Dr. İbrahim KARAER

II. Meşrutiyetin sağladığı hürriyet ortamında İstanbul Darülfünun’u çevresinde öğrenci dernekleri kurulmaya başlanmıştır. Bu derneklerden birisi de Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesi’dir. Derneğim kuruluş tarihi ve kurucuları hakkında elimizde ayrıntılı bilgi mevcut değil.

Kenan Olgun, “II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Basınında Bir Eğitim Kurumu Olarak Darülfünun (1908-1912)”, adlı araştırmasında; II. Meşrutiyet ile birlikte Darülfünun öğrencilerinin birçok dernek kurduklarından ve bu derneklerin basın tarafından desteklendiğinden söz ediyor. Olgun, aynı araştırmasında; Uluborlu Talebe Cemiyeti hakkında Tanin gazetesinde yayımlanan bir yazıya da yer vermiştir. Olgun’a göre; Darülfünun ile ilgili basında en fazla yer alan konu, öğrenci cemiyetleri ve bunların ülkeye olan faydalarıdır. II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte öğrenciler birçok dernek kurmuşlardır. 14 Ekim 1910 tarihinde Darülfünun Talebe Cemiyeti kurulmuş, fakültelerde çeşitli öğrenci dernekleri kurulması üzerine bütün bu cemiyetler 1911 yılında “Darülfünun-ı Osmani Talebe Cemiyeti Müttehidesi” adıyla tek çatı altında birleşmişlerdir.

Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinde yer alan 30 Mart 1910 tarihli İstanbul Vilayetine yazılan bir yazıdan; merkezi Kadırga’da olan Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesi’nin faaliyetlerini bundan sonra Bayezit’te Parmakkapı’daki bir binada sürdüreceğini öğreniyoruz. Aynı belgeden, bu derneğin eğitimi yaymak ve fakir öğrencilerin öğretim masraflarını karşılamak maksadıyla kurulduğu ve Kadırga’da bir pansiyonu olduğu anlaşılıyor. İstanbul Vilayetine yazılan bu yazıyı, Sıhhiye Tahrirat Kaleminde görevli Ahmet ile Mekteb-i Hukuk-ı Tıbbiyesinde öğrenci Hızır Mahmut? İmzalamışlardır (Belge-1: COA DH.EUM.THR 99-24-1).

Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesiyle ilgili 15 Ocak 1911 tarih ve 850 numaralı Tanin gazetesinde çıkan bir yazıda; “muhtelif maksad-ı hayriye ile tesis etmiş olan cemiyetlerin memlekete ne derecelerde faydalı olduğunu söylemeğe lüzum yoktur. Bu meyanda ise talebe cemiyetleri bilhassa şayeste-i zikr ve senadır” denilerek öğrenci cemiyetlerinin önemine işaret edilmiştir. Olgun’un adı geçen araştırmasından, 1910 yılında faal olan Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesi’nin üniversite öğrencilerine yönelik bir dernek olduğu anlaşılıyor.

Uluborlu Talebe Cemiyeti Hayriyesiyle ilgili şimdilik elimizde mevcut olan bilgi ve belge bundan ibaret. Yahya Akyüz’ün, “Doğuşunun Yüzüncü Yılında Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesinin İlk On Yılına Bakışlar” adlı araştırmasından; bu yıllarda İstanbul’da etkin bir Uluborlu’lu öğrenci kitlesinin varlığından haberdar oluyoruz. Akyüz’e göre; Öğretmen Örgütü Başkanı Zeki Bey, 27 Haziran 1327 (10 Temmuz 1911) tarihinde geceleyin, oturduğu Bakırköy’de iki kiralık katilin kurşunlarıyla hayatını kaybetmiştir. Bu olay üzerine, İstanbul’da bulunan tüm Uluborlu’lu öğrenciler adına Süreyya adında bir öğrencinin imzasıyla “Sabah” gazetesinde şu duyuru yayımlanmıştır: “Bir alçağın pis kurşunuyla şehit edilen Zeki Beyin katiline şiddetli bir ceza verilmesini hükûmetten sabırsızlıkla bekleriz. Kederli ailesine en samimi başsağlığı dileklerimizi sunarız.”

SONUÇ

Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesi‘nin faaliyetini hangi vakte kadar sürdürdüğü; faal olduğu dönemde hangi faaliyetleri yaptığı konusunda elimizde bilgi mevcut değil. Elimizdeki belgelerden; eğitimi yaymak ve fakir öğrencilerin öğretimine katkıda bulunmak amacıyla 1910 yılında İstanbul’da “Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesi” adlı bir derneğin faaliyet gösterdiğini ve bu yıllarda İstanbul’da etkin bir Uluborlu’lu öğrenci kitlesinin mevcut olduğunu öğreniyoruz.

BELGELER

Belge-1

Belge yer numarası: COA DH.EUM.THR 99-24-1

Özet: Merkezi Kadırga’da olan Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesi’nin faaliyetlerini bundan sonra Bayezit’te Parmakkapı’daki bir binada sürdüreceği

Tarih: 17 Mart sene 1326 (30 Mart 1910)

İstanbul Vilayet-i Aliyesine

Merkezi Kadırga’da Uluborlu pansiyonunda olmak üzere tamim-i maarif ve fukara-i etfalin mesarif ve tahsiliyelerinin temini maksadıyla teşekkül ve tesis etmiş olduğumuz “Uluborlu Talebe Cemiyet-i Hayriyesi”, merkezi bu kere Bayezid’de Parmakkapı’da Terakkiya Kıraathanesi fevkinde vaki olan dört numaralı odaya nakledilmiş olduğu arz ve beyanıyla muamele-i muktezasının ifası babında fi 17 Mart sene 1326 (30 Mart 1910)

Sıhhiye Tahrirat Kalemi

Ahmet            

Mekteb-i Hukuk-ı Tıbbiyesinden

İmza Hızır Mahmut?

KAYNAKLAR

– Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi

– DH.EUM.THR 99-24-1

– Akyüz, Yahya, “Doğuşunun Yüzüncü Yılında Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesinin İlk On Yılına Bakışlar” https://dergipark.org.tr/ s.1-32

– Olgun, Kenan “II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Basınında Bir Eğitim Kurumu Olarak Darülfünun (1908-1912)”, http://cdn.istanbul.edu.tr./s.185-205.

NOT: Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

Dr. İbrahim KARAER

Ankara, 29 Ocak 2024

 

Yorum bulunmamaktadır.
Konu: ULUBORLU TALEBE CEMİYETİ HAKKINDA BİR BELGE VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ (30 Mart 1910)

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.