Dr. İbrahim KARAER

 

Veli Baba Zaviyesi Vakfı, Türbe ve Camisi

Senirkent ilçesinin en önemli kültür varlıklarından biri olan Veli Baba Türbesi ve Camisi, Uluğbey köyünde bulunmaktadır. Veli Baba Zaviyesi ile ilgili günümüzde herhangi bir kalıntı mevcut değildir. Veli Baba Türbesi, XVII. yüzyıl Osmanlı eseri olup, 400 yıllık geçmişi vardır. Bu türbe, Senirkent ilçesindeki en eski tarihi yapıdır. Bu tarihi yapı, XVI. ve XVII. yüzyılda Uluğbey’de yaşayan,  tarikat ehli, ermiş bir kişi olan Veli Baba’nın adı ile anılmaktadır.

Veli Baba Zaviyesi Vakfı (1637)

Veli Baba, sağlığında dergâhına kendi mülklerini vakfederek bir vakfiye düzenlemiştir. 12 Recep 1047 (30 Kasım 1637) tarihli bu vakfiyeye göre; kendi mülkü olan evini, iki kıta bağını, bir misafirhane ve bir aşhaneyi, üç kazan ve iki sofra sahanını, Yassıviran köyü sınırları içinde bulunan Davud Değirmeni adıyla bilinen kendi değirmenini dergâha vakfetmiştir (Belge-1). Ulugüb (Uluğbey) köyünün gelirleri, 19 Zilhicce 1053 (28 Şubat 1644) tarihinde Veli Baba Zaviyesi Vakfına tahsis edilmiştir. Ancak Uluğbey’in arazisi,kadimi kılıç tımarı olduğu için” vakıf olması meşru olmadığından 12 Şaban 1068 (15 Mayıs 1658) tarihinde emr-i şerifle geri tımar olarak tashih olunmuştur (Ürekli- Baş, 1994-1995: 150-1529). Uluğbey köyü gelirlerinin Veli Baba Dergahı Vakfına tahsisiyle ilgili 1812 yılında yeni bir ferman yayınlanmış ise de, bu ferman uygulanmamıştır. Takiyüddin Efendinin gayretiyle 1893 yılında gelip geçen misafirlerin yedirilip içirilmeleri için dergaha aylık 500 guruş taamiye (yemek bedeli) tahsis edilmiştir (COA BEO 390.1916). Veli Baba Dergahı Mütevelli ve Postnişini Takiyüddin Efendinin uzun bir hukuk mücadelesinden sonra, 1913 yılında Uluğbey köyü gelirleri Veli Baba Dergahına tahsis edilmiştir. Veli Baba Dergahının tamiriyle ilgili bir belgede, dergahın aşhanesi ve sekiz misafir odası bulunduğu belirtilmiştir (Belge-2 COA EV.MKT 2129). Veli Baba Dergahı ile ilgili günümüzde herhangi kalıntı mevcut değildir. Türbenin yakınındaki bir evin altında bulunan küçük bir mekân “Veli Babanın Çilehanesi” olarak adlandırıl­maktadır. Eldeki belgelerden Dergahın, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar faaliyetini sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

 

Uluğbey Köyündeki Veli Baba Türbesi ve Camisinin İnşası

Veli Baba Menakıpnamesine göre; Abbasi Halifelerinden Bi-Emrillah bin Nasır (Zahirbiemrillah) zamanında H.623 (M.1226)’de Uluğbey köyündeki Seyyid Hasan Gazinin mezarı üzerine bir dergah ve cami inşaatına başlanmış; Mimar Mustafa Paşa’nın ölümü üzerine caminin kubbeleri açık kalmıştır (Noyan, 1996: 160-162). Bu bilgi, XVII. Yüzyılda inşa edilen Veli Baba Türbesi ve Camisinin yapılış hikayesini hatırlatmaktadır. Osmanlı Padişahı IV. Murat’ın komutanlarından Mustafa Zor Paşanın emri ile inşaatına başlanan Uluğbey köyündeki türbe ve cami inşaatı, Paşanın H.1038 / M.1622’de Bağdat kalesi önünde şehit düşmesi üzerine yarım kalmış, caminin üstü Veli Babanın gayretiyle kapatılmıştır. Türbedeki kitabeden türbe inşaatının 1613 yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır (Karaer, 2018: 113-118).

