Dr. İbrahim KARAER

Özet

Senirkent, Isparta iline bağlı ilçe merkezidir. Senirkent ilçesinin güneyinde Atabey, batısında Uluborlu, doğusunda Eğirdir ve Yalvaç ilçeleri, kuzeyinde Afyon iline bağlı Şuhut ilçesi bulunmaktadır. Eldeki mevcut bilgiler Senirkent’in, Uluborlu ve çevresinin 1182 yılında kesin ve kalıcı olarak Türk egemenlik sahasına girmesinden sonra kurulduğuna işaret etmektedir. Senirkent Türkiye Selçuklu Devleti, Hamidoğlu Beyliği, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde yer almıştır. XIV. Yüzyıl ikinci yarısında Uluborlu kazasına bağlı 60 haneli küçük bir köy iken, XV. yüzyılda 108 haneli orta büyüklükte, 1845 yılında 522 haneli büyük bir köy haline gelmiştir. Nüfus ve ekonomi yönünden gelişen Senirkent, 1880 yılında Isparta sancağına bağlı nahiye merkezi, 1952 yılında Isparta iline bağlı ilçe merkezi olmuştur. Bu yazıda, Türkiye Selçuklu Devletinin şehzadeler şehri ve Hamidoğlu Beyliğinin ilk başkenti Uluborlu’ya 10 kilometre mesafede bulunan Senirkent’in, beylik dönemindeki tarihi ile ilgili bilgileri değerlendirmeye çalışacağız.

Hamidoğlu Beyliğinin Kuruluşu

Türkiye Selçuklu Devletinin çöküşü ile birlikte Anadolu’da beylikler dönemi başlamıştır. Hamid Bey, XIII. Yüzyıl sonlarında Uluborlu merkez olmak üzere bağımsızlığını ilan ederek Hamidoğlu Beyliğini kurmuştur. Bu bakımdan Uluborlu, “beylik merkezi –başşehir-” olma özelliğine sahip bir ilçemizdir. Hamidoğlu Beyliği, Senirkent ilçesinin de içinde bulunduğu coğrafyada yaklaşık 120 yıl hükümran oldu. Hamidoğlu Beyliği’nin başında tahminen 1303-1304 tarihine kadar Hamid Bey, 1307-1308 tarihine kadar oğlu İlyas Bey bulunmuş, 1308’den sonra beylik Eğirdir’de hüküm süren İlyas Beyin oğlu Dündar Bey’e geçmiş ve yönetim merkezi de Eğirdir’e taşınmıştır. Uluborlu’da ise Dündar Beyin kardeşi Ferhat Bey, Uluborlu Beyi olarak devam etmiştir.[1]

Dündar Bey zamanında (1308-1326), Hamidoğlu Beyliği en parlak dönemini yaşamıştır. Hamidoğlu Beyliği ilk yıllarda Isparta, Burdur, Eğirdir, Barla, Atabey, Gönen ve Keçiborlu’dan ibaret iken; kısa sürede buna Yalvaç, Şarkikaraarğaç, Sütçüler, İncir, Ağlasun ve Antalya ilave olmuştur. Bu tarihlerde adı geçmemekle birlikte Uluborlu çevresinde bulunan Bisse (Başköy), Abdülcebbar, Yassıviran, Senirkent, Çaylak, Garip, Kabacalu (Küçükkabaca) ve İleği köylerinin yerleşmiş olarak, Yörükkabacalı (Büyükkabaca), Güreme, Susuz, Salgan, Çakal, Koçak, Yuva, Kayılı, Umuroğlu, Karaarslan, İnesara, İshaklu köylerini oluşturan cemaatlerin de yerleşik, yarı göçebe veya göçebe olarak bulundukları; Namraş cemaatinin kışın Uluborlu civarında, Kundanlı cemaatinin de Hoyran Gölünün Yalvaç tarafında üç grup halinde göçebe olarak yaşadıkları tahmin edilmektedir.[2] Arap coğrafyacısı El Ömeri’de Hamideli bir iklim olarak kaydedilir, başşehri Birgi/Borgu: Buranın hakimine Yalvaç, Karaağaç ve Eğridur iklimleri de tabidir. El-Ömeri diyor ki; bu ülkenin şehirleri azdır, köyleri çoktur. Burada 15 kale vardır. Buranın hakiminin 15 bin atlı, 15 bin yaya askeri vardır. Ve burası kuzeye doğru olan ülkelerin sonudur. Et-Tarif’de diyor ki: Zamanımızda buranın sahibinin adı Dündar olup, Antalya hakimi Yunus’un kardeşidir.Bu sıralarda Antalya, Hamid iline dahildir.[3]

