bir bayır aşmış idi ki Katırcıoğlu uğursuzu erişip: “İn aşağı bre hain!” diye çağırıp şehit eyledi. Ahmet Paşa’nın saruca sekbanları ve diğer leventlerinden içlerinde fesatlık olanlar hepsi Haydaroğlu’nun adamları haline gelip, o kan içicinin şöhreti memleketin her tarafına salınıp, bu az bulunur olayın da yayılmasıyla halkın kalbine üzüntü geldi. Bu haber İstanbul’a ulaşınca, Bosna’dan azledilen Ketenci Ömer Paşazade Mehmet Paşaya Anadolu eyaleti verilip, Şaban (Eylül 1648) sonlarında hil’at giydi. Ve Haydaroğlu Mehmet adındaki şakiyi, her kim katlederse malı sorulmayıp kendine eyalet verilmesi vaadini taşıyan padişah emirleri yazıldı ve etrafa gönderildi (s.1878).

 

Haydaroğlu’nun, Anadolu Beylerbeyi Ahmet Paşayı katlettiği evvelce anlatılmıştı. Bu kötülükten sonra Karahisar-ı Sahip üzerine varıp yağma ve zarar yapmak niyetinde oldukta, Karahisar yakınında Çay kasabasında oturan evvelce Talimhanecibaşı ve şimdi Zaimlerden (zeamet sahiplerinden) olan İsa Ağa, kadılardan biriyle İstanbul’a, işleri çeviren ağalara mektuplar gönderip: “Haydaroğlu’nu susturmak ve teskin etmek için bir memuriyet gönderesiz” diye bildirmişti. Ramazan başlarında (1648 yılı Eylül ayı sonlarında) ulaşmadı. Bektaş ağa, İsa Ağayı takip edip, “bir haramiye memuriyet ister” dedikte, mektubu getiren kadı cevap verip “Sultanım! İki şerden hafifi budur. Ve illa Karahisar elden gider” dedi. Koca Muslihuddin söze gelip: “Şerrin büyüğü budur ki haramilere ve eşkıyaya tuğ ve sancak verilip devletin ırz ve namusu parçalana… Eşkıyanın bu yoldan mansıba nail olmak kapısı açılırsa, artık meydana çıkmak sevdasında olan cesur fettanlar dolup, memleketi harabe vermek görünür. Makul budur ki, başka yoldan çare bulmağa çalışılıp, mevki ve memuriyet verilecek bir alay müfsitleri tamaha düşürmekten şiddetle kaçınıla…” Bu söz uygun görülüp Haydaroğlu Mehmet’e devlet görevi verilmedi. Fakat adı geçen şaki, Karahisar’ı basıp, adamları öldürüp ve malları yağma edip, bezestanı ve çarşıyı ve evleri yağma ve talan eyledi, diye haber geldi. Sultan Murat Han hazretlerinin beğendiği, silahtarı Hacı Sinan-zadenin biraderi Mehmet Paşa ki, bir yarar kimse idi. Evvelce Hamid sancağı verilip, Haydaroğlu’nun kökünün kazınmasına memur edilmiş idi. Meşhur Abaza Hasan Ağa, adı geçen Mehmet Paşa tarafından mütesellim olmak üzere ileriye gönderilmişti. Haydaroğlu dahi Karahisar yağmasından dönüp, Isparta kasabasına kötülük yapmak niyetiyle geldikte, ahalisi şefaatçiler gönderip, “Ne isterse verelim, bize taarruz itmesin!” demeleriyle şehre üç bin kuruş saldı. Şehirli baş üzere veririz, tedarik edinceye kadar bekleyin, diye kandırdılar. O da kemal-i gururundan, korku aklına gelmeyip, Isparta’nın taşrasında yiyip içmeğe meşgul ve istediği paranın toplanıp gelmesini bekler oldu. Mütesellim Abaza Hasan Ağa Isparta’da bulunmakla kendi adamları ve Isparta leventlerinden cenge yarar çok adam toplayıp hemen bir gece sabaha doğru eşkıya gaflet uykusunda iken çıkıp birdenbire bastı. Sıkı cenk olup, Haydaroğlu ayağından mızrak ile yaralandı. Yaralı olarak attan düşünce, tekrar bazı adamları at yetiştirip, binip kaçtı. Hasan Ağa arkasına düştü. Haydaroğlu yarasından dermansız kalıp bir köye vardıkta yetişip yakaladılar (s.1901-1902).

