Dr. İbrahim KARAER

“Milattan Önce Senirkent ve Çevresi” başlıklı yazımızda, Senirkent ve çevresine hakim olan Hitit, Firikya, Lidya, Pers, Büyük İskender ve Seleukoslar dönemini ele almıştık. Bu yazımızda, bölgemizde Roma’nın egemen olduğu dönemi ele alacağız. Roma, Senirkent ve çevresini de içine alan bölgeyi M.Ö.188-130 yılları arasında Bergama Kıral­lığına bırakmış, M.Ö.102-49 yılları arasında Kilikya Eyaleti içine almış, daha sonra Asya Eyaletine bağlamıştır. M.Ö.39’da Galat Kıralı Amyntas’ın egemenliğine giren bölge; M.Ö.25 yılından sonra Galatya Eyaletine dahil olmuş ve Roma İmpara­torluğunun M.S. 395’de parçalanması ile Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) sınırları içinde kalmıştır (Isparta 2003:508-509). Sait Demirdal, Anadolu’nun, dolayısıyla Uluborlu ve çevresinin M.Ö. 64 yılında Roma egemenliğine girdiğini belirtir (Demirdal, 1968: 32-38). Roma İmparatorluğunun, M.S. I. yüzyıldan IV. Yüzyıl sonuna kadar devam eden kudretli ve ihtişamlı döneminde; bölgede siyasal ve askeri güce paralel olarak ekonomik alanda da büyük gelişme olmuştur. Apollonia (Uluborlu), Talbonda-Tymandos (Yassıören) ve Senirkent’in iki km. kuzey batısında Hacıbayram denilen semtte büyük bir Roma şehri vardı. Bu şehrin adı, “Plyristra” idi.

Apollonia (Uluborlu)

Uluborlu, Senirkent çevresindeki en eski yerleşme yerlerden biridir. Sait Demirdal, Uluborlu’nun M.Ö. 3.000-4.000 sene önce Asya’dan gelen göçmenler tarafından kurulduğunu belirten görüşlerden söz eder. Mesela; 1930 yılında bölgede araştırmalar yapan M. Kalder’in Uluborlu’nun Asya’dan gelen Etiler tarafından kurulduğu görüşünü savunduğunu söyler. Sait Demirdal’ın kendisi de Uluborlu’nun Türk soylu Eti beylikleri tarafından kurulduğu görüşünü savunur. Prof. Hirşfelt ise, Uluborlu’nun Bergama Kıralları (M.Ö.188-133) tarafından kurulduğu görüşündedir (Demirdal, 1968: 20-21). Ramsay de bu görüşe katılmıştır. Turfan, M.Ö. 4000 yıl önce Türklerin Asya’dan Anadolu’ya geldiklerine dair tezin ispatlanmamış olduğunu; ayrıca Senirkent ovasındaki höyüklerin ovanın doğu yarısında bulunduğuna dikkat çekerek, Uluborlu’da M.Ö. 4000-3000 yıllarında bir yerleşmeden söz etmenin çok zor olduğunu söylemiş ve Uluborlu’nun kuruluşunu M.Ö. V. Yüzyıla tarihlemiştir (Turfan, 4 Aralık 1971 ve 25 Kasım 1972: 3). Charles Texier, Küçük Asya adlı eserinde Uluborlu’nun eski tarihlerde Firikya Apolonyası olarak kayıtlı olduğunu yazmıştır (Demirdal, 1968: 20). Bu adlandırmayı dikkate aldığımızda Uluborlu’nun kuruluşunu Firikya dönemine (M.Ö.800-676) tarihlemek mümkündür.

Kemal Turfan, Uluborlu’nun kuruluşu ve tarihi gelişimi hakkında şu tespitleri yapmıştır: “Eski Yunan kaynaklarına göre Apollonia (Uluborlu)’nın M.Ö. V. Yüzyılda Karya (Muğla bölgesi)’dan gelen göçmenler tarafından kurulmuştur. Aynı adı taşıyan diğer şehirlerden ayırmak için sonuna Mordiaum ismi ekleniyordu. Apollonia, şimdiki Zincirli ile Musluk arasındaki düzlükte yayılmıştı. Buradaki Zeus mabedini Büyük İskender’in ziyaret ettiğini ve bu sırada tapınağın başında Virgius adında bir rahibin bulunduğunu kronikler kaydeder. Uluborlu’da bulunan bu yazılı belgeler arasında Roma İmparatoru Avkustus (Augustus)’un vasiyetnamesinin Yunanca bir parçası da vardır. Bunun Latince parçaları Yalvaç’taki Men tapınağında, Yunanca ve Latince daha sağlam ve eksiksiz metni ise, Ankara’daki Avgostos (Augustus) tapınağının duvarlarında bulunmuştur. IV. Yüzyıldan sonra imparatorlukta görülen gerileme yüzünden ekonomi çökmüş, nüfus azalmış, şehirler küçülmüş, güvenlik sorunu yaşanmış; halk sarp ve dağlık yerlere çekilmeye başlamışlardır. Bu arada Sozopolis kasabası kurulmuştur.”(Turfan, 25 Kasım 1972: 3). Apollonia, bir ova şehri idi. Burası, IV. yüzyılda terk edilmiş; Uluborlu kalesinin olduğu yerde Sozopolis şehri kurulmuştu (Ramsay, 1961: 446-448). Kemal Turfan, Apollonia ve Sozopolis’in bulundukları yeri şöyle tarif ediyor: “Apollonia şimdiki Uluborlu kasabasının doğusundaki hafif meyilli ve halen meyve bahçeleri ile örtülü yer (Zincirli)’de idi. Sonraları bu bölgenin güneyindeki üç yanı sarp ve kayalık tepeye taşınarak güvenlik amacıyla etrafı sağlam bir surla çevrilmiştir. Turfan, M.S. 326’dan sonra İstanbul, Kadıköy ve Efes’te toplanan dini meclislerde Apollonia yerine Sozopolis temsilcilerinin adının geçtiğini belirtir (Turfan, 1996: 34). Sozopolis, Bizans döneminde önemli bir ziyaret merkeziydi. Bunun sebebi burada Meryem’in yağ sızdıran bir heykelinin bulunması ve buraya dört saat mesafede bulunan Ayazmana idi (Ramsay, 1961: 446-448 ve Dağlıoğlu, 9 Mayıs 1935: 192-193).