Veli Baba menakıbında Veli Baba Camisinin türbe ile birlikte inşa edildiği yazmakta ise de başka bir belgeden, caminin daha sonraki bir tarihte inşa edildiği anlaşılmaktadır (Belge-3: Öztoprak Ailesi Özel Arşivi nu.245-246).

Isparta Kültür Envanterinde Veli Baba Külliyesi hakkında şu bilgiler yer almıştır: “Veli Baba Türbesi ve Camisi birbirine bitişik iki yapıdır. Türbe ve cami dikdört­gen planlıdır.  Türbenin kuzey dış duvarında bir mihrab vardır. Türbeye giriş kısmı dikdörtgen ve kubbelidir. Türbenin ortasında büyük bir kubbe, güney ve kuzeyinde iki küçük kubbe vardır. Cami zaviye tiplidir. Mihrabın olduğu kısım dışarı çıkıntılıdır. Cami, dikdörtgen planlı olup, çatı ahşap örtülüdür. Son cemaat yeri iki devşirme sütun üzerinde ahşap sütunludur. Camiye giriş kapısı anıtsaldır. Bu kapının hemen batısında türbeye giriş kapısı bulunmaktadır. Doğu tarafında binaya bitişik olan minarede bir onarım kitabesi vardır. Minare tuğla örgülü ve kısadır. Külah kısmı kısadır. Caminin içi 16 ahşap sütunludur. Sütun başlıkları kornişlere göredir ve oyma işlemelidir. Cami içinde ahşaptan yapılmış ikinci bir kat vardır.  Dış duvarlarda devşirme malzemesi kullanılmıştır. Caminin üzerindeki beşik çatı alaturka kiremitle kaplıdır. (Isparta Kültür Envanteri, 2010: 77). Veli Baba Türbesi ve Camisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 14.09.1987 tarih ve 387 sayılı yazısı ile taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiştir (Vakıflar Arşivi).

Veli Baba bir rivayete göre; Bağdat seferine çıkan Mustafa Zor Paşa’nın ordusunu Uluğbey köyünde misafir etmiştir. Veli Baba’nın ikramından memnun olan Mustafa Zor Paşa, Veli Baba’ya bir isteğinin olup olmadığını sormuş, Veli Baba da paşadan atalarının mezarı üzerine bir türbe yaptırmasını talep etmiştir. Mustafa Zor Paşa, Isparta Mütesellimine bir yazı yazarak Veli Babanın atalarının mezarları üzerine bir türbe yapılmasını, seferden dönünceye kadar inşaatın tamamlanmasını emretmiştir. Mustafa Zor Paşa’nın Bağdat önünde şehit olması üzerine türbe inşaatı tamamlanmasına rağmen, cami inşaatının kubbesi yarım kalmıştır. Daha sonra caminin üstü Veli Baba tarafından toprak damla örtülmüştür.

ULUĞBEY KÖYÜNÜN YETİŞTİRDİĞİ TARİHİ ŞAHSİYETLER

Uzun Er / Uzun Dede

Uzun Er, Veli Baba Menakıbındaki şecereye göre; Veli Baba’nın altıncı göbek dedesidir. Adı, Ali Seyyit’tir. XIII.-XIV. Yüzyıllarda yaşadığı tahmin edilmektedir. Gençali köyündeki Koyun Gözü Baba ve Yassıören köyündeki Şeyh Baba Kargın ile çağdaş olduğu söylenmektedir. Menakıpnamede Hacı Bektaş Veli’yi irşad ettiği belirtilen şahsiyettir. Bedri Noyan’ın tespitine göre; Hacı Bektaş’ta irşad olup Uluğbey’e gelerek Bektaşi Tekkesini kuran ve irşada başlayan kişidir. Menkıbeye göre; boyu çok uzun olduğu için Uzun Er denilmiştir. Uzun Er’in, Orhan Gazi zamanında iki oğlu ile birlikte Rumeli’nin fethine katıldığı rivayet edilmektedir. Uzun Er, Rumeli seferinden dönerken bugünkü gömülü olduğu yerde hastalanarak vefat etmiş, vasiyeti üzerine vefat ettiği yere defnedilmiştir. Başka bir rivayete göre; Uzun Er / Uzun Dede Rumlarla savaşırken şehit düşmüş, başı vücudundan ayrılmış, fakat o günün akşamı tekrar birleşmiş, bin kadar Rum askerini öldürmüştür. Daha sonra kılıcını havaya atmış, düştüğü yere gömülmesini istemiştir. Köy halkından bazı kişiler, bazen mezarın etrafında siyah bir yılan gördüklerini, bu yılanın Uzun Dede’yi koruyan kılıcı olabileceğini söylemişlerdir. Bir başka rivayete göre Uzun Er, Battal Gazi’nin ordusunda bir bölük komutanıdır. Bu komutan daha sonra ordudan ayrılarak bölüğüyle Uluğbey’e gelmiş ve buraya yerleşmiştir. Boyu çok uzun olduğu için köy halkı tarafından Uzun Er diye anılmış, öldükten sonra da kendi­sine uzun bir mezar yapılmıştır. Uzun Er’in mezarı, Uluğbey köyünün yaklaşık 500 metre batısında Küçükkabaca’ya gidilen eski toprak yolun üzerindedir. Uzun Er’in mezarı, günümüzde köyün önemli ziyaret yerlerindendir. İnsanlar burada dua ederler. Bazı adak sahipleri mezarın duvarına taş koyarak adak adarlar. Bir rivayete göre de kasabanın dört tarafında Uzun Er’in silah arkadaşlarının mezarları vardır. Uzun Er’in bugünkü kabri, 1985 yılında Uluğbey Kasabası Eski Eserleri Koruma Derneği tarafından yaptı­rılmıştır. Kabrin uzunluğu 12,20 metredir. Mezarın dört bir tarafı yığma taşla çevrili olup, taşların üstü betonla kaplanmıştır. Mezarın baş kısmında mum yakmak için küçük bir boşluk bulunmaktadır (Karaer, 2018: 144-145).