 

O muharebede adamlarından, on nefer sağ şaki ve on beş kelle alınıp, geride kalanları kaçtılar. Adı geçen Abaza Hasan Ağa, Haydaroğlu’nu ve diğer yakalananları ve başlar ile İstanbul’a götürüp, alay ile sadrazamın huzuruna götürdükte, sağ olarak götürülen adamları katl olundu. Haydaroğlu kendisi yaralı ve yaşayan ölü gibi olmakla, Parmakkapı’ya gönderip astılar (1648). Sakalsız, daha yeni sarı bıyıkları gelmiş bir taze yiğit idi, lakin iyi at ve silah kullanmakta usta, harp ve darbe kadar, ümmet-i Muhammed için zararlı, vücudun ortadan kaldırılması vacip bir facir (kötü işlerle vakit geçiren) idi derler (Naima, 1968: 1806,1878,1901-1903).

 

Naima tarihinde, Kara Haydar ve oğlu Mehmet ile anlatılanlar burada son buluyor. Ancak Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, bu başkaldırma ile ilgili daha ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Bölgemiz tarihinin aydınlatılmasına katkıda bulunacağını düşündüğümüz için bu bilgilere de yer vermeyi faydalı gördük.

 

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kara Haydar ve Oğlu Mehmet’in İsyanları

 

Kara Haydar adlı eşkıya, Sultan İbrahim zamanında (1640-1648), bir kadıyı öldürüp isyan edip ayaklanarak nice yıllar eşkıyalık yaparak Sakaltutan Belinde, Köprü Belinde, Felaket Belinde, Direkli Belde, Çengelli Belde, Sarmaşıklı Belde, Domalıç Belinde, İzmir yakınında Sabuncu Belinde ve bunun gibi nice yüz bellerde kervan basıp bellerinden kemerlerini alarak haramilik ederdi. Sonunda Kara Mustafa Paşa fermanıyla Kara Haydar, Işıklı kasabası yakınında bir evde sıkıştırıldı. O eve ateş edilince bütün adamları ile birlikte cız-bız kebabı gibi pişip Kara Haydar can havliyle dışarı çıkınca katledilerek pis kellesi İstanbul’a gönderildi (1647). Böylece yollar da güvenli hale geldi.” (Evliya Çelebi, 2005: 592). Evliya Çelebi, Kara Haydar’ın yirmi yıldan fazla dağlarda eşkıyalık yaptığını yazmıştır. Evliya Çelebi’nin kendi ifadesiyle Kara Haydar, Sultan İbrahim zamanında (1640-1648) eşkıyalığa başlamış ve onun zamanında öldürülmüştür. Bu durumda Kara Haydar’ın 20 yıldan fazla eşkıyalık yaptığı abartılı olup, onun eşkıyalığı en fazla yedi yıl sürmüş olmalıdır.

 

Evliya Çelebi, Deftardar Mehmet Paşa ile seyahat ederken (1648 kışı) Sarıalan Belinde büyük bir tipiye tutulmuşlar, kendisi 25 kişi ile birlikte Sarıalan Belini aşıp, düz ovaya inerek (Balıkhisar köyündeki) hacı babanın evine sığınmışlardır. Burada kim olduklarını sonradan öğrendiği Kara Haydaroğlu, Katırcıoğlu, Akyakalıoğlu, Oynağanlıoğlu, Dadaylıoğlu, Yeğen Hüseyin, Kara Memi, Bayındırlı, Kara Veli, Efendilioğlu adlı eşkıyalarla bu evde tesadüfen tanışıp sohbet etmişler; Haydaroğlu Mehmet kendisine bir çakmaklı tüfek ve 300 altın hediye etmiştir (Evliya Çelebi, 2005: 506-516).

 

Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Haydaroğlu Mehmet’in yaptığı eşkıyalıkları, yakalanışını, onunla görüşmesini ve İstanbul / Parmakkapı’da idam edilişini uzun uzun anlatmıştır. Kara Haydaroğlu adlı bir veled-i zinası ortaya çıktı. Babası mel’unun kanını istemek için Anadolu vilayetinde yirmi sancakta insanların huzurunu kaçırıp, ta Sultan IV. Mehmet Hanın tahta çıkışının ilk yıllarına kadar nice yerleri yakıp yıktı. Hiçbir şekilde yakalanması mümkün olmadı. Hatta bu hakirin Ankara yakınında Balıkhisarı adlı köyde habersizce rast geldiğimiz mel’unlardır ki daha önce, yani beş ay önce durumları yazılmıştır. Sonunda Sultan İbrahim Han saltanatının sonlarında Melek Ahmet Paşa efendimizin ağalarından, daha önce Türkmen ağası olan Abaza Kara Hasan Ağaya hatt-ı şerifler gidip; “Kara Haydaroğlu’nun ya başı, ya başın” diye fermanlar gitti. Hasan Ağaya hizmeti yerine getirdikten sonra hayat boyu Türkmen Ağalığı sözü verildi. Hasan Ağa da bin kadar şahbaz ve namlı iş erlerini, dağ yiğitlerini başına topladı. Söğüt Dağı adlı yerde Kara Haydaroğlu’nu kıstırdı, ancak elinden kaçırdı. Kara Haydaroğlu başına iki yüz kadar eşkıyayı toplayıp Katırcıoğlu, Akyakalıoğlu, Yeğen Hüseyin ve Kara Memi adlı haramilerle Isparta, Söğüt, Aydın dağlarında ve Sarıhan illerinde gezip kervanlar bastı ve insanları soydu.

 

Bu haber İbrahim Han tarafından duyulunca, Anadolu Eyaletine mutasarrıf Vezir Küçük Çavuş Paşa bütün Anadolu vilayetiyle varmak üzere ferman çıktı. On bin askerle anılan asi ve haramilerin üzerine vardı. Karahisar altında iki taraf birbiriyle karşılaşıp savaşırken Tanrı’nın emri ile Kara Haydaroğlu yedi yüz adamıyla on bin derme ve çatma Anadolu askeri içine aç kurt koyuna girer gibi girip askeri bozup kimini kırıp kimini azad etti. O mahalde Anadolu Valisi bilgin bir veziri eli ayağı bağlı olarak Kara Haydaroğlu’nun önüne getirdiler. “Padişah namusu vardır” diye Kara Haydaroğlu, Küçük Çavuş Paşa’yı atıyla, donuyla ve birkaç yakın adamlarıyla, “Bir dahi Hazretin sancağıyla üzerime gelme” diye ahd ü yemin verip azad etti. Bu esnada paşanın ve gayrı Anadolu askerinin ağırlıkları, çadırları ve yükleri ganimetiyle Katırcıoğlu adındaki kılıç ustası eli kolu kan, imansız ve amansız gelip bütün avladıklarını Kara Haydaroğlu’nun önüne koyunca paşanın tuğ, sancak, bayrak, davul ve alemini Kara Haydaroğlu görüp; “Katırcıoğlu! İşte Allah bizi tuğ, sancak, davul ve alem sahibi dağ paşası etti” dedi. Katırcıoğlu: “Neyleyeyim, paşayı ele getiremedim. Gidinin yörük atları var imiş ve birkaç s..ilgen oğlanları var imiş, elimden kurtuldu” deyince Kara Haydaroğlu: “Bre şimdi paşayı kayd-bend ile önüme eli bağlı ve ciğeri dağlı getirdiler. Haline merhamet edip bir daha üzerime gelmeyeceğine yemin verip azad ettim. İşte şimdi gitti” deyince Katırcıoğlu: “Bre gerçek mi? Ya sonra yine denizler gibi askerle üzerimize gelirse, öküz boynuzunda isek de bizi kırar. Hay Kara Haydaroğlu! Allah belacığın versin. Bre ne azad ettin. Onların dirisiyle söyleşmekten ise ölüsüyle söyleşmek gerek” diye atına binip hemen paşaya yetişip; “Dur a bre .mlı kahpe!” deyip paşaya dal-kılıç saldırdı. Paşa yedi adamıyla Katırcıoğlu’na hamle edip, Katırcıoğlu’nun bir adamını katl edip birine daha sataşırken, Katırcıoğlu paşaya bir Katırcı satırını nasıl vurursa kellesini terkiye aldı. Yedi adamını da yakalayarak bağlayıp kelleyle, atları ve adamlarıyla Kara Haydaroğlu önüne gelince Haydaroğlu ağlayıp; “Katırcıoğlu! Şimdiden geri biz dahi başımız tedarikin görelim. Ahir işimiz tamam oldu. Hemen gerçekten asker yazıp Kara Yazıcı, Said Arap ve Kalenderoğlu gibi vilayeti vurup celali olalım. Yahut derya gibi asker ile Acem diyarında bir yer feth edip orada karar edelim” dedi. Katırcıoğlu ise; “bre iki el bir baş içindir. İpten, kazıktan kurtulmuş yiğit yazalım, mal verelim, mal alalım” deyip nice yüz kılıç harcı ip sürüyenleri başlarına topladı. Kırşehir, Beğşehri, Akşehri, Seydişehri, Eskişehri, Alaşehri ve diğer beldeleri ve şehirleri yakıp, yıkıp, halkını kebap edip, hanelerini toprak ederek günden güne isyanları ve taşkınlıkları artıp nice ümmeti Muhammed’in kadınlarını ve çoluk çocuklarını alıp kırmızı şal ile kafadarları gibi gezdirip çirkin işlere başladılar (s.592-594).