Uluborlu ve çevresinde bulunan Roma dönemine ait heykeller, kitabeler, paralar, suyolları ve mil taşları; Roma yönetiminin bu şehre verdiği önemi gösteren kanıtlardır. Roma döneminde Uluborlu’ya Roma kırallarından Ogüst, Tiberyüs, Germonikos, Klevdiyüs, Trayan, Karakalla (Avrilyos Antoninos) ve Romenos Diogenes’e ait heykel ve kitabeler ile Artemiz mabedi ve Meryemana’ya ait heykel ve kitabeler dikilmiştir. Ogüst’ün vasiyetnamesi de burada bulunmuştur.  M.S. 211’de tahta çıkan Karakalla (Avrilyos Antoninos) zamanında Uluborlu’da para basılmıştır. Sait Demirdal, Uluborlu’nun Bizans döneminde Roma dönemindeki kadar parlak görünmediğini, ancak imar hareketlerinin devam ettiğini belirtir (Demirdal, 1968: 32-38).

Uluborlu şehri, önceleri Margium, Mordiaum, Firikya ve Roma döneminde Apollonia, Bizans döneminde Sozopolis, daha sonra Borlu, Borgulu, Birgili gibi muhtelif adlarla anılmıştır. Şehrin, hangi dönemde, hangi adla anıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Mesela; Sait Demirdal, Bizans döneminde şehrin diğer adının ‘Mordiaum’ olduğunu; Arundel ise, Apollonia’ya ilkin Mordiaeum denildiğini ve bu şehrin ayvalarıyla meşhur olduğunu söylemiştir (Demirdal, 1968: 37,62). Ramazan Topraklı, İbn Hordazbih ve el-İdrisi’nin verdiği mesafelere göre ünlü Ammuriye (Amorion) şehrinin Uluborlu olduğunu iddia etmiştir. Ammuriye (Uluborlu), o zamanlar Anadolu’nun en büyük kentlerinden birisidir ve surlarının 44 burcu vardır (Arundel, 2013: 85 ve Topraklı, 2013:144). Topraklı, bu görüşünü doğrulatmak için, İdrisi ve Horabizhi’den yol bilgileri aktarır ve bunları bugünkü coğrafyaya yerleştirir. Buna göre, Uluborlu’nun 24 mil/36 km doğusu bugün Eğirdir Gölü suları altında kalmış olan Kemer Boğazında bulunan Yenice Köprüsüne denk gelir. Medinet-i Endobabe, Endos kapısı şehri anlamınadır, lakin Endos şehrinin kapısı olarak anlaşılmalıdır. Gelendost’un olduğu yerdeki kentin adı XII. Yüzyılda ‘Endos’ şeklinde verilir (İdrisi, 1984: 265). Kıral Yolu Kötürnek, Gökyer Köprüsü, Çataltaş, Gölcüdere ve Kılıçkaya Pınarı, Köke, Akdağ üzerinden Yenice Köyü Köprüsü 20 mildir. İğne ve deve hörgücü kelimelerinden yapılan İbr’il Mismane, Yenice Sivrisi ile boğazdaki kemer köprüyü anlatmaktadır. Araplar yer adlarını kendilerine göre adlandırmış; Amorion Ammuriye, Antiocheia Antakya olmuştur (Topraklı, 2013: 157-158,172)

Bizans döneminde Uluborlu’nun eski önemini yitirdiği görüşü yaygındır. Hatta W. M. Ramsay, Uluborlu (Sozopolis)’nun, 1074 yılında Türklerin eline geçtiğinde, küçük bir köy oluğunu belirtmiştir. Amorion/Ammuriye, Bizans şehri ise, Turfan, Bizans dönemi belgelerinde M.S.326 yılından sonra; İstanbul, Kadıköy ve Efes’te toplanan dini meclislerde Apollonia yerine Sozopolis adının geçtiğini; Ramsay de, M.S.381 yılında İstanbul’da toplanan Meclisten itibaren Sozopolis adının her belgede kayıtlı olduğunu belirtmektedir. Amorion/Ammuriye bir Roma şehri ise, Apollonia ile aynı şehir mi? Yoksa ondan farklı bir şehir miydi? Farklı bir şehir ise, bugünkü Uluborlu’nun neresinde idi? Bu tür soruları çoğaltmak mümkün, dolayısıyla Emirdağ yakınlarında olduğu iddia edilen Amorion/Amuriye şehrinin Uluborlu olup olmadığı açıklığa kavuşmayı beklemektedir.