Veli Dede ( ? -1538)

Veli Dede, günümüzde adına her yıl anma toplantıları düzenlenen Uluğbey köyünde medfun Bektaşi şeyhi Veli Babanın babası olup, adı Hüseyin Veli’dir. Hüseyin Veli (Veli Dede), 1538’de Preveze deniz savaşına katılmış ve bu savaşta şehit düşmüş, Cezayir’de Yakup tepesine defnedilmiştir. H.1208 (M.1793/1794) tarihli bir belgede, Veli Dede’nin Cezayir’de değil, Romanya’da şehit olduğu yazılıdır (Ürekli-Baş, 1994-1995: 148). Senirkentli Canıgürzade Veli oğlu Rüştü tarafından 1290 hicret yılında yazılan ve bir zamanlar Veli Baba dergahında asılı bulunan levhada; 899 hicri senesinde Veliyüddin Gazi mahdumu Hüseyin Veli’nin Cezayir’de şehiden vefat ettiği ve dergahının orada bulunduğu; Cezayir’de bu zata “Veli Dede” dedikleri belirtilmiştir (Erdem, Birinci Teşrin 1935: 269). Bu belge, günümüzde Uluğbey köyünde İsmail Boyacı Müze Evinde sergilenmektedir.

Böcüzade Süleyman Sami, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında Cezayir ve Telmesan taraflarını fetheden Oruç ve kardeşi Barbaros Hayreddin Paşanın son muharebelerinde en çok sıkılmış oldukları bir zamanda; Veli Dede’den yardım istenilmesi üzerine demir topuzunu denize vurunca meydana gelen fırtına sebebiyle meşhur kaptan Andriya Dorya’nın hezimetini manen, maddeten temin eylediğine dair Mir’atü’l- Cezayir adlı eserden şu bilgileri aktarmıştır: “Veli Dede’nin olunan davet üzerine tayy-i mekan edip yetişmekle orada hamil olduğu demir topuzu sath-ı deryaya vurunca derhal şimşekler çakarak fırtına ve yağmur zuhurundan düşmanı mahv ve perişan ettiğine dair harikulade keramet ızhar ve evvel ve ahir meşhur kaptan Andriya Dorya’nın hezimetini manen, maddeten temin eylediğinden bahisle Mir’atü’l- Cezayir adlı eserden şu bilgileri aktarmıştır: “İspanya Kralı Şarlken Cezayir’i muhasara ettiğinde (1531-1532), o zamanda Cezayir’de ber-hayat bulunan Veli Dede nam zat omzunda daima demir bir topuz taşıyarak ahalinin kendisinden istianeleri (yardım istemeleri) üzerine deniz kenarına gidip topuzunu vurmuş ve derhal fırtına zuhuruyla yağmur yağmaya ve her tarafa saikalar düşmeye başladığından gemiler yek diğerine çatmış ve çarpmış olmasından çoğu gark ve askerin çoğu telef olmak suretinde hezimet-i külliye görüldüğüne binaen düşmanın bu hezimeti müşarünileyhin kerametinden hasıl olduğunu Cezayir ahalisinin mevsukan rivayet ettikleri ve bu zatın yine orada vefatıyla Cezayir’de yapılan türbesi ziyaretgah-ı enam olduğu halde Fransa istilasından sonra idaresine memur General Rovigo tarafından yol açılması için Veli Dedenin türbesi yıkılmak ve başka tarafa kaldırılmak lazım geldiği islam ahaliye teklif olunduğunda ahalinin, böyle şeye karışamayız, zat-ı şerifin ruhu rencide olmasından korkarız demelerine karşı ben yaparım diye hemen hedme haber vereceği sırada birden bire dili tutulmasıyla bera-yı tedavi Fransa’ya gönderildiğinin üçüncü günü helak ve seyyiatının cezasına düçar olduğu” belirtilmiştir (Böcüzade, Isparta Tarihihi, 2012: 315-316).