 

Evliya Çelebi seyahatnamesinde Haydaroğlu Mehmet ile ilgili olayın devamı şöyledir: Tanrı’nın hikmeti Mehmet Hanın tahta çıkışının ertesi günü Kara Haydaroğlu’nun katli hakkında yine Abaza Kara Hasan Ağaya hattı şerifler gidip “Dünya asude hal ola” diye tarih mısra’ı mazmununca (…); “Cülus-ı Han Mehmed eyledi asude dünyayı” uyarınca cihan asude olmak için Sultan Mehmet Hanın ilk defa insanoğlunun katledilmesi hakkında fermanı Atmeydanı cengi ve ikinci olarak da bu Kara Haydaroğlu hakkında çıkmıştı. Bu ferman eski Türkmen Ağası Hasan Ağaya varınca tekrar o da “benim diğer nist” diyen iki bin bahadır yiğitler ile vilayet vilayet gezip beldelerde, kalelerde ve büyük şehirlerde namlı iş erlerini ve namlı pirleri başına toplayıp danışarak görüşlerini ve fikirlerini öğrendi. Kara Haydaroğlu adlı haraminin (…) mahalde olduğu haberi alınınca bütün vilayet halkına haber etti ve durmayıp (s.594) haramiler üzerine gitti. Zira Abaza taifesinden nice cesur ve bahadır adamlar gördük ama Hasan Ağa gibi bir gayretli, hünerli yiğit ve devlet gücüne güvenen bir er oğlu er görmemiştik. Bütün askerini çifte atlar ile hazırladı, iki gün iki gecede ılgar edip haber olduğu köye vardı, seher vaktinde alem her şeyden habersiz iken Kara Haydaroğlu’nun askeriyle saklandığı köyü kuşattı. Hasan Ağa askeri gezip dolaşırken Kara Haydaroğlu atına binip yüz mel’un yiğitleriyle İslam askerini yararak köyden dışarı ister istemez savaş meydanına çıktı. Oynağanlıoğlu ile ikisi yiğitçe ve rüstemane hamleler edip Hasan Ağa üzerine hücum ettiler. Üç saat cenkte Hasan Ağa’dan 43 adam şehit oldu. Onlardan 7 mel’un yerlere serilip toprağa düştü. Ta ikindi vaktine kadar iki taraf da direnip büyük çarpışmalar oldu. Sonunda Kara Haydaroğlu’nun altındaki Arap atı güçsüz mecalsiz kaldı. Kara Memi adındaki şakisi başka at yetiştirip bir attan bir ata binerken Hasan Ağa tarafından Kara Haydaroğlu’nun uyluğuna bir kurşun isabet etti. Böyle yaralanmış iken kudurmuş yılana dönüp dokuz yiğidi daha şehit etti. Sonunda yarası kendisini güçsüz bıraktı. Akşam vakti olup alem karanlık geceye varıp kan dolu gözler görmez olunca o mahalde Kara Haydaroğlu kaçıp kayboldu. Kara Hasan Ağanın askeri dahi dermansız olup Kara Haydaroğlu’nu ele geçiremeyip üzgün ve çaresiz bir köyde konuk oldular. Ertesi günü sabahleyin vilayete umumi fermanlar edip; “her kim Kara Haydaroğlu’ndan haber getirirse beş at ve beş kese altın veririm” diye yeminler edildi. Ve köylüleri korkutmak için de; “her kimde saklıysa o köyü bütün insanlarıyla yakarım” diye her tarafa ilan edildi. Üç gün sonra bir Türk “Müjde Sultanım! Kara Haydaroğlu kurşun yarasından Birgi Köyünde kalıp Katırcıoğlu, Akyakalı ve Oynağalıoğulları adlı serseriler kaçtı. Kendisi üç adamıyla bir damda kapanıp kalmış” dedi. Hemen Hasan Ağa bütün askerleriyle atlanıp söylenen köyde Kara Haydaroğlu’nu ateş başında otururken bastılar. Kara Haydaroğlu içeri girenlerden tabancalı tüfenkler ile yattığı yerden yedi yiğidi şehit etti (s.595). Sonunda silah kullanmaya gücü kalmayınca bütün silahlarını elinden alıp bağlamadan yakaladılar. Zira o çatışma yerinde uyluğuna kurşun isabet etmiş bu kurşun uyluğunda kalmıştı. Kurşunu çıkarmak için akılsız serseri adam, bir kamış içine barut koyup kurşunun girdiği delikten kamışı sokar, kamışa geriden ateş edince kamış içindeki barut uyluğunu pare pare edip uyluğu tiftik tiftik olur. O yüzden dermansız kalır.