Hamidoğlu Beyliğinin kurucusu Hamid Bey hakkında ve beyliğin kuruluş tarihi konusunda değişik rivayetler mevcuttur. Bir rivayete göre; Hamidoğullarının atası olan Hamid Bey, Selçuklularla birlikte Türkistan’dan gelmiş bir Türkmen aşiretinin reisidir. Hamid Bey, 1240 tarihinde Uluborlu’yu malikane ittihaz etmiş, Selçuklu Sultanları adına iş görmüş ve sadakatinden dolayı kendisine 1288’de beylik verilmiştir. Hamidoğlu Beyliği, Selçuklu Devletinin yıkılması üzerine 1299’da bağımsız bir devlet haline gelmiştir.[4] Şikari’nin Karamanoğulları adlı kitabında üstad bir silahşör olan Hamid Beyin Şam ümerasından olup her nedense memleketini terk ederek yedi bin yiğidi ile o zaman Sivas’ta bulunan ve Karamanoğulları Beyliğinin kurucusu olan (Kerimüddin) Karaman Beyin yanına geldiği ve ondan iyi muamele gördüğü; Karamanoğlu Mehmet Beyin 1277 yılında Konya’yı ele geçirdikten sonra Borlu (Uluborlu)’yu Çıralıdağ’a kadar Hamid Beye verdiği kaydedilmiştir.[5] Müneccimbaşı’nın “Cami’ü’d-Düvel” adlı eserinde; “Şam ümerasından olan Hamid Beyin, bilinmeyen bir sebepten dolayı memleketini terk edip Anadolu’ya geldiği ve vaktin Selçuklu Sultanı Alaeddin’in taltifine mazhar olup onun yanında kaldığı ve uzun müddet sultanın evlat ve kölelerine silah eğitimi yaptırdıktan sonra kendi namı ile anılan bölgeye vali olarak tayin edildiği” belirtilmiştir.[6] Bazı kaynaklarda Hamid Beyin Mısır ümerasından olduğu yazılıdır. Enver Süldür, Hamid Beyin Selçuklu devletinin Psidya Valisi olduğunu ve bu devletin çökmesi üzerine 1284 yılında bağımsızlığını ilan ettiğini belirtmiştir.[7] Hüseyin Şekercioğlu, Hamid Beyin Moğol İlhanı Ahmet Şah’ın davetine uyarak oturmakta olduğu Adana şehrinden 1280 tarihinde Konya’ya geldiğini; oğlu İlyas Beye Müstakil Uluborlu ve Dosteli Beyi olmak üzere bir ferman aldığını; Hamidoğlu İlyas Beyin Şarkikaraağaç, Yalvaç (Arıncak), Gelendost (Gelende), Eğirdir, Sütçüler (Cebel), Isparta, Burdur, Dinar, Sandıklı, Uluborlu, Senirkent, Şuhut, Akşehir, Çay, Bolvadin, Dazkırı, Acıbadem (Karaağaç) Davas bölgesine Karaağaçlı, Karatekeli, Eğirli Yörüklerini yerleştirdiğini söylemiştir.[8] Ramazan Topraklı, Hamid Bey ile ilgili daha farklı bir yorum yapmıştır. Hamid Bey, 1262 yılında Selçuklu Sultanı tarafından kendisine aman verilmesine rağmen haksız yere Şarkikaraağaç (bir rivayete göre Uluborlu)’da öldürülen Mehmet Bey (Şeh Menteş)’in oğlu olmalıydı. Bu olaydan sonra “Mehmet Beyin damadı Ali Bey, Denizli Türkmenlerine bey tayin edildi” denir ki, bu Denizli, bugünkü Denizli değil, Eğirdir’dir. Hamid Beye kah babasından dolayı Menteş, kah memleketinden dolayı Uluborlu (Amorion)’lu manasına Amourios denilmiştir. Mesalikü’l-Ebsar’a göre, “Derbentler hakimi Dündar oğlu Hızır olup, Menteşe evladındandır” kaydı, Hamid Beyin Menteşe evladı olduğunu göstermektedir. Hamid Bey (Amourios), İmparatorla iki kez anlaşma yaparak, Ertuğrul Gazi, Osman Bey ve bunlara tabi olan Türkleri Sakarya nehri civarına yerleştirdi. Pahimeris’e göre Hamid Bey, 6 oğluyla birlikte 1305’te Konya Sultanı II. Mesut huzurunda öldürüldü. Oğlu İlyas bir mucize eseri kurtuldu ve Sultan Mesut’u meydana davet etti. Konya Sultanı, İlyas Bey tarafından öldürüldü ve Türkiye Selçuklu Devleti son buldu (1308). Osman Bey, 1324 yılına kadar Hamid, İlyas ve Dündar beylere tabi oldu.[9]

Hamidoğlu Beyliğinin Sona Ermesi

XIV. yüzyılın son çeyreğinde Hamidoğlu Beyliği, Karamanoğlu Beyliğinin saldırılarından korunmak için Osmanlılardan yardım istemiş; Osmanlılar bu yardım karşılığında Akşehir, Yalvaç, Karaağaç, Beyşehir ve Seydişehir kaleleri ile Isparta’nın kendilerine satılmasını talep etmişlerdir. Bu kasabalar, 1381 tarihinde 80.000 altın karşılığı Osmanlılara devredilmiş; Hamid-ilinin tamamı 1391-1392’de Osmanlıların eline geçmiştir. Hamid-ili bölgesi 1402’de Ankara Savaşından sonra Osmanlıların elinden çıkmış; daha sonra 1423’de Antalya şubesi de dahil olmak üzere bu beyliğe ait toprakların tamamı Osmanlıların eline geçmiş ve Hamidoğlu Beyliği sona ermiştir. Bazılarına göre Hamidoğlu Beyliği 1426 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Bu tarihten itibaren Senirkent, kalıcı olarak Osmanlı yönetim sistemine dâhil olmuştur. Hamidoğlu Beyliği XV. yüzyılın başında sona ermiş olmasına rağmen, Isparta ve çevresi Hamid ili olarak anılmaya devam etmiştir. Osmanlı yönetim sisteminde XVI. Yüzyılda Anadolu Eyaletine bağlı olan Hamid Sancağı, 1867 yılında yapılan düzenlemede Konya Vilayetine bağlanmış, 1891 yılında “Hamidabad” adını almıştır. Milli Mücadelenin kazanılmasından sonra 1922 yılında müstakil vilayet olan “Hamidabad”, 1927 yılında “Isparta” olarak adlandırılmıştır.  

Hamidoğlu Beyliği Zamanında Senirkent ve Çevresi

Koyungözü Baba Zaviyesi Vakfı (1301)

Senirkent ilçesindeki yerleşimler hakkında XIV. yüzyıla ait elimizde yazılı belge olarak sadece 1301 tarihli Koyungözü Baba Zaviyesi Vakfiyesi vardır. Bunun dışında, Veli Baba menakıbında Uzun Er’in Gelibolu ve Rumeli’nin fethine katıldığına dair bir rivayet ile Şeyh Ahmed’in Sultan I. Murad ile görüştüğüne dair rivayet ve bu rivayetle ilgili “Engeltepe Efsanesi” mevcuttur. Senirkent tarihi bakımından çok önemli bir kaynak olan “Şeyh Ahmet Veli Menakıbı” kayıptır. Bu Menakıbın herhangi bir kopyası da mevcut değildir. Ayrıca XIV. yüzyılın sonlarında Yıldırım Bayezid’in Senirkent’ten geçtiği ve Elperekzade Camisi Vakfına harman yeri, 10 dönüm bağ ve 170 dönüm tarlanın gelirini bağışladığını bildiren bir ferman verdiğine dair bir rivayet daha vardır. Bu rivayetlerden Senirkent ve çevresi hakkında bilgi sahibi oluyoruz.