Tymandos – Talbonda Antik Şehri

Senirkent ilçesi sınırları içerisinde bulunan antik kentlerden en önemlisi Tymandos antik kenti olup, bu antik kentin kalıntıları günümüze kadar ulaşmamıştır. Tymandos antik kenti, tarihte değişik adlarla anılmıştır. Tymandi, Timanadorum, Timainidorum, Tymanadorum, Tymapodurum, Talbonda bunlardan bazılarıdır (Baş, Ocak 2002: 4). Ancak, bu antik kent daha çok Tymandos adıyla anılmıştır. “Isparta Kültür Envateri”nde, Tymandos hakkında şu bilgiler verilmiştir: “Kentin adı Ptolomaiosda Orta Çağ kilise kayıtlarındaki piskoposları gösteren listelerde Tymandos, Tymandros şeklinde geçmektedir. M.S. 451 yılında Khalkedon (Kadıköy)’da toplanan kilise kurultayındaki tutanakların Yunan dilinde olanı “Tymandosluların kentinden Longinos” adlı piskopostan söz ederken, Latin dilinde olan tutanaklarda aynı kişiyi “Talbonda kentinden Longius” diye göstermektedir. Bundan da Talbonda ve Tymandos isimlerinin bir arada kullanıldıkları anlaşılmaktadır”(Isparta Kültür Envanteri, 2010: 74). Sterrett, Tymandos’u Uluborlu’nun dört saat doğusunda Yassıören köyü yakınlarında bulmuştur. Tymandos, şehir derecesine putperest imparatorlardan biri zamanında yükselmişti; bu imparatorun Diocletian yahut Maximian olması muhte­meldir (Ramsay, 1961: 448-449). Talbonda (Ayazmana), Ravennalı coğrafyacının eserinde Talbinda olarak gösterilmiştir. Ramsay, Tymandos ile Talbonda’nın aynı yerleşim yeri olduğunu düşünmekte idi. Ancak, W. Ruge, onun görüşüne karşı çıkmakta, bunların iki ayrı yerleşim merkezi olduğunu iddia etmekte­dir (Umar, 1999: 763,805). Roma döneminde bölgede imar faaliyetleri ve nüfus artmış, ticaret ve tarım gelişmiş; Apollonia ve Tymandos’a polis (şehir) statüsü verilmiştir. Hıristiyanlık döneminde Uluborlu, Sozopolis adıyla piskoposluk merkeziydi. Tymandos ise, Antiokheia (Yalvaç) Metropolitliğine bağlı piskoposluk merkezleri arasındaydı (Sevin, 2001: 57). Yassıören’de bulunan postament, sütun, kapı biçimli ve alınlıklı mezar stelleri ile yine bu köy sınırları içinden çıkan iki adet palmetli, bir adet sphenksli Geç Arkaik Çağ (M.Ö. 540/530 – 480) mezar steli Isparta Müzesinde sergilenmektedir. Son üç eser Psidia bölgesinin Isparta ili sınırları içinde kalan kısmında çıkan Grko-Pers üslubundaki ilk örnekleri olup çok büyük öneme sahiptir (Isparta Kültür Envanteri, 2010: 74). Tymandos, antik şehrinin Yassıören’deki Kırbağlar Höyüğü ile Mandas Höyük civarında bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu bölgede kazı çalışması yapılmadığı için Tymandos antik şehrinin bulunduğu yer hakkında kesin bilgi yoktur. Kemal Turfan’a göre; Tymandos, önceleri Kırbağlardaki höyüğün bulunduğu yerde iken, önce güneye doğru yayılmış, Roma’nın son çağlarında dağların eteğine doğru Değirmen Kırı (Mandas Kırı – Ultarlı – Kirazlık) denilen bölgeye taşınmıştır (Karaer, 2011: 27-28).

Arkeolog Kemal Turfan’ın, Tymandos ve Talbonda şehirleri hakkındaki görüşü şöyledir: Yassıören köyünün birkaç kilometre kuzeybatısındaki höyükten topladığımız malzeme ve –andos ekini taşıyan şehir ismi bizi tarihten önceki çağlara götürmektedir. 1880’li yıllarda Yassıören’e gelen klasik tarihçilerden Sterret burada Tymandos ismini ihtiva eden bir kitabeye rastladı. Diğer taraftan Yassıören köyünün güneydoğusuna düşen ve şimdiki Yeregiren Değirmeni (Değirmenderesi) ile Ayazmana arasında bulunan sahaya köylülerin Mandas Kırı adını verdikleri dikkatini çekti. İşte bu iki gözlem sonunda Yunan Roma çağının Tymandos şehrinin Yassıören’de olduğunu meydana çıkarmış oldu. Kendisinden sonra buraya gelmiş olan meslektaşları da onun bu fikrine iştirak ettiler. Bugün köyün bulunduğu yerde yapı taşı olarak kullanılmış bazı kabartma ve kitabelere rastlanılmakta ise de, ortalıkta hiçbir bina kalıntısı görülmemektedir. Bu kalıntıların Değirmen deresinin getirdiği teressübatla (taş-toprakla) örtüldüğünü düşünebiliriz. Ancak bu örtülmeye daha az maruz kalmış olan höyüğün güney doğusundaki bağlarda yapı ve dam tuğlalarına rastlanması, klasik şehrin bu tarafa doğru uzandığı kanaatini vermektedir. Ayazmana’nın ise, bugün olduğu gibi klasik çağda da, mukaddes bir mesire yeri olduğu anlaşılmaktadır. Yunan kahramanlarından Herkül Restitutor  (Tamir edici, hayat verici Herkül) adına bir tapınak yapıldığı kalıntılardan anlaşılmaktadır. Putperestlik devrinde mukaddes olan bu mevki; Hıristiyanlık devrinde de Agyazman (Mukaddes suyun bulunduğu yer) olarak takdis edilmiştir. Milli Mücadeleye kadar bölge Hıristiyanları burasını ziyareti dini bir vecibe sayarlardı. Müslümanlar devrinde ise, Herkül Restitutor’a atfedilen mukaddes mahal İslam evliyasından Zekeriya Sultan’ın türbesi olduğu inancıyla şekil değiştirerek kudsiyetini muhafaza etmiştir. Klasik çağda Ayazmana’nın adı Talbonda idi. Bizans çağında ise yanı başındaki Tymandos ile beraber bir piskoposluk merkezi idi. Hıristiyanlığı ilk kabul eden Bizans İmparatoru Konstantin’in M.S. 326 yılında İznik’te (Nikea) topladığı birinci Konsil (Dini Meclise) iştirak eden din adamları arasında Tymandos’un pek muhterem piskoposu Longinur ismi, Yunanca olarak kaydedilmiştir. Bunun yanı başında Latince hazırlanan listede ise, bu zatın ismi Talbonda’nın pek muhterem piskoposu Yonginos şeklinde geçmektedir. Bundan her iki sitenin tek şehir halinde mütalaa edilmesi gerektiği ve tek bir piskopos tarafından idare edildiği anlaşılmaktadır. Şehrin mezarlığından Delipınar’daki iki Tümülüs kalmıştır.” (Turfan, 9 Aralık 1972: 7-8) Turfan, bu antik şehirlerin kuruluşunda suyun önemine dikkat çekmiştir: “Talbonda-Tymandos, Değirmen Deresi, Ayazmana ve Kirazlı sularından faydalanıyordu. Eskiden Kırbağların kuzeyinde halk arasında Üyük (Hüyük) denilen yığma tepenin yerinde, zamanımızdan 5.000 yıl önce bir köy vardı. Helenistik ve Roma çağında gelişen bu köy, güney doğu Yassıören’e doğru yayılarak büyük bir şehir halini almıştı. V. Yüzyılda bugünkü idari taksimattaki bir ilçe merkezi büyüklüğünde olan bu şehir de, Bizans’ın son günlerinde gerilemeğe başlamış, ormanları tahrip edilen güneydeki dağlardan gelen Kösele, Değirmen ve Deringöz derelerinin sürüklediği çakıllar eski şehrin kalıntılarını örtmeğe başlamıştır. Türkler geldikten sonra Müslümanlığı kabul eden bir kısım yerli halk ile birlikte, sel baskınından uzak kalan bir kenara çekilerek Yassıören köyünü kurmuşlardır” (Turfan, 15 Aralık 1973: 3-4).