 

Hasan Ağa, kendine cerrahlar tayin edip Asitane-i Saadet (İstanbul)’e getirdiği gün Tanrı’nın hikmeti bu Murtaza Paşa efendimizle Şam’a gitmek için Üsküdar sahrasında Ağa Tekkesi çayırında çadırlarımız ve otağlarımızla konakladığımız mahalde; “Bre Hasan Ağa, Kara Haydaroğlu’nu elini kolunu bağlayarak getirirmiş” diye İstanbul ve Üsküdar’dan yüz bin asker Üsküdar bağlarına Kara Haydaroğlu temaşasına çıktılar. Hasan Ağa büyük alay ile bin adet seçkin ve silahlı askerleriyle Murtaza Paşa ordusundan geçirip bu hakirin çadırı karşısında Ağa Tekkesine indi. Kara Haydaroğlu’nu iki beygir üzerinde tahtıveran salı üzerine bindirip başında sarı ipek hatm sarınıp bir sırtında yeşil alaca kürk giyip gayet zayıf ve nahif olmuş, iki yanına selam vererek geçti. Onu da Ağa Tekkesinde bir odaya indirdiler. Hemen Türkmen Ağası Abaza Hasan Ağa, sadrazama adam gönderip; “Kara Haydaroğlu hainini, devletinizde hala Devlet kapısına bağlayarak getirdik. Sabahleyin devletli huzurunuza nice getirelim ve ne şekilde padişah divanına varalım?” deyip Sadrazama danışmaya adamlar gönderdi. Kendisi Murtaza Paşa efendimize gelip buluştuğunda Murtaza Paşa; “Koca adam! Gazan kutlu olsun. Kılıcını arşa asıp elinin ustalığını gösterdin. Hatta padişahım şimdi bana Şam eyaletini ihsan ettiğinde; “Göreyim seni bana Kara Haydaroğlu’nu yolun üzeri ele getirip Müslüman hacıların yolunu güvenlikli ve esenlik edesin” diye buyurmuş idi. Tanrıya hamd olsun o eşkıyanın yakalanması sana nasip imiş” dediklerinde Hasan Ağa, Kara Haydaroğluyla nasıl cenk ettiklerini ve nasıl uğraştıklarını bir bir anlattı. Haydaroğlu’nun, Katırcıoğlu’nun ve Akyakalıoğlu’nun cesaretlerini, ustalıklarını, dayanıklıkları ve yiğitliklerini övdü. Daha sonra hakir, Hasan Ağa ile buluşup; (s.596) “Sultanım! Bizim Haydaroğlu’nu Tanrıya hamd olsun ele geçirmişsiniz” dediğimde hamd edip; “Evliya, eğer Haydaroğlu ile tanışıklığın var ise yürü gidelim. Kendisiyle buluşup teselli et. Onu katlettirmeyip Girit Adasına, Deli Hüseyin Paşaya gitmeye razı edersen kurtulacağını kendisine bildir” dedi. Hasan Ağa, hakire bol bol talimatlar verdi.