Gül Baba ( ? – 1541)

Macaristan’ın Budin kentinde bulunan Gül Baba Türbesinde medfun zat, Senirkent ilçesinin Uluğbey köyündendir. Bu büyük zatın asıl adı, Güldede nam Seyid Cafer’dir. Babası Yalınkılıç oğlu Veliyüddin’dir. Veliyüddin Gazi, gençliğinde Uluğbey’den Horasan taraflarına gitmiş, orada Gelincik Ana ile evlenerek tekrar Uluğbey köyüne dönmüştür. Veliyüddin Gazi’nin bu evlilikten üç oğlu olmuştur. Bunlardan Veli Babanın babası Hüseyin Veli (Veli Dede), 1538 tarihinde Preveze deniz savaşına katılmış ve bu savaşta şehit düşmüştür. Veli Baba’nın amcası Gazi Ali Paşa, Romanya’nın (Ulubey) şehrinde, diğer amcası Cafer (Gül Baba) Macaristan’ın Budin (Budapeşte) şehrinde şehit düşmüşler ve şehit düştükleri yerlerde defnedilmişlerdir (Karatürk, 1991: 43-44). Veliyüddin Gazi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılan davet üzerine Güldede ve Sünbüldede adlı iki oğlunu sefere göndermiş; Güldede Budin’de, Sünbüldede de Romanya’nın Ulubey şehrinde şehit düşmüştür (Erdem, Birinci Teşrin 1935: 270-271). 

Gül Baba ile ilgili değişik rivayetler mevcuttur. Bu rivayetlerden en çok itibar göreni, Evliya Çelebi’nin babasından naklen rivayet ettiği bilgidir. Buna göre aslen Merzifonlu olan fukara-i bektaşiyandan Gül Baba; Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman devrinde yaşamış ve birçok gazaya iştirak etmiş, nihayet 948 (1541) yılında vuku bulan Budin fethinde şehit olmuştur. Cenaze namazı zamanın Rumeli Kadıaskeri Ebu’s-Suud Efendi tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın da hazır bulunmasıyla kıldırılarak Budin toprağına defnedilmiştir. Bayram Ürekli ve Ali Baş’ın Veli Baba ile ilgili araştırmalarında; Seyyid Cafer’le ilgili Evliya Çelebi’nin bu rivayetindeki fukara-i bektaşiyandan olması, savaşa iştiraki ve şehit düşmesinin doğru olduğu; ancak Merzifonlu olduğu, Fatih ve Kanuni ile fetihlere katılmasının gerçeğe uygun olmadığı; bu durumun iki padişah döneminde yaşamış iki ayrı Gül Baba’dan kaynaklandığı belirtilmiştir. Aynı araştırmada, Gül Baba veya Gül Dede lakabının Seyyid Cafer’e daha çocukken verilmiş, dedelerinden kalma bir lakap olduğu, kendisinin gülü sevdiği veya tacının tepesinde gül taşıdığı için verilmediğine işaret edilerek Gül Baba’nın Isparta’nın Senirkent kazasına bağlı İlegüb (Uluğbey) köyünden olduğu vurgulanmıştır (Ürekli ve Baş, 1994-1995: 146-148).