Senirkent ilçesindeki cami, mescit, zaviye ve türbe­lere ait yazılı belgesi olan en eski vakıf eseri; Gençali köyündeki Koyungözü Baba Zaviyesidir. Bazı belgelerde bu zaviyenin adı “Koyungözlü Şeyh” olarak da geçmekte­dir. Gençali köyündeki Bolat Dede Türbesinde medfun bulunan zatın Koyungözü Baba olduğu konusunda yaygın bir görüş vardır. Koyungözü Baba Zaviyesinin vakfiyesi H. 701 (M.1301) tarihli olup Isparta Halkevi Mecmuası Ün’ün Temmuz 1935 tarihli 16. sayısında yayımlanmıştır.[10] Vakfiyenin aslının, mütevelli sülalesinden anasıl Uluborlulu Senirkent’te oturan dokuz yaşında Topalakçı oğlu Ali Rıza’nın annesi Satıa’nın elinde olduğu belirtilmiştir.[11] Bu vakfiyeden anlaşıldığına göre; Ali Çelebi oğlu Hüsrev Çelebi adında bir kişi, güneyden Hoyran gölü, doğudan Taşkestik, kuzeyden Bozdurmuş dağı, batıdan Kırlangıç çayı ile çevrilen bir arazi parçasını bütün müştemelatiyle birlikte (Koyungözü Baba)’ya vakfetmek ve vakıf da sahih olabilmek üzere mülkiyet hakkını 112 kırmızı altın karşılığında Sultan Hamid’den (Hamidoğlu Beyliğinin kurucusu) satın almıştır. Koyungözü Baba Vakfını Uluborlu Kadısı Esseyid Muhammed ve dört kişi mühürleri ile tasdik etmiş; beş kişi de şahit gösterilmiş­tir.[12] Vakfiyede Hamidoğlu Beyliğinin kurucusu Hamid Beyden, “Sultan Hamid” olarak söz edilmesi dikkat çekicidir. Bu tarihten önce (1301), Hamid Beyin bağımsızlığını ilan ederek kendi adı ile anılan beyliği kurduğu anlaşılmaktadır.

Behset Karaca, “XV. ve XVI. Yüzyıllarda Uluborlu Kazası” adlı araştırmasında; Koyungözü Baba Zaviyesi ile ilgili MAD 3331 numaralı defterde ve 1570-71 tarihli defterde bulunan kayıtlar hakkında bilgi vermiştir.[13] Ayrıca 1848 tarihli defterde “Zaviye ve mezra-ı Koyungözü der karye-i Gence” diye kayıt düşüldüğünü, bu zaviye ve mezranın gelirinin 8.053 kuruş olduğunu; başka bir kayıtta bu zaviyenin Gencelü karyesinden arpa, buğday, burçak ve üzümden elde edilen 3.382 kuruşluk geliri olduğunu belirtmiştir.[14] Osmanlı Arşivinde Koyungözü Baba Zaviyesine yapılan zaviyedar ve mütevelli ataması hakkında belgeler,[15] XVIII. yüzyılın sonunda ve XIX. yüzyılın başında Koyungözü Baba Vakfının zarara uğratıldığına dair yazışmalar vardır.[16] Koyungözü Baba Zaviyesinin 1700’lerden tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar geçirdiği süreç şöyledir: “Koyungözü Baba Tekkesinin şeyhleri ve tekke merkezi (idaresi) 1700’lerden sonra İstanbul’a taşınmış ve bu araziden elde edilen gelirler İstanbul’a gönderilmiştir. Bu durum Cumhuriyet’e kadar devam etmiş, 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra bu araziler hazine arazisi olmuştur. Gençali köyündeki tekkeye ait araziler, bu arazileri işleyen köylülere verilmiştir. Büyükkabaca sınırları içerisinde kalan arazilerin bir kısmı köylülere verilmiş, bir kısmı da mübadele ile gelen göçmenlere dağıtılmıştır.”[17]

Uzun Er’in Gelibolu ve Rumeli’in Fethine İştiraki

Veli Baba Menakıbında, Bilecik’in fethi esnasında şehit düşen Seyyid Cafer’in oğlu olan “Uzun Er” lakaplı Ali Baba’nın oğlu Gül Battal Gazi ve torunu Hüseyin Gazi ile birlikte H.758 (M.1356-1357)’de Gelibolu’nun ve Rumeli’nin fethine iştirak ettiği ve H.763 (M.1361-1362)’de Uluğbey’e döndüğü ve orada öldüğü yazılıdır.[18] Uzun Er’in mezarı, Uluğbey köyünün yaklaşık 500 metre batısında Küçükkabaca’ya gidilen eski toprak yolun üzerindedir. Uzun Er, Veli Baba Menakıbındaki şecereye göre; Veli Baba’nın altıncı göbek dedesidir. Adı, Ali Seyyit’tir. Bedri Noyan’ın tespitine göre; Hacı Bektaş’ta irşad olup Uluğbey’e gelerek Bektaşi Tekkesini kuran ve irşada başlayan kişidir. Menkıbeye göre; boyu çok uzun olduğu için “Uzun Er” denilmiştir. Uzun Er’in, Gençali köyünde medfun Koyungözü Baba ve Yassıören köyünde medfun Kargın Baba ile çağdaş olduğu söylenmektedir.