 

Hasan Ağa ile Haydaroğlu’na vardığımızda hakir; “Selamünaleyküm beyim! Hoş geldin safa geldin” dediğimde hemen Kara Haydaroğlu; “Bre hay can kurtaran Evliya Çelebim! Sen de hoş geldin ve safa geldin. Amma ben hoş gelmeyip işte siyaset meydanına geldim” deyince hakir ve Hasan Ağa ile Kara Haydaroğlu’nun yanına oturup kendisini teselli etmeye çalıştık. Kara Haydaroğlu: “Evliyam! Bilir misin Ankara vilayeti yanında Balıkhisar köyünde o kış günü bizi bastığın zaman senden nasıl can kurtardık, nasıl gafil idik. Avratlar gibi ateş başında otururduk. O zaman senden can kurtardık ama şimdi bu Hasan Ağa devletinde can kuşu uçacak gibi Evliya Efendi” dedi. Hasan Ağa: “Ya beyim! Bizim Evliya Çelebi’yi bilir misin?” deyince Haydaroğlu: “Ankara yakınında bir gün on iki atlı ile bir köyde ateş başında otururduk. Bunlar elli atlı ile bizi bastılar, ama Allah’a şükür bunlar el kaldırmadılar. Aklımız başımızdan gidip bir gece bunlar ile can sohbetleri edip Evliya Çelebi’ye çakmaklı tüfek ve üç yüz altın verip o gece safalar ettik” dedi ve Haydaroğlu ağladı. “Ne ağlarsın beyim! Padişah huzuruna vardığında ‘padişahım kuş canıma kıyma. Beni Girit’e Deli Hüseyin Paşaya gönder. Din uğruna orada kafire kılıç vurarak şehit olayım’ de dedim. Kara Haydaroğlu: “Behey Evliyam! Ölüm ölüm olduktan sonra sızlanmak ne boyuna borç ola. Ben bir can için minnet mi ederim” dedi. “Girit fethinde bulunup orada bir sancak beyi ol. Bir zaman din düşmanlarına kılıç çal. Benim işittiğim budur. Eğer sen böyle dersen saadetli padişah hoşlanıp seni Girit’e gönderirler” dediğimde, Kara Haydaroğlu: “Gel Evliyam! Senin ağzını öpeyim. Sen iyi dersin ama Evliya Efendim, ben bana ettim, ben bana” deyip uyluğunda kurşun (s.597) yarasını açınca parmak kalınlığında kurtlar gördüm. Yara çürüyüp uyluğu pare pare olmuş, kokusundan yanına adam varamaz. “Evliyam! Bana yine teselli verdin. Allah senden razı ola” deyip koynundan bir altın mine kılıflı bir saat çıkarıp; “Şu kendi bağının koruğu helvasıdır. Yine sana nasip oldu” diye bir saat verdi. Allah bilir ki yirmi bir yıl önce Şam’a giderken İshaklı kasabası yakınında Kara Haydar bizi vurup kırıp bu kadar malımı alıp 77 gün kendileriyle birlikte dağlarda yatıp kalktığımız zaman bu saat bu Kara Haydaroğlu’na değmişti. Kaya Sultan hediyesi bir sanatlı saat idi. “Bre beyim! Bu saat eskiden benim idi” dedim. Haydaroğlu: “Gerçektir. Babam senin malından bana vermişti yine sana nasip oldu. İşte Hasan Ağaya sor, şimdi yollarda gelirken bu saat sebebiyle her an seni anıp Melek Ahmet Paşalı Evliya Çelebi saatidir, diye seninle dağlarda ve bellerde gezdiğimiz anardık” dedi. Ta akşama kadar nice bin sözler edip kendisine söylediğim bütün sözler gönlünü alıcı mahiyette kelimeler idi.

 