Mehmet Özsait’in 2008 yılında bölgede yaptığı yüzey araştırmalarında Tymandos antik kenti ile ilgili tespitleri şöyledir: “Yassıören’nin 2 kilometre güney batısından akan Değirmen Deresi’nin yukarı vadisinin batısında yer alan Mandas Kırında 1974 yılında (Mandas Höyük) tespit edilmiştir. Bu kesime antik Tymandos kenti lokalize edilmişti. Barla dağının Yassıören ovasına bakan yüzünde, doğuda Değirmen Deresi, batıda Dikmen Tepenin (1373 m.) eteğindeki Mandas Kırı arasında uzanan bu geniş düzlük, zaman içinde sel sularının ve derenin taşıdığı kum ve çakılla dolmuştur. Bugün Yassıören Belediyesinin kum-çakıl ocağı olan bu kesimin yüzeyinde az sayıda Roma çağı keramiği ile bazı mimari elemanların ve geç devire ait bir duvar kalıntısı dışında fazla bir şey görülmemektedir. Burada, 2007 yılı sonla­rında, kum çekimi sırasında gün ışığına çıkan (iki parça halinde ortadan kırılmış), 184 cm. boyunda, on bir satırlık eski Yunanca bir yazıt kentin önemini göstermektedir. İmparator Caracalla’nın (İ.S. 211-217) şerefine dikilmiş olan bu anıtın piramidal yapısı, onun üzerinde bir heykel olduğunu da düşündürmektedir. Ayrıca Yassıören’de eski ilkokulun ön ve arka bahçelerinde mimari ve yazıtlı yapı taşları da bulunmaktadır. Bunların yaygın olarak görül­mesi yanı sıra, iyi bir işçilik göstermesi de Tymandos kentinin İ.S. II. ve III. yüzyıllarda çok gelişmiş olduğunu kanıtlamaktadır. Yine Yassıören’in pek çok yapısında, bağ ve bahçelerin duvarlarında, çeşme yapılarında kente ait mimari elemanlar kullanılmıştır. Yassıören’den Eğirdir gölünün (Hoyran kısmının) batı sahilinde, Kayaağzı’na kadar uzanan geniş alanda, Tymandos territoryumu içinde yer alan Alcibar çevresinde ve Alcibar kalesinde Roma çağı yerleşmesine tanıklık eden keramikler de yaygın olarak görülmektedir. Aynı şekilde Yassıören’in 2,5 kilometre doğusunda yer alan Delipınar Tümülüsleri de, buluntuları İ.Ö. VI. yüzyıla kadar çıksa da bölgenin kültür tarihi yönünden ilginç bir görünüm sergilemektedir (Özsait, 2008: 117-118).

Mehmet Özsait, Hadrien Bru ve Guy Labarre tarafından hazırlanan Tymandos kentinin tarihi, “La Constitution civique de Tymandos” adı ile Paris’te 2009 yılında Institut Français d’Etudes Anatoliennes Georges-Dumezil tarafından yayımlanan “Anatolia Antiqua” adlı kitabın 187-207. say­falarında yer almıştır (Özsait, 2009: 129-130).  

Plyristra Antik Kenti

Kemal Turfan, Roma döneminde Senirkent’in yakınında “Plyristra” adlı bir şehrin varlığından söz etmiştir. Bu şehir,  Senirkent’in 2 kilometre kuzey batısında Hacıbayram (Gömüler) semtinde bulunmakta idi. Turfan’a göre, Türkler bu bölgeye hakim oldukları zaman, bu antik şehrin kalıntıları üzerinde küçük bir Bizans köyü ve Çanlı Kilise adında bir kilise vardı. Burası Türklerin eline geçince yerli halk Uluborlu’ya sığınmıştır. Veli Baba Menakıbına göre, bu kilisenin taşları ile Uluğbey’deki Hasan ve Hüseyin Gazi’nin mezarları üstüne türbe yapılmıştır. 1968-69 yıllarında Popa (Papa) Çayının ana kanalı açılırken, üç metre kalınlığında miller altında kalmış bir Roma şehrinin kalıntıları ortaya çıktı. Bu izler bir kilometre boyunca uzanmaktadır. Açılan bölüm şehrin en geniş yeri midir, yoksa daha dar kenarı mıdır? Bunun, arkeolojik bir araştırma yapmadan anlaşıl­ması mümkün değildir (Turfan, 1996: 35).