Veli Baba Menakıbında, Uzun Er ile ilgili anlatılan rivayet şöyledir: H.756 (M.1355/1356) tarihinde Sultan Orhan’ın oğlu Gazi Süleyman Paşa Rumili’ne geçmek ve Rum ilini fethetmek sevdasına düşüp Bilecik’te şehit olan Seyyid Cafer’in oğlu Ali ki (Uzun Er) demekle tanınmıştır. Ona name (mektup) yazıp “Vefadarım Uzun Er, sana vasıl olıcak (ulaştığında) ceddin (atan) Hz. Resulullah ve ceddin Hz. Ali Efendilerimiz hürmetine bir an durmayup evlad-ı Ali’den harbe ve darbe yarar bahadırandan size şebih (benzeyen) kimseler var ise alup fi sebilillah cihad içün tarafıma gelesin. Zira Rum iline geçmek efkarındayım (niyetindeyim). Nasıl ki pederi aliniz Seyyid Cafer Bilecik fethinde himmet ve gayret idüp feth olunup ve peder-i alinizin can-ı azizi cananına vasıl olup (şehid olup) nam-ı nigu (iyi, güzel nam) bıraktığı gibi, siz ve biz cümlemiz ya şehid veya gazi olup ta zaman-ı haşre (kıyamet gününe) dek bir nam-ı nigu (iyi bir nam) bırakırız. Binaenaleyh kerem idüp gelesin ve bu sırrı kimseye ifşa itmeyesin” deyi hatm-i kelam eylemiş (sözünü bitirmiş).[19] 

Uzun Er, H.757 / M.1356 tarihi nihayetinde Gül Battal demekle maruf (tanınan) Cafer dilaveri ve Gül Battal Gazi oğlu Seyyid Hüseyin Gazi bilesince alup (eşliğinde) Kütahya’dan Bursa’ya geldi. H.758 / M.1356/1357 yılı ibtidasında (başlarında) Mart ayının onuncu günü Sultan Orhan oğlu Gazi Süleyman Paşa ile buluştular. Gazi Süleyman Paşa, Uzun Er’in geldiğine çok memnun ve mesrur oldu (sevindi). Zira korkar idi ki Karaman oğulları tarafından beyinlerinde olan dostluğa mebni bunları bırakmayalar. Halbuki ise Karaman ve Hamid oğulları Sadat (Hz. Ali’nin soyundan gelenler)’ın daima aleyhlerinde bulunduklarından beyinlerinde bürudet (soğukluk) olup, Sadat anların sözlerine sem-u itibar itmezlerdi (kulak vermezler, dinlemezlerdi). (…) Sultan Orhan Rumili gazasını şehzadesi Gazi Süleyman Paşaya sipariş eyledi. Nihayet Süleyman Gazi Paşa, Ece Bey ve Fazıl Bey ve Evranus Bey ve Uzun Er nam Ali Gazi ve oğlu Gül Battal Gazi ve Gül Battal oğlu Hüseyin Gazi ve Hacı İl Bey bu bahadıranın eşbahı (benzeri) seksen dilaveran (yiğitler) ile Bursa’dan çekilüp Aydıncık’a geldikte ol diyarın asarı garibe ve binayı acibesin müşahede idüp Temaşalık namıyla maruf (tuhaf eserleri, acayip binaları görüp, Seyirlik adıyla tanınan) Kasr-ı Süleymani’ye çıktılar ki Belkıs içün bina olunduğun rivayet ederler. (…) Şehzade Süleyman Gazi Paşa ol esnada canib-i deryaya nazar kılup (denize bakıp) bir zaman tul-u dıraz fikre varup (uzun süre dalıp) düşündü durdu. Güya ki ayine-i deryada (denizin aynasında) fetih ve zafer müşahedesin kıldı. Hazır olan bahadırlardan “Canım, bais-i fikriniz (düşüncenizin sebebi) nedir? Biz de bilelim ve ana göre bir tedarik kılalım” dediklerinde Şehzade: “Bu deryadan nice Rumeli’ne geçilür? Ve nice bu derya fetih olunur, anı düşünürüm, bu babda sizler nice tedbir idersiniz, bu iş müşkildir, bunun asan tariki (kolay yolu) nedir” buyurdu.[20] 

Uzun Er: “Şehzadem bu Rumili’ne geçmek ve bu beldeyi açmak müşkül değildir. Ancak mukaddem (önce) bir sal yapub gece ile Rumili’ne birkaç bahadır geçmeli. Rumili ahalisinden bir adem kapub sala koyup gece ile yine bu tarafa gelmeli. Şu halde Rum ilinin o adem kılavuzu olur. Bu surette cümlemiz birden bir iki sal ile geçer gazaya mübaşeret ideriz (savaşa başlarız)” dedi. Uzun Er denilen Seyyid Ali Gazinin bu tedbirini tasvip idüp şehzade: “Bu salı kim yapa ve bu işi kim göre” deyu bahadırların yüzlerine baktığında, Ece Bey ve Fazıl Bey nam dilaverler bu hizmetin üstesinden gelmeği taahhüt ettiler ve salı yaptılar. İkisi ol salın üstüne binüp: “Ey Pir, seyidimiz sen de bizimle bin” dediler. Pir Uzun Er dahi sala bindi mezkur salı ne taraftan salıverelim deyu, Uzun Er’den sual olundukta, cevabında “Tevekkül bahrine (denizine) salıverelim” buyurdu. Binaen’aleyh ol salı tevekkül bahrine salıverdiler. Gelibolu’dan yukarı Çimenik nam kal’anın kenarına çıktılar. Gece ile bağçeler arasından bir adem (adam) bulup bağladılar ve sesini çıkarmayup acele yine Aydıncık tarafına geçüp Şehzade Süleyman Paşa Hazretlerine getürdikleri adamı arz ettiler. Şehzade-i ali-himmet de ol ademe hil’at giydirdi (kaftan giydirdi) ve hatırını hoş tuttu. O adem de bu ihsanı ve bu lütfu göricek bunları sevdi ve can-ı dilden (canı gönülden) muhabbet itti. Bunlara kılavuzluk idecek oldu. Ol ademe sual ittiler ki: “Mümkün müdür düşman duymadan bizim sizin hisarınıza girebilmek?”