Veli Baba Türbesinde bulunan dokuz mezardan birisi, Budin şehrinde medfun Gül Baba (Cafer)’ya aittir. Burada makamı gösterilmiştir (Kum, 1946: 2060). Seyyid Cafer, savaşlarda sarığına gül takar, takımının önünde yiğitçe savaşır, manevi büyüklüğünü ispat eder, örnek davranışlar sergilermiş. Sarığına gül taktığı için de Cafer’e Gül Baba denilmiştir. Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman’ın çeşitli seferlerine katılmış, Budin seferinde kuşatma sırasında şehit düşmüştür (1541). Ebu Suud Efendi tarafından kıldırılan cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman bizzat katılmıştır. Türbesini Budin Beylerbeyi Yahya Paşazade Mehmet Paşa 1543 yılında yaptırmıştır. Türbe 1885 ve 1997 yıllarında onarım görmüştür. Türbenin bulunduğu Budapeşte’deki yer Gültepe adını taşır (Türkarslan, 6 Temmuz 1998 2).

Veli Baba (1533-1648)

Veli Baba 1533-1648 yıllarında Uluğbey köyünde yaşamış Bektaşi şeyhidir. Veli Baba, Hazreti Ali oğlu Hazreti Hüseyin oğlu, dördüncü imam Zeynel-Abidin hazretlerinin oğlu Zeyd’den gelen kuşaktandır. Veli Babanın babası Hüseyin Veli (Veli Dede), 1538 tarihinde Preveze deniz savaşına katılmış ve bu savaşta şehit düşmüş, Cezayir’de Yakup tepesine defnedilmiştir. Veli Baba’nın büyük dedesi Hasan Gazi’nin, Seyyit Battal Gazi ile kardeş olduklarına dair rivayetler vardır (Noyan, 1993: 5-6). Uluğbey köyü arazisi, Uluborlu’nun fethinde görev alan Hasan Gazi ve evlatlarına kılıç timarı olarak verilmiş, aile mensupları Malatya ve diğer yöreler­den buraya gelerek yerleşmişlerdir. Veli Baba’nın ataları kol olarak Hz. Hüseyin’e bağlanmış olsa da bu konuda değişik görüşler de mevcuttur. Bayram Ürekli ve Ali Baş, Veli Baba’nın atalarının Anadolu’ya ilk gelen Arap gazilerinden ya da Ahmed Yesevi tarafından Maveraünnehir’de kurulan ve kısa zamanda Türk aşiretleri arasında hızla yayılan ve Türk göçleri ile Anadolu’ya taşınmış Yesevi tarikatına mensup bir aileden olmaları ihtimaline işaret etmişlerdir (Ürekli-Baş, 1994-1995: 146). Isparta Tarihi’nin yazarı Böcüzade Süleyman Sami, Veli Baba ailesinin Horasan’dan geldiğini belirtmiştir.

Veli Baba 1533 yılında Uluğbey köyünde doğmuş ve bu köyde büyümüştür. H.1208 (M.1793/1794) tarihli bir belgede Veli Baba’nın H.949 (M.1542/1543) yılı başlarında doğduğu, babasının Cezayir’de değil, Romanya’da şehid olduğu yazılıdır (Ürekli-Baş, 1994-1995: 148). Veli Baba, beş yaşında yetim kalmış, dedesi Veliyyittin Gazi ile nenesi Gelincik Ana ve kendi annesi tarafından büyütülmüştür. Veli Baba, çocukluğundan itibaren derviş­liğe merak sarmış, kendisini tamamen ibadete vermiştir. Veli Baba’nın esas ismi Hüseyin’dir. Babasının ismini mahlas alarak, “Hüseyin Veli” denilmiştir. Dervişlerin yanında yetişip keramet sahibi olduktan sonra, ermişler manasına gelen “Veli Baba Sultan” denilmiştir (Karatürk, 1991: 43-48). Veli Baba ermiş bir kişi ve keramet sahibidir. O’nun hakkında yazılan kitaplarda; Veli Babanın kerametlerinden bazı örnekler verilmiştir. Veli Baba Menakıpnamesinde, Veli Baba şöyle tanıtılmıştır: “Veli Baba Hazretleri ol asırda ulemanın faiki ve hükemanın hazıkı ve ecdadı alileri gibi cihad-ı sagar ve ekberin sabıkı makam-ı hazreti izzet’te ri’fat hâsıl etmiş idi. Ve makam-ı kutbiyette karar tutmuş idi. Ve takarrüb mülküne yetişmiş idi” (Noyan, 1996: 245).