Turfan, 1973 yılında Senirkent Postası gazetesinde yayımlanan yazısında, Hacıbayram semtinde bulunan Plyristra şehri hakkında daha ayrıntılı bilgi vermiştir: “Senirkent’in 2 kilometre kuzey batısında Hacıbayram denilen semtte büyük bir Roma şehri vardı. Bu şehrin adı, Plyristra idi. Eğridere, Sarpdere, Sağören deresi ve Popa çayının getirdiği millerle tamamen örtülen bu şehrin harabeleri bugünkü zeminden 3 metre derinde kalmış ve geçen yıllarda açılan ana kanal harabeyi ikiye bölmüştür. Kanalın tabanından yer yer eski yapıların temelleri meydana çıkmıştır. Roma sulhü denilen bu sükunet devresinde Ege kıyılarında Efesos ve Miletos limanlarından başlayarak Antiokeya (Yalvaç) ve oradan İkonia (Konya)’ya giden askeri ve ticari yol (bugünkü orta yol), bu şehrin içinden geçiyordu. Bu devirde nüfus artmış, toprağın her karışı işlenmiş, ticaret ve sanat gelişmişti. Bu şehirlerin kurulmasında su belli başlı amil olmuştur. Senirkent’e en yakın şehir olan Hacıbayram’daki şehir ise, Sağören, Eğridere, Kuyucak, Dağçeşme ve Turgutlar Çeşmesinin sularından faydalanıyordu. O zaman ovanın iki yanındaki dağlar sık ormanlarla kaplı idi. IV. Yüzyıldan itibaren Roma’nın üstünlüğü sona ermiş, bu çöküntü çağında; Hacıbayram’daki Roma şehri, bir taraftan eşkıyaya karşı savunacak tahkimata sahip bulunmaması, diğer taraftan erozyonun yaptığı tahribatın giderilememesi dolayısıyla en çok gerileyen şehirlerden biri olmuştur. Türkler geldiği sıradaki muhteşem Roma şehrinin harabeleri üzerinde küçük bir Bizans köyü bulunuyordu. Veli Baba Menakıbında “Kanlı? Kilise” diye adlandırılan bu kasaba Selçuklular tarafından tahrip edilince, halkı Sozopolis (Uluborlu)’ya sığınmıştır. Bu kilisenin temelleri, ana kanalın 50 metre güneyinde bugün de görülmektedir. Menakıba göre, bu kilisenin taşları ile Uluğbey köyündeki Hasan ve Hüseyin Gazi mezarları üzerine türbe yapılmıştır” (Turfan, 15 Aralık 1973: 3-4). Turfan, Plyristra şehrinin mezarlığı hakkında şunları söylemiştir: “Nuri Tortop’un Belediye Başkanlığı zamanında 1958-1959 yıllarında Bayramcık’ın yukarısında yapılmasına girişilen güreş yerinin toprak hafriyatı ve tesviyesi sırasında, yamaçlarda, Roma ve daha önceki çağlara ait içinde ölü külü bulunan çömlekler bulunmuştur. Daha yukarıdaki büyük ve küçük inler ise, V. ve VI. Yüzyıllara ait kaya mezarlarıdır” (Turfan, 2 Şubat 1974:3). Turfan’a göre, Senirkent’in güneyindeki yamaçta bulunan “Büyük in”, “Küçük in” diye anılan kaya mezarları da, bu şehrin ileri gelenlerine ait olmalıydı.

Çanlı Kilise

Sait Demirdal, “Bütünüyle Uluborlu” adı eserinde Çanlı Kilise hakkında şu bilgileri vermiştir: “İlk çağların meşhur Çanlı Kiliselerinden birisi M.S. 117’de ölen Roma İmparatoru Trayan zamanında Uluğbey köyü yakınlarında inşa edilmiştir. Uluğbey Tekke binasındaki yazılı taşlar Trayan zamanına aittir. Trayan’a ait bir heykel kaidesi –yazılı taş- Veli Baba türbesinin batı duvarındadır. Bu taştaki yazının baş tarafı Rumca, alt tarafı Latince’dir” (Demirdal, 1968: 34-35). Kemal Turfan, Çanlı kilisenin Müslümanların bölgeye hakim olmasından sonra yıkıldığını, bu kiliseye ait malzemenin Veli Baba Türbesinde kullanıldığını ve fazla erozyona maruz kalmayan bu kilisenin temellerine Hacıbayram mevkiinin kuzeyinde rastlandığını belirtmiştir (Turfan, 27 Ocak 1973: 3). Uluğbey köyü yakınlarında bulunan Çanlı Kilise, Bizans döneminin önemli yapıları arasında gösterilmiştir.

Roma Döneminde Senirkent’ten Geçen Yollar

Roma döneminde Senirkent’in 2 km. kuzey batısında bulunan Plyristra şehrinin içinden Roma askeri yolu geçiyordu. Turfan’a göre; Roma İmparatoru Augustus, Psidia’daki asi kabileleri itaat altına almak için bölgeyi at nalı biçiminde bir askeri yolla çevirtmiştir. Üzerinde belli aralıklarla düzenli konaklama tesisleri, ulaşım araçları bulunan bu yol, güneyde Attaleia (Antalya)’dan başlayarak, Termessos (Güllük Dağı) – Komama (Tefenni Ovası doğusunda) – Lysinia (Burdur Gölü kuzeyinde İlyas köyü, burada bu yola ait bir mil taşı bulunmuştur) – Apollonia (Uluborlu) – Plyristra (Senirkent’in 2 km kuzey batısında Gömüler) – Ganzeaha (Kumdanlı) – Antiokeia (Yalvaç) – Neopolia (Karaağaç) – Karallis (Beyşehir) üzerinden Akdeniz kıyısında Side’ye iniyordu. Senirkent ovasının güney batısındaki Apollonia’dan geçen yol, ovanın kuzey doğu yönüne doğru, Hoyran Gölü kuzeyine doğru ilerlerken Senirkent’in kuzeyinde ovanın tam ortasından geçer. Bu sebeple, toprak patika halinde hala kullanılan yolun bu bölümü “ortayol” adını taşımaktadır. Bu yol üzerinde bulunan Plyristra antik kentinin harabesi ise, Popa Çayının kalınlığı üç metreyi bulan milleri altında kalmıştır. Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonra bakımsız kalmış olmasına rağmen, yolun büyük bölümü Bizanslılar zamanında da, kullanılmaya devam etmiştir. 1146 yılında Bizans İmparatoru Manuel, Koy seferinden dönerken, Hoyran Gölü kuzeyine kadar bu yolu izlemiştir. Keza, 3 Mayıs 1190 tarihinde 3. Haçlı Ordusu Komutanı Alman İmparatoru Frederik Barbarossa, Uluborlu-Hoyran Gölü arasında bu yoldan gitmiştir (Turfan, 19996; 30-31). Herodotos’un söz ettiği Kıral Yolu veya Anayol, Senirkent ovası ve Kemer Boğazından geçmekte idi. Bu yol, aynı zamanda paskalya veya Hıristiyanların hac yoludur (Topraklı, Mart 2016: 89).