Ol adem itti: “Ben sizi bir yerden götürem ki hiç kimse sizin geldiğiniz duymaya” didikte iki gayetle büyük sal peyda ittiler, her birine kırk namdar bahadıran süvar oldu (bindi). Esbab-ı harp ve kıtal ve cenge ve cidale lazım olanları alup ol sallara yükleyüp ol iki sallardan birine Şehzade Süleyman Paşa binüp, bu sal içünde Hünkar Hacı Bektaş Veli Hazretlerini Pir-i irşad iden Pir Seyyid Uzun Er ile oğlu Gül Battal Gazi ve hafidi (torunu) Hüseyin Gazi bile bindiler. Ve ikinci salda Hacı İl Bey ve Ece Bey ve Fazıl Bey ve Evranos Bey bindiler. E’uzu besmele ile (Destur Ya Pir denilüp bir karanlık gecede inayet-i Rabbani ve himmeti ruhani ile Rum ili yakasına geçtiler ve bu ebyatı (bu beyitleri) su üzerinde ezbere okudular; [21]

Akdenizi geçmişiz bir bir-iki sal ile

Himmet Şahı Merdan gayıbtan irsal ile

Oldu bizim salımız taht-ı Süleymanımız

Gözlerimüz açmışuz ahsan-i amel ile

 

Gaziler gece ile kal’anın içine girdiler. Suhuletle hisarı feth ittiler. Kal’a içinde bulunan düşmanları incitmediler. Belki biraz in’am (sadaka) ve ihsan ittiler. O kal’a önünde mevcut olan gemileri Aydıncık tarafına karşuya gönderdiler. O gece 300 gazi geçüp üç güne dek üç bin dilaver cem oldu. Rum ilinde mukaddem Allah dir bir fert yok iken “Allah-u ekber” avazıyla ve Gülbank-ı Muhammediyye ile güm güm gümülettiler. Ve Bolayır’da ve Akça limanda bazı düşman gemileri haberin alup Ece Bey, Pir Uzun Er, Gül Battal oğlu Hüseyin Gaziler ile kal’ada bulunan atlara suvar olup ol canibe ılgar idüp (atlara binip o yöne dörtnala gidip) gemileri ateş ile yaktılar. Ol mahalle yakın Ayaslonya nam Kal’a dahi fetholundu. Şimdi ona Tekfurdağı dirler.[22]

Ba’dehu Gazi Süleyman Paşa Ece Beyi ve Uzun Er’i ve oğlu Gül Battal’ı ve Gül Battal oğlu Hüseyin Gaziyi Gelibolu fethine tayin buyurup kendileri Bolayır’da karar eylediler. Bu bahadırlar Gelibolu’ya gelüp, vuku bulan muharebede Gül Battal Gazi ve oğlu Hüseyin Gazi şehid oldular. Uzun Er, kendi yediyle bahirden kal’a tarafında kabirleri birbirine onbeş hatve yakın defnitti. (Uzun Er, kendi gücüyle şehidleri, denizden kale tarafında onbeş adımdan yakın defnetti).  Ba’dehu (daha sonra) Uzun Er dahi mecruh olup (yaralanıp) bir eyyam Gelibolu’da kesb-i afiyet itti (bir süre Gelibolu’da dinlendi). Harbe başladı ve şehzade-i namdar arzu-yi sayd-ü şikar idüp elinde olan şehbazı şikar ardınca salmıştı. (Adı geçen şehzade avlanmak isteyip, onun ardınca doğanı salmıştı). Ve kendüleri de atına üzengi urup süratle revan oldukta kaza ile atın ayağı bir köstebek deliğine geçüp attan tekerlenüp yanının üzerine yıkılmağla şehzade at altında kalup ruh-u şehbazı dahi alem-i balaya pervaz eyledi (şehzade kaza ile attan düşerek ruhunu teslim etti). Bundan sonra çok düşman gemileri ve askerleri gelüp, cümlesine asakir-i İslam (İslam askerleri) galip olduktan sonra Uzun Er bir vafir (çok) gaziler ile bir gemiye binüp Bandırma’ya çıktılar. Badehu dergah-ı şerife (Uluğbey’deki dergaha) gelüp, bir müddet berhayat olduktan (yaşadıktan) sonra bir gün Uluborlu’dan gelürken batnına bir veca’ arız olup (karnında bir ağrı hissedip) dergaha yakın bir kuru çay kenarına oturdu. O esnada 75 yaşında idi. Dergaha haber olup getürmek içün evlad ve ensab (evlat ve yakınları) geldiler ise de “benim vaktim tamamdır, beni buraya defnidin” deyu vasiyet idüp, birkaç tevhid idüp ruh-u revanı semt-i cinan’a pervaz eyledi (ruhunu teslim ederek cennete uçtu) (H.766/ M.1364-1365). Kabr-i şerifleri meşhurdur. Veli Baba Menakıbnamesinde, Şeyh Şehabeddin “Hilyetül-elban ve Tuhfe-tül-ahbab” adlı eserinden Uzun Er’in Hacı Bektaş Veli’yi irşad ettiği nakledilmiştir.[23]

Veli Baba Menakıbında, Uzun Er ile ilgili nakledilen rivayetlerde tarihi olaylarla örtüşen noktalar bulunmasına rağmen, “Uzun Er’in Hacı Bektaş Veli’yi irşad etmesi” olayında olduğu gibi, tarihi gerçeklerle örtüşmeyen hususlar da vardır.[24] Yine Veli Baba Menakıpnamesinde Uzun Er’in H.766 / M.1364-1365 yılında 75 yaşında vefat ettiği yazılıdır. Ancak, aynı menakıpnamede Osman Gazi’nin daveti üzerine Uzun Er’in babası Seyyid Cafer ve oğlu Gül Battal Gazi ile birlikte İnegöl taraflarında savaştığı (1286-1287) ve Bilecik’in fethine katıldığı (1299); Orhan Gazi zamanında Süleyman Paşa’nın daveti üzerine oğlu Gül Battal Gazi ve torunu Hüseyin Gazi ile Rumeli ve Gelibolu’nun fethine katıldığı (1356-1357) rivayet edilmektedir. Bu durumda Uzuner’in vefat ettiğinde 120 yaş civarında olması gerekir. 120 yaşındaki piri faninin oğlu ve torunu ile birlikte Rumeli fethine katılması, rivayetin doğruluğu hakkındaki şüpheleri artırmaktadır.