Veli Baba Sultan, yaşadığı dönemde, kendisini tamamen bilim ve hilim sahibi olmaya adamış; bilime, okumaya ve eğitime çok önem vermiştir. Ayrıca hilim konusunda da kendini çok iyi yetiştirmiştir. Veli Baba Sultan’ın anlayışına göre; hilim sahibi olamayan kişi, ne kadar bilim sahibi olursa olsun “velilik” mertebesine ulaşamaz. Hilim; tevazu sahibi, sabırlı, merhametli ve dürüst olmak; saygı ve sevgi göstermek, kalp kırmamak, kötü konuşmamak, zayıfın, fakirin, ezilenin, garibin, zavallının ve güçsüzün haklarını korumak ve onlara sahip çıkmaktır.  Veli Baba Sultan’ın öğretisinde; insan-ı kâmile ulaşabilmek için sıkı bir iç disiplin gerekmektedir. İnsan-ı kâmil olabilmenin en büyük yolu kişinin kendi özünü eğitmesinden geçmektedir. Bunun için kişinin önce Mürşid, Pir, Rehber, Dede huzurunda ikrar vererek Dört Kapı Kırk Makamdan geçmesi gerekir. İkrar veren talip Can için geri dönülmez zor bir süreç başlamıştır. Bu yola giren talip, bilgi düzeyini arttırıp yolun kurallarını yerine getirdikçe yükselir. Öğrenmenin hiçbir zaman sonu yoktur. Bu öğrenme aşkı ebediyen devam eder (Veli Baba/veliturkarslan.com).

Veli Baba, Isparta çevresinde sevilen sayılan ve sözü geçen karizmatik bir kişiliğe sahipti. Çevresindekilere hoşgörü ve adaletle davranırdı. Bilime inanır, hurafeyi asla kabul etmezdi. Veli Baba Sultan’ın tıp bilgisi de yüksek olup, hastaları kendine mahsus ilaçlarla tedavi ederdi. Veli Baba devlet yöneticileri tarafından da sevilen ve güvenilen emin bir kişiydi. Çalışmayı teşvik eder, tembelleri sevmezdi. Kendisi de çiftçilik yapardı. Veli Baba Sultan aynı zamanda büyük bir ozan idi. Çok sayıda şiir ve nefesleri olduğu bilinmektedir. Bazı çıkarcıların işlerine ve menfaatlerine engel olduğundan, bazıları Veli Baba Sultana muhalifti. Ancak bunlar azınlıkta idi. Veli Baba Sultan, Nebi isimli bir zatın kızı Fatma ile nikâhlanmış ondan Cafer, Mustafa ve Hüseyin Çelebi adında üç oğlu dünyaya gelmiştir (Karatürk, 1991: 61,64-65,79,108).

Veli Baba’nın Mustafa Zor Paşa’nın Ordusunu Doyurması

Veli Baba Sultan, ermiş kişilerdendir. Bu özelliğini anlatan çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerden en çok bilineni Anadolu Beylerbeyi Murtaza Zor Paşa ile ilgili olanıdır. Bu rivayete göre; Bağdat seferine çıkan Anadolu Beylerbeyi Murtaza Zor Paşa askerlerinin başında ordunun toplanma yeri olan Konya’ya giderken Uluborlu’ya gelir. Uluborlulara “aç olan askerlerin nasıl doyurulabileceği” sorulur. Uluborlular “Biz fakiriz, bu kadar askeri doyuracak imkânımız yok. Siz İlegüp’e gidiniz, orada evliyalar, dervişler vardır. Ancak sizi Veli Baba Sultan doyurabilir” derler. Askerler İlegüp köyü yakınlarına gelir. Mustafa Zor Paşa yaverini Veli Baba Sultan’a gönderir. Veli Baba “Hoş geldiniz, safa geldiniz. Akşam yemeğine bütün askerlerle birlikte buyurun gelin” der. Yaver durumu Mustafa Zor Paşa’ya anlatır. Askerler yemek vakti meydanda toplanır. Yaver “Askerlerin ve hayvanların yiyeceği hazırlandı mı” diye sorar. Veli Baba Sultan “Hazırlıkların tamam” oldu­ğunu söyler. Hazırladığı bir güveç pilav, bir tas arpa ve bir torba samanı Kumandana gösterir. Kumandan şaşırır “Hiç koca ordu bununla doyar mı?” der. Veli Baba Sultan “Oğlum siz benim hazırladığım şeylerden kovanızı, bakırınızı doldurun, azına çoğuna karışmayın” der. Askerler yiyecekleri taşırlar. Ne pilav biter, ne arpa, ne de saman.