Roma ve Bizans Dönemine Ait Suyolu Yapıları

Turgutlar Çeşmesi, Bayramcık ve Kuyucak’taki suyolu yapılarının; Roma dönemi ve daha eski zamanlara uzanan bir geçmişi vardır. Roma döneminde yapılan, Bizans döneminde kullanılan ve Selçuklu Türklerinin ilk yerleşme alanlarını oluşturan bu su kaynakları hakkında Kemal Turfan şunları söylemiştir: “Nisbet çeşmesinin altındaki tuğladan dairevi kemerle örülmüş bir dehliz, Bayramcığın doğusunda eskiden Hacı Abdullah çeşmesine giderken, halen dağ çeşmeye bağlanan suyun çıktığı tünel, Kuyucağın suyunun çıktığı dehliz; Roma çağında yaşayan bölge insanlarının su ihtiyacını karşılamak maksadıyla yapılmış ve Bizans çağında da bunlardan faydalanılmıştır. Senirkent’i kuran Oğuz boylarının yerleşmek için bu bölgeyi seçmelerinde, bu suların mevcudiyetinin büyük rolü olduğuna şüphe yoktur” (Turfan, 27 Ocak 1973, 3).

1- Bayramcık Mezarlığındaki Suyolu Yapısı

Turfan’a göre, Senirkent’in kurulduğu yamaçta şimdikinden daha fazla su kaynakları vardı. Zamanla bu su kaynakları Doğru Dereden gelen teressubatla örtülmüş, çakılların altında toprağın derinliklerine kaçmıştır. Eskiden Hacı Abdullah Çeşmesine akan bugünkü Dağ Çeşmesinin suyu, bu teressübatın altından açılan bir dehliz sayesinde dışarıya akıtabilmiştir. Bayramcık Çeşmesi ise, suyu azalan bir kaynaktan beslenmekte idi. 1967-1968 yıllarında Bayramcığın batısına yapılan duvarın temelleri kazılırken, ortalama 30 santim genişlik, 50-60 santim yükseklikte, iki yanı kireç harçlı kargir örgü üzerine yassı taşlar kapatılarak yapılmış ve güneyden kuzeye, Turgutlar Mahallesi istikametinde uzanan bir suyolu yapısı meydana çıkmıştır. Bu suyolu yapısı, yukarılarda kaybolmuş bir kaynağın sularını Hacıbayram semtindeki Roma şehrine (Plyristra şehrine) taşıyan suyapısı olmalıdır (Turfan, 19 Ocak 1974: 3). Kemal Turfan’ın bahsettiği Bayramcıktaki suyolu yapısını, 1 Eylül 2014 günü Necati Ölgün ile bölgede yaptığımız gezide; Bayramcık mezarlığının batı kapısı girişinin hemen sağında gördük.

2- Araplar (Kavaklı-Gülle Ali) Çeşmesi Suyolu Yapısı

Kemal Turfan’ın yukarıda Bayramcığın doğusunda, dağ çeşmeye bağlanan suyun çıktığı tünel olarak tanımladığı suyolu yapısı, günümüzde Kavaklı veya Gülle Ali Çeşmesi olarak anılan çeşmeye bağlanmıştır. Bu çeşme, boyahanenin güneyinde, emekli öğretmen Ali Kaya’nın ailesine ait evin bahçesinin kuzey duvarında bulunmaktadır.  Bu çeşmenin suyolu yapısı, Senirkent ilçe merkezinin güneyinde eski boyahane binasının bulunduğu yokuşun sonunda, Bayramcık Mezarlığının doğu kapısına yaklaşık 60-70 metre mesafededir. 1 Eylül 2014 günü saat 17.30 da Necati Ölgün ve belediye görevlileri ile birlikte Araplar Çeşmesi suyolunu görmek için Bayramcık’a çıktık. Eski boyahane binasının yaklaşık dört metre güneyinde bulunan Araplar (Kavaklı – Gülle Ali) Çeşmesinin önünden 100-150 metre yukarı, güneybatı yönünde ilerledik. Bu çeşmenin suyolu giriş kapısı önüne vardık. Hep birlikte Araplar (Kavaklı – Gülle Ali) Çeşmesi suyoluna girdik. Güney yönünde 56 metre yürüdükten sonra su kaynağına ulaştık. Maalesef kaynaktan çok az su çıkıyordu. Suyolu yapısı yaklaşık 1.80-2 metre yüksekliğinde,  1 – 1,5 metre genişliğinde olup, girişten itibaren 35-40 metresi beton yapıdır. Bu beton yapının zeminine su borusu döşenmiş. Daha sonra su kaynağına kadar eski suyolu devam ediyordu. Bu suyolu yapısının kayalar kırılarak, toprak kısımların kazılarak açıldığı; insan boyundaki tavanın yer yer kesme taşlarla örülü olduğunu gördük. 1965’lerde ilkokul öğrencisi iken, eskiden “in” olarak adlandırdığımız bu yapıya, üç-beş arkadaşla birlikte girmiş, ileride yol ikiye ayrılınca korkup dışarı çıkmıştık. Bu yapıdaki değişikliğin sebebini mahalle sakinlerine sorduk. Emekli öğretmen Ali Kaya, Araplar Çeşmesi suyolunun eskiden “in” olarak adlandırıldığını,  buradan, Bayramcık mezarlığı­nın üstünde bulunan iki ine (kaya mezarına) giden gizli bir yol olduğu konusunda bir rivayet olduğunu; bu rivayetin mümkün olup olamayacağının tartışılması gerektiğini, böyle bir sır varsa, bunun zamanla ortaya çıkacağını söyledi (02.09.2014). Mahalle sakinlerinden Halil Tortop, küçüklüğünde girdiği Araplar Çeşmesi suyolunun doğu, batı ve güney yönünde üç tarafa ayrıldığını söyledi (02.09.2014). Eski Mahalle Muhtarı Faik Özcan, bu yollardan birisinin Bayramcığın batısında bulunan suyolu ile bağlantılı olduğunu söyledi. Ancak günümüzde su kayna­ğına giden güney yönünde tek bir yol vardı. Diğer yollardan eser yoktu. Bunun sebebini Faik Özcan, Necati Şahin’in belediye başkanlığı zamanında su aramak maksadıyla bu suyolunun dozerlerle kazıldığını, dolaysıyla giriş yerinin değiştiğini söyledi (02.09.2014). Ne yazık ki, su çıkaralım derken, tarihi dokuyu bozduğumuzu fark etmemiştik.