Uzun Er ile ilgili başka rivayetler de vardır. Uzun Er / Uzun Dede Rumlarla savaşırken şehit düşmüş, başı vücudundan ayrılmış, fakat o günün akşamı tekrar birleşmiş, bin kadar Rum askerini öldürmüştür. Daha sonra kılıcını havaya atmış, düştüğü yere gömülmesini istemiştir. Köy halkından bazı kişiler, bazen mezarın etrafında siyah bir yılan gördüklerini, bu yılanın Uzun Dede’yi koruyan kılıcı olabileceğini söylemişlerdir.[25] Bir başka rivayete göre Uzun Er, Battal Gazi’nin ordusunda bir bölük komutanıdır. Bu komutan daha sonra ordudan ayrılarak bölüğüyle Uluğbey’e gelmiş ve buraya yerleşmiştir. Boyu çok uzun olduğu için köy halkı tarafından “Uzun Er” diye anılmış, öldükten sonra da kendi­sine böyle ihtişamlı bir mezar yapılmıştır. Uzun Er’in mezarı, günümüzde köyün önemli ziyaret yerlerindendir. İnsanlar burada dua ederler. Bazı adak sahipleri mezarın duvarına taş koyarak adak adarlar. Bir rivayete göre de kasabanın dört tarafında Uzun Er’in silah arkadaşlarının mezarları vardır.[26] Uzun Er’in bugünkü kabri, 1985 yılında Uluğbey Kasabası Eski Eserleri Koruma Derneği tarafından yaptı­rılmıştır. Kabrin uzunluğu 12,20 metredir. Mezarın dört bir tarafı yığma taşla çevrili olup, taşların üstü betonla kaplanmıştır. Mezarın baş kısmında mum yakmak için küçük bir boşluk bulunmaktadır.

Şeyh Ahmet Veli’nin Osmanlı Padişahı I. Murat İle Görüşmesi

Senirkent’in Şeyhler Mahallesinde Şeyh Ahmet Veli Türbesi ve Camisi vardır. Şeyh Ahmet Veli halk arasında Şeyh Ahmet Sultan olarak tanınmaktadır. Şeyh Ahmet Sultan Menakıbına göre; “Şeyh Ahmet Veli’nin Dulkadiroğulları ahfadından olduğu, Adana fatihi olarak anıldığı ve Hacı Bektaş Veli Dergâhına intisap ettiği ve bir müddet sonra ‘Beşinci Halife’ unvanı ile kendisine izin verildiği ve Senir­kent’e gelerek dergâhını kurduğu” rivayet edilmektedir.[27] Şeyh Ahmet Veli’nin İmam Musa Kazım’ın 17. kuşaktan torunu olduğu da söylenmektedir. Şeyh Ahmet Veli’nin mensubu olduğu Dulkadiroğulları, Antep ve Maraş taraflarında yaşayan konargöçer Türkmen aşireti olup, M.1337 tarihinde kendi adları ile anılan beyliklerini kurmuşlardır.[28]

Şeyh Ahmet Veli’nin doğum ve ölüm tarihleri hakkında elimizde kesin bilgi mevcut değil. Kemal Turfan, Şeyh Ahmet’in Osmanlı ordusunda savaşan bir mücahit olabileceğini ve tahminen M.1310-1390 yılları arasında yaşadığını belirtmiştir.[29] Kenan Hakkı Tunç’a göre; Şeyh Ahmet Veli tahmini olarak M.1300 doğumlu olup, M.1325 tarihinde Hacı Bektaş dergahına intisap etmiş ve burada on sene hizmet ettikten sonra M.1335 tarihinde Senirkent’e gelmiştir.[30]  Şeyh Ahmet Veli bir görüşe göre 1335 yılında, başka bir görüşe göre 1370 yılında Senirkent’e gelip yerleşmiş bir Bektaşi şeyhidir. Şeyh Ahmet Veli Menakıbı ve Hacı Durmuş Efendiye atfedilen rivayete göre; Şeyh Ahmet Veli Senirkent’e geldiğinde, Senirkent 60 haneli bir köydür.[31]

Senirkent ve çevresi 1381 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı Padişahı I. Murat (1360-1389), Osmanlı Devletine yeni katılan Hamideli topraklarını denetlemek amacıyla 1387 yılında sefere çıkmış;[32] bu sefer esnasında Senirkent’ten geçerken kendisini karşılayanlar arasında bulunan Şeyh Ahmet Veli ile de görüşmüştür. Bu görüşmeden memnun kalan Padişah, Şeyh Ahmed Zaviyesinin koyun sürüsünün vergiden muaf olması ve Işıklar yerindeki 200 dönüm arazinin tekkeye vakfedilmesini emretmiş; Bursa’ya dönüşünde bu hususa dair bir ferman göndermiştir.[33] Osmanlı Padişahı I. Murat ile Şeyh Ahmet Veli’nin görüşmesi dergâhtaki kitabeye göre H.787 (M.1385), Turfan’a göre H.789 (M.1387) tarihinde gerçekleşmiştir.[34] Turfan’ın belirttiği gibi, bu görüşmenin 1387 yılında yapılmış olması kuvvetli ihtimaldir. Osmanlı Padişahı I. Murat tarafından Şeyh Ahmet Veli’ye gönderilen fermanın aslı kayıptır ve herhangi bir kopyası da yoktur. Sultan I. Murat ile Şeyh Ahmet Veli’nin karşılaşması, bazı efsane ve rivayetlere konu olmuştur. Osmanlı kaynaklarına göre Sultan I. Murat, Rumeli seferinde iken (1386), Karamanoğlu Alaedin Ali Bey, Osmanlı’nın Hamidoğullarından satın aldığı topraklara saldırmıştır. Bunu haber alan Sultan I. Murat, Rumeli seferini yarıda keserek H.789 (M.1387) yılında Karamanoğlu üzerine yürümüş, Konya yakınlarında cereyan eden savaşta Karamanoğlu Alaeddin Beyi mağlup ederek bu bölgeyi geri almıştır.[35] Sultan I. Murat’ın bu sefer esnasında (M.1387) Senirkent’ten geçme ihtimali kuvvetlidir. Salih Zeki Yıldırım’ın naklettiği rivayete göre, Murat Hüdavendigar Konya-Akşehir, Yalvaç yolu ile Senirkent’e gelmiş, (1372?)’de Şeyh Ahmet Veli ile görüşmüştür.[36] Bu görüşme ile ilgili anlatılan rivayetler, “Engeltepe Efsanesi” ve Şeyh Ahmed Sultan Zaviyesi/Türbesi hakkında daha geniş bilgi için bkz. İbrahim Karaer. Senirkent İlçesinin Kültür ve Tabiat Varlıkları, Isparta, Senirkent Yükseliş Birliği, 2018, s.77-79.