Ertesi gün sabahleyin Üsküdar’dan usta bir cerrah gelip, yarasını seksen yıllık saf şarapla yıkayıp bütün çürük etleri çıkardı. Meğer uyluğunun kemiği de ezilmiş. Cerrah “bu iflah olmaz” diye yarasına merhemler sarıp sarmalayıp Üsküdar’dan İstanbul’a Koca Veziri Azam’a götürdüklerinde hakir seyretmek için birlikte gittim. Sadrazam oğlu Süleyman beyin yanında idim. Koca Mevlevi Sadrazam Mehmet Paşa huzurunda Haydaroğlu’nu söyletip; “Niçin bu kadar zamandan beri haramilik edip insanları katlederdin” deyince, Haydaroğlu Sadrazamı Mevlevi külahıyla görünce: “Canım Dede Efendi! Kurt oğlu kurt idim. Kişi aldığına göre satar ve baba ve dedesinden gördüğünü eder. Hüküm Allahındır” dedi. Sadrazam cerraha sordu. Cerrah da iyileşmez deyince, Hasan Ağa: “Girit’e gönderin Sultanım” dedi. Sadrazam “Nola şimdi gönderelim” deyip Hasan Ağaya ve kırk nefer adamlarına giyecekler giydirip hayat boyu Türkmen Ağalığı verildi. Sadrazam: “Bre Kara Haydaroğlu! Niçin Kütahya Veziri Küçük Çavuş Paşa gibi bir veziri bozup katlettiniz” deyince, Haydaroğlu: (598) Cenk halidir, öyle olur. Benim huzuruma eli kolu bağlı getirdiklerinde Resullahın sancağını taşır bir Osmanlı vezirinin onurları vardır, diye bütün mallarını ve güzel içoğlanlarını kendine verip azad ettim. Sonra Katırcıoğlu ardınca yetişip şehit etmiş. Benim ondan haberim yoktu” dedi. Paşa: “Ya şehit ettiniz ise tuğ, davul, sancağı ve malları ne oldu ve bu kadar sene baban harami idi, onun topladığı mal ve senin bu kadar zamandan beri aldığın mallar hangi dağlarda gömülüdür ve hangi şehirlerdeki yataklarında saklıdır” dedi. Haydaroğlu: “Ya bunun sonu mahşer sorgusuna çıktı, ya bir canım için bu kadar insanı ele verip ateşe yakıp onlarda olan ve bellerde gömülü olan mallarım bir bir diyemem. Hemen Koca Vezir, gün akşamlıdır, dün doğdum bugün ölürüm, hemen iş gör” deyince Sadrazam; “Nola baş üstüne” deyip asesbaşına buyurdu verip; “Parmakkapı’da asın” diye ferman edip, Haydaroğlu’nu bir hamal beygirine yükleyip büyük törenle beygir üzerinde iki yanına arslan gibi sert sert bakarak Parmakkapı’ya götürdüler. Hakir de atıma binip açıktan gidip Parmakkapı dibine varınca boğazına ipi geçirdiler, ipin ucunu bağlayıp altından hamal beygirini çektiler, beygir de ağır yükünü taşımaktan kurtulup Haydaroğlu da ruhunu teslim etti. İş Allah ile kendisi arasındadır. Nice ihsanları görüp nice zaman bir yerde yemek yedik. Ekmek ve tuz hakkı vardır. Allah rahmet eylesin. Bütün Anadolu insanları belalarından ve şerlerinden kurtuldu. Tanrının hikmeti Sultan IV. Mehmet Hanın tahta çıkışının başlarındaki ikinci gazası bu Kara Haydaroğlu’nun öldürülmesidir. Tanrı bilir, böyle olmuştur. Vesselam. (Evliya Çelebi, 2005: 594-599).

 

Evliya Çelebi’nin ifadesiyle; Kara Haydaroğlu Mehmet darağacında üç gün asılı kalmış, üç günden sonra pis leşini denize atmışlar, orada balıklara yem olmuştur.

 

SONUÇ

 

Beş bölüm halinde yayınladığım “Uluğbey Köyü Tarihi” adlı yazım burada sona erdi. Uluğbey köyünün zengin bir tarihe sahip olduğu görülüyor. Bu tarihi mirası yeni kuşaklara aktarmak hepimizin görevidir. Bu yazıda; Uluğbey köyü tarihi, Veli Baba Dergahı ve Veli Babanın ataları hakkında verdiğim bilgilerin ilgililere yararlı olmasını ve yeni araştırmalara vesile olmasını dilerim.

 

KAYNAKLAR

 

– Arundel, F. V. J. (2013), Anadolu’da Keşifler / Yayına hazırlayan Ramazan Topraklı, Ankara:

– Bilecik Tarihi. www.bilecik.gov.tr / 01.05.2019

– Böcüzade Süleyman Sami (2012), Isparta Tarihi, Isparta: Isparta Valiliği

Demirdal, Sait (1968), Bütünüyle Uluborlu, İstanbul:

–  Erdem, Tahir (Birinci Teşrin 1935), “Gül Baba”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, c.2, sayı:19.