3- Turgutlar Çeşmesi Suyolu Yapısı

Kemal Turfan, Turgutlar Çeşmesi suyolu yapısını şu sözlerle tanıtmıştır: “Bayramcık’tan 100 metre kadar aşağıda Nisbet Çeşmesinin önünde, yerin altında 30 metre kadar uzunlukta, tavanı 2,5- 4 metre yükseklikte bir tünel vardır. Turgutlar Çeşmesinin suyu bu tünelin ucundaki kayanın dibinden sızıntı halinde çıkmaktadır. Tünelin üstü bir Roma kemeri ile örülerek örtülmüştür. Bu kemerde zamanla çatlamalar hasıl olduğundan altına Bizanslılar kesiti yarım daire olan bir takviye kemeri çekmişler, bu da arızalandığından, Türkler tarafından bir sivri kemer yapılarak takviye edilmiştir. Turgutlar Camisinin önünde, bugün kaldırılmış olan sivri tonozla örtülü ve içi horasan harcı ile sıvalı bir sarnıç vardı. Yukarıdaki kaynağın suyu bu haznede toplanır, gerektiği zaman önündeki musluk açılarak kullanılırdı. Şimdi bu caminin önündeki alanın batı tarafında yeni yapılan çeşmeye bağlanmıştır” (Turfan, 19 Ocak 1974: 3). Turfan’a göre, Helenistik ve Roma çağında bu sular, ya Hacıbayram’daki şehre götürülüyor veya mesire olarak faydalanılıyordu.

1970’li yıllarda Turgutlar Mahallesindeki Delioğlan Parkı ve çevresi düzenlenirken Turgutlar Çeşmesi kaldırılmış; 2004 yılında Ziraat Mühendisi Ali Örmeci anısına yaptırılan Turgutlar Camisi önündeki şadırvana alınmıştır. Senirkent ilçesindeki en eski su yapılarından biri olan Turgutlar Çeşmesi suyolu yapısını bizzat görmek için 1 Eylül 2014 günü saat 16.30’da Necati Ölgün ve iki belediye görevlisi ile birlikte suyoluna indik. Suyolunun eni genel olarak 1,5 metre civarında, güney yönünde 40 metre, kuzey yönünde 5 metre uzunluğu var. Suyolunun yüksekliği ilk girişte 1,80 – 2 metre civarında, daha sonra 4 metreye yükseliyor. Yürüyüş yoluna yakın kısımlar oyma yani kazılmış, 1 veya 1,5 metreden sonrası taş örme, tavan kesme taşla kapanmış. Su kaynağının girişinde üst üste iki kemer var. Burada yükseklik tahmini 4-5 metreyi buluyor. Su kaynağının bulunduğu yer, bir insanın eğilerek girmekte zorlandığı dar bir alan. Suyun geçmiş yıllara göre çok azaldığı söylendi. Güneye doğru ilerlerken sağ tarafta yerden yaklaşık 1,5 metre yüksek­likte dökülen harcın üzerine 1968 tarihi yazılmış. Kuzey yönündeki suyun toplandığı yere atılan beton üzerinde 2001 tarihi görülüyor. Buranın 1968 ve 2001 yıllarında elden geçirildiği anlaşılıyor. Şehir su ve kanalizasyon şebekesi yapılırken suyolu tavanında 1 metrekare civarında küçük bir göçük olmuş, bu kısım ahşap malzeme ile kapatılmış. Arkeolog veya sanat tarihçisi olmadığı­mız için bu yapı hakkında herhangi bir değerlendirme yapamıyoruz. Ancak bu tarihi yapının insanı büyüleyen muhteşem bir görüntüye sahip olduğunu söyleyebiliriz.

4- Akkız Çeşmesi Suyolu Yapısı

Senirkent-Yassıören arasında bulunan Akkız Çeşmesi suyolu yapısının Romalılar döneminde yapıldığını; Bizanslılar döneminde de kullanıldığını; Kemal Turfan’dan öğreniyoruz. Turfan’a göre; Değirmen Kırının güneybatı köşesine düşen tepelerin eteğindeki düzlüğe halk arasında Ultarlı, bunun birkaç yüz metre batısına da Kirazlı adı verilmektedir. Kirazlı’da Çatalardıç’tan inip gelen derenin ağzında, Romalılar çağında yapılmış kısa tünelin sonunda, bugünkü Akkız Çeşmesine gelen su çıkmaktadır. Tünelin ağzı bugün erozyon sebebiyle tamamen kapanmış bulunmaktadır. Bu suyun varlığı sebebiyle çevremize gelen Türk boylarından biri de burada yerleşmiştir. Ultarlı’da toprak yarım metre kadar kazılınca, bu yerleşmenin kalıntıları olan eski temeller meydana çıkmaktadır (Turfan, 2 Mart 1974: 3).