Elperek Mustafa Dede

Senirkent’te kendi adı ile anılan Elperekzade Camisini inşa ettiren Elperek Mustafa Dede, Şeyh Ahmet Veli ile çağdaş olup XIV. yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. Elperekzade Camisinin adı, XV. ve XVI. yüzyıl belgelerinde Senirkent Mescidi olarak geçmektedir. Bu cami günümüzde Orta Cami veya Elperekzade Camisi olarak anılmaktadır. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in (1389-1403), 1391 tarihinde Konya’dan Antalya’ya giderken Elperek Mustafa Dede’nin Senirkent’te inşa ettirdiği Orta Cami’ye (Elperekzade Camisine) 170 dönüm tarla, 10 dönüm bağ ve harman yeri vakfedilmesini irade buyurduğu rivayet edilmektedir.[37] Bu rivayetin de, tarihi olaylarla örtüştüğü görülmektedir. Osmanlı kaynaklarında 1391 yılında Karamanoğlu’nun tekrar Hamid İline saldırması üzerine, Yıldırım Bayezid’in Osmanlı ordusunu toplayıp Bursa’dan hareketle önce Hamid İline yürüdüğü ve Hamidoğlullarına ait olan toprakları ele geçirdikten sonra, Teke İli (Antalya)’ni de fethedip, Konya önüne geldiği yazılıdır.[38] Yılmaz Öztuna, Yıldırım Bayezid’in İkinci Anadolu Seferinde (1390-1391) önce Ankara’ya geldiğini, kışı burada geçirdiğini ve 1391 yılında Ankara’dan Isparta’ya geldiğini; bundan sonra Antalya’ya gittiğini yazmıştır. Teke’den tekrar Isparta’ya gelen Bayezid, doğuya doğru ilerleyerek Karaman Beyliği üzerine yürümüştür.[39] Bayezid’in, bölgedeki bu hareketi esnasında Senirkent’ten geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Orta Cami imam ve mütevellilerine verilen 1829 tarihli beratta geçen “merhum Bayezid Sultan zamanında mukayyed” ibaresi ile 19 Temmuz 1910 tarihli dilekçeye verilen cevapta geçen “merhum Sultan Bayezid Handan hükmü alişan olup” kayıtlarından; Orta Caminin XIV. yüzyıl sonlarında inşa edildiği; dolayısıyla Elperek Mustafa Dede’nin bu tarihlerde yaşadığı anlaşılmaktadır.[40]

Sonuç

Türkiye Selçuklu Devleti zamanında kurulan ve uzun yıllar köy olarak varlığını sürdüren Senirkent hakkında ilk yazılı belge XV.Yüzyılın son çeyreğine aittir. Bu tarihten önceki bilgiler, bugün elimizde mevcut olmayan Şeyh Ahmet Sultan menakıbına ve rivayetlere dayanmaktadır. Sultan I. Murat ve Yıldırım Bayezid hakkında Senirkent ile ilgili anlatılan rivayetlerin tarihi olaylarla örtüşmesi; bu rivayetleri değerli kılmakta, Senirkent’in tarihi hakkında bilgi edinmemize yardımcı olmaktadır. Senirkent ilçesi sınırları içinde bulunan Gençali köyündeki Koyungözü Baba Zaviyesinin 1301 tarihli vakfiyesi, bu döneme ait ilk yazılı belge olması bakımından önemlidir.  Veli Baba Menakıbında Seyyid Cafer ve oğlu Uzun Er’in, Osman Gazi ve Orhan Gazi zamanında Osmanlı ordusuna yardıma gittiklerine dair anlatılanların tarihi kaynaklarda geçen olaylarla aynen örtüştüğünü söylemek mümkün değildir. Veli Babanın ataları ile Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi arasındaki yakınlık; Seyyid Cafer, Uzun Er ve oğlu Gül Battal’ın Osman Gazi ve Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa ile birlikte Bizans’a karşı kahramanca savaşmaları ve Bilecik’in fethi sırasında Uzun Er’in babası Seyyid Cafer’in şehit olması; Uzun Er’in Rumeli’nin fethine öncülük eden kahramanlar arasında yer alması Senirkent ilçesi adına, gelecek kuşaklara gururla aktarılabilecek kıssalardır.

KAYNAKLAR

[1] Kadir Karacan, Büyükkabaca ve Yöresi Tarihi,  İstanbul, 2012, s.27.

[2] Kadir Karacan, a.g.e. İstanbul, 2012, s.25.

[3] “Beylikler Hakkında Kaynaklardaki Bilgiler” /çev. Kazım Yaşar Kopraman, Hamideli Tarih, sayı:2, Temmuz 2015, s.87.

[4] Sait Demirdal, Bütünüyle Uluborlu, İstanbul, 1968, s.49,53.

[5] Sait Kofoğlu, Hamidoğlu Beyliği, Ankara, 2006, s.6-77.

[6] Sait Kofoğlu, a.g.e. Ankara, 2006, s. 89.

[7] Enver Süldür, Isparta Tarihi c.1, İzmir, 1951, s.18-19.

[8] Hüseyin Şekercioğlu, Gelendost Tarihi, İstanbul, 1989, s.269.

[9] Ahmet H. Cebeci, Ramazan Topraklı, 16. Asırda Hamid Sancağı, Ankara, Semih Ofset, 2018, s.7-8.

[10] Tahir Erdem, “Hamitoğulları Tarihine Ait Yeni ve Önemli Bir Belge”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 2 (16), Temmuz 1935, s.223-225. M. Mes’ud Koman, “Hamid Beyin Adı Geçen Mühim Bir Vakfiye” adlı makalesinde Koyungözü Baba Zaviyesi Vakfiyesinin tarihini H.701 olduğunu belirtmiştir. (Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 9 (97-98) Nisan-Mayıs 1942, s. 1340)

[11] Tahir Erdem, a.g.m. Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 2 (16), Temmuz 1935, s. 224.