– Erdem, Tahir (İkinci Teşrin 1935), “Isparta Çevresi Tarihiyle İlgili Notlar”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 2 (20)

– Erdem, Tahir (Nisan 1936), “Kara Haydaroğlu Mehmet I, II, III”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, c.3, sayı:36

– Evliya Çelebi Seyahatnamesi: Günümüz Türkçesiyle (2005) / haz. Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, 1.c. 2.kitap, İstanbul: YKY

– Evliya Çelebi Seyahatnamesi: Günümüz Türkçesiyle (2005) / haz. Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, 2.c. 2.kitap, İstanbul: YKY

– Karaca, Behset (2012), XV. Ve XVI. Yüzyıllarda Uluborlu Kazası, Isparta:

– Karacan, Kadir (2012), Büyükkabaca ve Yöresi Tarihi, İstanbul: Büyükkabaca Belediyesi

– Karacan, Kadir (2014), Büyükkabaca Tarihi II, Isparta: Büyükkabaca Belediyesi

– Karaer, İbrahim (2013), Senirkent İlçesinin Sosyo-Ekonomik Tarihi, Isparta: Senirkent Belediyesi

– Karaer, İbrahim (2018), Senirkent İlçesinin Kültür ve Tabiat Varlıkları, Isparta: Senirkent Yükseliş Vakfı

– Karatürk, Mustafa (1991), İki Cihan Hazinedarı Seyyit Velibaba Sultan ve Türbesi, Ankara, (1991), Ankara:

– Köse, Hüseyin (29.04.2010), Uluğbey Belediye Başkanı Hasan Hüseyin Köse ile 29.4.2010 tarihinde yapılan görüşme.

– Kum, Naci (1946), “Tetkik Gezisi”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası,

– Naima Mustafa Efendi (1968), Naima Tarihi, c.4 / çev. Zuhuri Danışman, İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi

– Noyan, Bedri (1993), Veli Baba Menakıpnamesi, İstanbul:

– Noyan, Bedri (1996), Veli Baba Menakıbnamesi . 3.bsk. İstanbul:

Oktay, Veliyüddin (9 Ocak 1971), “Veli Baba ve Türbesi: Karahaydaroğlu Hakkında Araştırmalar”, Senirkent Postası, yıl:4, sayı:115.

– Özsait, Mehmet (2009),  Isparta ve Burdur 2009 Yılı Yüzey Araştırmaları Raporu  http://www.akmedanmed.com/ 25.03.2014

– Salname-i Vilayeti Konya (1330), İstanbul: Cihan Matbaası

– Şenel, Oğuz (2013), Ammuriye (Uluborlu) Müdafaanamesi, Ankara:

– Topraklı, Ramazan (2013), Hicri 541/1146 Roma Selçuklu Savaşları: Sütkuyusu Baskını ve Ammuriye, Ankara:

– Topraklı, Ramazan (Temmuz 2015), “Lampe (İlegüp)’li Demetri (Demetrios of Lampe”, Hamideli Tarih,

– Topraklı, Ramazan (Mart 2018), “Topraklı’dan Kaynaklı Masallar”, Hamideli Tarih, sayı:5

– Topraklı, Ramazan (2021), Miryokefalon’un Yeri, 2.bsk. Ankara: Sistem Ofset

– Topraklı, Ramazan (4 Mayıs 2021), “Eleştirilere Cevap: Bahadır Kocaman, Sefer Uyanık, Heredot”, dikgazete.com.

– Turan Osman (1997), Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi 1.cilt, İstanbul: Turan Neşriyat

– Türkarslan, Muhittin (6 Temmuz 1998), “Alp Eren Torunu Gül Baba”, Senirkent Memleket Gazetesi

– Türkarslan, Veli (16.02.2014), Veli Baba/ http://www.veliturkarslan.com/ 16.02.2014

– Uluğbey Kasabası İnceleme Raporu (Mayıs 1975), Senirkent Halk Eğitimi Merkezi Bülteni, 2 (11)

– Ürekli, Bayram – Ali Baş (1994-1995), “Veli Baba ve Senirkent Uluğbey’deki Manzumesi”, Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, sayı: (9-10)

– Veli Baba Menakıbnamesi  (2021) / yay. haz. Murat Hanilçe, Ankara: Veli Baba Sultan Derneği

– Yıldırım, Elif Ülkü (2006), Senirkent-Uluborlu Yöresi Halk Edebiyatı Mahsulleri Üzerine Bir Araştırma. Isparta: SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü

– Yinanç, Mükrimin Halil (2013), Türkiye Tarihi Selçuklular Devri 1. Cilt. Ankara: Türk Tarih Kurumu

 

NOT: Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

 

Dr. İbrahim KARAER

Didim, 20 Mayıs 2024

 

 

 

Yorum bulunmamaktadır.
Konu: ULUĞBEY KÖYÜ TARİHİ – 5

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.