Murtaza Zor Paşa ikramdan son derece memnun olur. Ayrılırken “Bizden bir şey dile­yin erenler” der. Veli Baba Sultan “İyilikler karşılıksız olur oğlum” diye cevap verir. Murtaza Zor Paşa ısrar eder. O zaman “Madem çok istiyor­sun açıkta yatan ecdadımın üstüne türbe yaptırıver” der. Paşa hemen kâğıdı kalemi alır Isparta Mütesellimine bir emirname yazar. “Ben Bağ­dat’a sefere gidiyorum. Seferden dönünceye kadar buraya bir türbenin yapılmış olduğunu göreceğim, kesin emrimdir” der ve mühürler. Veli Baba Sultan’a verir. Sabahleyin ordu kalkıp giderken kerametleri gören kumandan “Erenler oradaki savaşta bize yardım eder misin?” diye sorar. Veli Baba Sultan “Biz Türk için, vatan için her türlü yardıma hazırız. Seni orada ben savaşta bulurum, beni orda bil” der. Paşa “Ben sizin orada olduğunuzu, bana yardım ettiğinizi nasıl anlayacağım” diye sorar. Veli Baba Sultan “Sen orada savaşırken kırık bir yaba parmağı düşerse ben mutlaka oradayım” der. Veli Baba’nın savaş aleti yaba idi. (Yaba, harman savurmaya yarayan beş parmağı olan bir alet) Bu konuşmanın ardından Paşa, İlegüp’ten ayrılır. Savaşta Paşa’nın önüne kırık bir beş parmak düşer. Onu alır, yaverini çağırır. “Bu İlegüp’teki Veli Baba Sultan’ın tarif ettiği yaba olsa gerek. Kaybetme sakın, bunu emin bir yere koy, dönüşünde götür ona göster” der. Mustafa Zor Paşa o savaşta şehit olur. Yaveri ve ordusu dönüşte İlegüp’e varırlar, beş parmak şeklindeki kırık yaba parçası ile buradaki kırık yabayı ölçerler, aynı ölçüde tıpatıp denk gelir. Veli Baba Sultan’ın Paşa’ya verdiği sözü tuttuğu anlaşılır (Noyan, 1996: 276-283); Yıldırım, 2006: 201-203).

 

BELGELER

 

 

Belge 1

Belge 2

Belge yer numarası: COA EV.MKT 2129

Uluborlu kazasına tabi Senirkent nahiyesi mülhakatından İlegüb karyesinde medfun e’izze-i kiramdan Gazi Veli Baba Hazretlerinin türbe ve cami-i şerif ve ayende ve revendeye itam-ı ta’am beytutetleri zımnında tamir termimi lazım gelen odaların bervechi beray-ı keşif defteridir

                                               Bedeli

Mütenevvi Direk                    3.984

Kiremit                                   800

(..)                                           400

Kamuş                                   375

Boş Divan                              200

Mütenevvi Tahta                    2.750

Mütenevvi (…)                      900

Pencere Demiri                       350

Pencerelere Cam                    300

Çivi                                        450

Maa-Nakliye Kireç                 1.500

Katık/Katkı?                          300

Kum Yük                               300

Mütenevvi Hatıl                     2.500

Kayrak?                                  900                 

Türbe-i şerif üzerine (..)

beheri otuz kıyyeden (..)        9000

Etraf-ı Erba’asının Muhatı

İçün Taş                                 600                 

Usta yevmiyesi                       5.800

Kara amele yevmiyesi 2.750

İcmal                                      34.159

Müşarünileyh hazretlerinin türbe ve cami-i şerif ve ayende ve revendenin itam-ı ta’am ve beytutelerine mahsus sekiz bab odanın tamiri (kelimeler silik) emirname hazret-i mutasarrıf-ı ekremisine Uluborlu Kazası Meclis İdaresinden tastir olunduğu tefhim buyrulan karar mucebince beray-ı keşif İlegüb karyesine gelerek inkıraz-ı mevcudesinden başka muharrer’ül-enva-ı evrak ve sairenin mecidi yirmi guruş hasebiyle bedelat-ı mecmu’unun bila otuz dört bin yüz elli dokuz guruşla tamir olunabileceği keşf ve muayene-i acizanem tezahür itmiş olmakla işbu keşf-i evvel mübeyyin rapor-ı acizanem komisyon-ı mahsusa takdim kılındı 25 Zilhicce sene 1311 / 13 Haziran sene 1310 (25 Haziran 1894)