[12] Tahir Erdem, a.g.m. Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 2 (16), Temmuz 1935, s. 225.

[13] Bu mezra ile ilgili olarak MAD 3331 numaralı defterde; “Mezra-i Derbendağzı Çukur yeri ma’a takaddümden Hamidoğlu zamanın­dan vakf ola gelmiş Koyungözlü Şeyh vakfiyet üzere tasarruf ede gelmiş mezkur Koyungözlü Şeyh fevt olmuş oğlu Şeyh Ali ve oğlu Şemseddin Fakih ve kardeşi Şirin Abdal mutasarrıflardır deyu suret-i defter-i köhnede mukayyed şimdiki halde padişahımız i’zallahu ensara hazretleri mezkur vakfın vakfiyetini kemakan mukarrer dutub Koyungözlü evladından Şeyh Davud ve Şeyh Şemseddin ve ammuları Şirin Abdal’a hükm-i hümayun sadaka ittüğü deftere kayd olunduğuna” dair bir kayıt vardır. 1570-1571 tarihinde ise; “Mezra-i Derbendağzı su yeri Hamidoğlu zamanın­dan beri vakıf olup Koyungözlü Şeyh vakfiyet üzere tasarruf ede geldi deyu defter-i köhnede mestur evladından Şeker Dede tasarruf eder ba-berat” kaydı vardır. (Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Uluborlu Kazası. Isparta, 2012, s. 130.)

[14] Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Uluborlu Kazası, Isparta, 2012, s.130.

[15] M. Sadık Akdemir, “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Uluborlu’daki Vakıf Hizmetleri”, Arayışlar İnsan Bilimleri Araş­tırmaları, yıl:7, sayı:13, 2005, s.128-129. BOA Cevdet Evkaf Nr. 9460, 2560126410

[16] BOA C.EV.507-25601

[17] Kadir Karacan, Büyükkabaca ve Yöresi Tarihi, İstanbul, 2012, s.27.

[18] Veli Baba Menakıpnamesi / yay. haz. Bedri Noyan, 3.bsk. İstanbul, 1996, s.165. Tahir Erdem, “Isparta Çevresi Tarihiyle İlgili Notlar”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 2 (20) İkinci Teşrin 1935, s.290-292.

[19] Veli Baba Menakıbnamesi / yay. haz. Bedri Noyan, 3.bsk. İstanbul, 1996, s.165.

[20] Veli Baba Menakıbnamesi / yay. haz. Bedri Noyan, 3.bsk. İstanbul, 1996, s.165-166.

[21] Veli Baba Menakıbnamesi / yay. haz. Bedri Noyan, 3.bsk. İstanbul, 1996, s.167-168.

[22] Veli Baba Menakıbnamesi / yay. haz. Bedri Noyan, 3.bsk. İstanbul, 1996, s.168.

[23] Veli Baba Menakıbnamesi / yay. haz. Bedri Noyan. 3.bsk. İstanbul, 1996, s.169-170.

[24] Veli Baba Menakıbnamesi / yay. haz. Bedri Noyan, 3.bsk. İstanbul, 1996, s.170-171.

[25] Isparta ve Çevresindeki Türbe ve Ziyaret Yerleri, Isparta, 2014, s.158-159.

[26] Yasin Erdenk, Isparta Yöresi Ziyaret ve Adak Yerleri, Isparta, SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, s.CXLVI-CXLVII.

[27] Kenan Hakkı Tunç, Senirkent Tarihine Bir Bakış: Şıh Ahmet Veli. Hür Senirkent, (43), 27 Kasım 1954, s. 3.

[28] Kenan Hakkı Tunç, a.g.m. Hür Senirkent, (43), 27 Kasım 1954, s. 3.

[29] Kemal Turfan. Senirkent Tarihi. Senirkent yukselis.com./5.10.2009.

[30] Kenan Hakkı Tunç, Senirken Tarihine Bir Bakış: Şıh Ahmet Veli II. Hür Senirkent, (44), 3 Aralık 1954, s. 1.

[31] Kenan Hakkı Tunç, 787 Tarihi ve Ali Rıza Rüştü Efendi. Hür Senirkent, yıl:2, sayı: 42, 13 Kasım 1954, s.1, 4. Kenan Hakkı Tunç, Şıh Ahmet Veli 2. Hür Senirkent, (44), 3 Aralık 1954, s. 4. Kemal Turfan. Senirkent Tarihi, Senirkent Postası, (194) 10 Ağustos 1974.

[32] Behset Karaca, “Sultan Murad’ın Karaman Seferi esnasında muhtemelen Eğirdir’in de fethedildiğini” belirtmiştir. (Behset Karaca, 1501’de Hamid Sancağı Vakıfları, Burdur, 2014, s.36.

[33] Kemal Turfan, Senirkent Tarihi. Senirkent yukselis.com.

[34] Kenan Hakkı Tunç, 787 Tarihi ve Ali Rıza Rüştü Efendi. Hür Senirkent, (42), 13 Kasım 1954, s. 3.

[35] Sait Kofoğlu, Hamidoğulları Beyliği, 2006, s.268-271. Sait Demirdal. Bütünüyle Uluborlu, İstanbul, 1968, s.55.

[36] Salih Zeki Yıldırım, Tarihte Kabacalılar ve Büyükkabaca, Isparta, 2003, s. 46,117.

[37] Kemal Turfan, Senirkent Tarihi. Senirkent yukselis.com. Hasan Özev. Senirkent ve Çevresinde Batıl Halk İnançları. Ankara, 1976, s. 17. (A.Ü. İahiyat Fakültesi Bitirme Tezi)

[38] Sait Kofoğlu, a.g.e, 2006, s.282-286.

[39] Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, İstanbul, 1964, s.69-70.

[40] Kemal Turfan, Senirkent Tarihi, Senirkent Postası, (209), 14 Haziran 1975

 

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Hamidoğlu Beyliği Zamanında Senirkent ve Çevresi (1300-1423)

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.