5- Ayazmana Suyolu Yapısı

Senirkent ilçesi Yassıören köyünün güney doğusunda bulunan Ayazmana mesireliğinde Ayazmana su kaynağının bulunduğu yerde muntazam bir suyolu yapısı vardır. Ayazmana mesireliğini ziyaret eden herkesin yakından gördüğü bu suyolu yapısı; yaklaşık 1 metre eninde, 10-15 metre uzunlukta ve 2 metre yüksekliği olan bir yapıdır. 1880’li yıllarda bu bölgede araştırmalar yapan W. M. Ramsay, bu su kaynağında Latince bir kitabe gördüğünü ve bu kitabede; “Herculi Restitutori C. Julius Hilario / İhya edici Herkül’e C. Julius Hilarios” ibaresinin yer aldığını belirtmiştir (Ramsay, 1961: 449). Isparta Müzesinde olduğu söylenen bu kitabeye dayanarak, Ayazmana su kaynağındaki suyolu yapısının, İsa’dan önceki döneme ait olduğunu söylemek mümkündür. Ayazmana Suyolu yapısının iki bin yıldan fazla bir geçmişi vardır.

6- Kuyucak Mesireliği Suyolu Yapısı

Bugün Meslek Yükekokulu’nun güneyinde yer alan Kuyucak mesireliğinde de tarihi bir suyolu yapısı mevcuttur.

7- Uluğbey Köyündeki Su Yapıları

Uluğbey kasabasının doğusundaki Büyük Çeşme ve Tekke Çeşmesi’nin suyolu yapıları ve mahzenlerinin çok eskilere dayandığı söylenmektedir. Ancak bunların yapı özellikleri ve hangi döneme ait oldukları konusunda herhangi bir çalışma yapılmamıştır.

 

KAYNAKLAR

– Arundel, F. V. J. (2013), Anadolu’da Keşifler /çev. Atabay Topbaş, yay. haz. Ramazan Topraklı, Ankara: Sistem Ofset 

– Baş, İsmet Baş (Ocak 2002), “Yassıören”, Yassıören İlköğretim Okulu Dergisi, yıl: 1, sayı: 1

– Dağlıoğlu, Hikmet Turhan (9 Mayıs 1935) “Isparta ve Çevresi Hakkında Yabancı Kaynaklardaki Coğrafi ve Tarihsel Bilgiler”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 2(14)

– Demirdal, Sait (1968), Bütünüyle Uluborlu, İstanbul: Acar Matbaası

– Isparta 2003, Ankara: Isparta Valiliği

– Isparta Kültür Envanteri, c.2. (2010) / www.ispartakulturturizm.gov.tr. / 18.10.2015

Karaer, İbrahim (2011), Dünden Bugüne Senirkent (1182-2010), Ankara: Senirkent Kültür ve Yardımlaşma Derneği

– Özsait, Mehmet (2008), “Burdur ve Isparta 2008 Yılı Yüzey Araştırmaları”   http:// www. akmedanmed.com  / 12.10.2015

– Özsait, Mehmet (2009),  “Isparta ve Burdur 2009 Yılı Yüzey Araştırmaları”, http://www. akmedanmed.com/ 25.03.2014

– Ramsay, W. M. (1960), Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi

– Sevin, Veli (2001), Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara:

– Topraklı, Ramazan (2013), Hicri 541/1146 Roma-Selçuklu Savaşları Sütkuyusu Baskını ve Ammuriye, Ankar:, Sistem Ofset

– Topraklı, Ramazan (Mart 2016), “Ekler”, Hamideli Tarih, sayı:3.

Turfan, Kemal (4 Aralık 1971), “Senirkent Tarihi: Çevremizden sonra Kendi Tarihimiz 7”, Senirkent Postası, yıl:5, sayı:138.

Turfan, Kemal (25 Kasım 1971), “Senirkent Tarihi: Çevremizden sonra Kendi Tarihimiz 24”, Senirkent Postası, yıl:6, sayı:159.

– Turfan, Kemal (9 Aralık 1972), “Senirkent Tarihi: Çevremizden sonra Kendi Tarihimiz 25”, Senirkent Postası, yıl:6, sayı:160.

– Turfan, Kemal (27 Ocak 1973), “Senirkent Tarihi: Çevremizden sonra Kendi Tarihimiz 27”, Senirkent Postası, yıl:6, sayı:162.

– Turfan, Kemal (15 Aralık 1973), “Senirkent Tarihi: Senirkent’in Kuruluşu 1”, Senirkent Postası, yıl:7, sayı:180.

– Turfan, Kemal (19 Ocak 1974), “Senirkent Tarihi: Senirkent’in Kuruluşu 2”, Senirkent Postası, yıl:7, sayı:182.

– Turfan, Kemal (2 Şubat 1974), “Senirkent Tarihi: Senirkent’in Kuruluşu”, Senirkent Postası, yıl:7, sayı:183.

– Turfan, Kemal (2 Mart 1974), “Senirkent Tarihi”, Senirkent Postası, yıl:7, sayı:185.

– Turfan, Kemal (1996), “Senirkent’in Tarihçesi”, Senirkent Sempozyumu, Ankara: Senirkent Kültür ve Yardımlaşma Derneği

– Umar, Bilge, (1999), Türkiyede’ki Tarihsel Adlar, İstanbul:

 

NOT: Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

e-mail: [email protected]

Yorum bulunmamaktadır.
Konu: SENİRKENT TARİHİ – 2: ROMA DÖNEMİNDE SENİRKENT Ve ÇEVRESİ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.