Uluborlu Beledi Kalfası Hatip Ali zade

Uluborlu kazası belediye kalfası Ahmet Ağanın işbu raporu mucebince müşarünileyh hazretlerinin türbe ve cami-i şerifleriyle ayende ve revende içün tamiri lazım gelen odalarının enkaz-ı mevcudesinden başka mesarifat-ı tamiriyesinin mecidi yirmi guruş hesabıyla mecmu’u otuz dört bin yüz elli dokuz guruşdan ibaret olub işbu keşif-i evvel raporu beray-ı tasdik temhir kılındı fi 25 Zihicce sene 1311 / fi 13 Haziran sene 1310 (25 Haziran 1894)

Katib-i Tahrir              Vekil-i Evkaf              Aza     Aza     Azayı İdare     Müdür-i Mal

Müfti-i Uluborlu

Yazının altına yedi mühür basılmıştır

Belge 3

Belge yer numarası: Öztoprak Ailesi Özel Arşivi nu. 245-246.

fi’s Sicil-i Osmani el-vaki fi bab-ı el-ali cild 4, sayfa 610, Veli Dede ve kezalik cild 4, sayfa 360 Mürteza Paşa Zor olan cami-i şerif baki bila ikmalin ke-ma buniye cidarihi ila zemeni Sünbül zade (Ancak cami-i şerif tamamlanmadan duvarları yapılmış biçimde Sünbülzadenin zamanına kadar kalmıştır). Şeyh Nebi Dede ibn-i es-Seyyid Mehmet Buruci ibn-i es-Seyyid Sünbülzade Ahmet Paşam ve ataları berat-ı mücedded min tarafi’l- kadı’l-asker bi-Anado fi tarih semaniye (semaniyetun) ve mieteyn ve elf (1208) bi-cami el-hac Mehmet Ağa min Antalya ikmali cami’ül-şerif’ül-mezkur ahşaben fe-li-za kütibe fi hazinet’il-evkaf (tahtadan olarak bu nedenle evkaf hazinesine yazılmıştır. Cami-i Hacı Ağa temmet (tamamladı)

Mühür

(Bu Belgenin okunmasında ve Türkçeye çevrilmesine katkıda bulunan Sayın Osman Nuri Mete’ye teşekkür ederim).

 

(Devam edecek)

 

KAYNAKLAR

Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (COA)

BEO 390.1916 

EV.MKT 2129

– Öztoprak Ailesi Özel Arşivi nu. 245-246

– Erdem, Tahir (Birinci Teşrin 1935), “Gülbaba”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, 2 (19), 269-271.

– Isparta Kültür Envanteri, c.2 (2010). Isparta: Isparta Valiliği

– Karaer, İbrahim (2018), Senirkent İlçesinin Kültür ve Tabiat Varlıkları, Isparta: Senirkent Yükseliş Vakfı

– Karatürk, Mustafa (1991), İki Cihan Hazinedarı Seyyit Velibaba Sultan ve Türbesi, Ankara:

– Kum, Naci (1946), “Tetkik Gezisi”, Ün Isparta Halkevi Mecmuası, s.2060

– Noyan, Bedri (1993), Veli Baba Menakıpnamesi, İstanbul:

– Noyan, Bedri (1996), Veli Baba Menakıpnamesi, 3.bsk. İstanbul:

– Türkarslan, Muhittin (6 Temmuz 1998), “Alp Eren Torunu Gül Baba”, Senirkent Memleket Gazetesi

– Türkarslan, Veli, “Veli Baba Sultan”, http://www.veliturkarslan.com/16.02.2014

– Ürekli, Bayram – Ali Baş (1994-1995), “Veli Baba ve Senirkent Uluğbey’deki Manzumesi”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, sayı: 9-10

– Vakıflar Genel Müdürlüğü Sanat ve Yapı İşleri Daire Başkanlığı Arşivi

-Yıldırım, Elif Ülkü (2006), Senirkent-Uluborlu Yöresi Halk Edebiyatı Mahsulleri Üzerine Bir Araştırma, Isparta: SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü

NOT: bu yazı, 14 Mayıs 2024 tarihinde ibrahimkaraer32.wordpress.com edebiyatdefteri.com ve facebook sayfamda yayımlanmıştır.

Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. 

Dr. İbrahim KARAER

Ankara, 14 Mayıs 2024

Yorum bulunmamaktadır.
Konu: ULUĞBEY KÖYÜ TARİHİ- 4

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.