Kutalmışoğlu, Antakya Fatihi

Kutalmışoğlu, Bizans’ın Anadolu yakasındaki çevresini büyük ölçüde egemenliği altına aldıktan sonra güneye yönelip Suriye seferine çıktı. Hâlen Hristiyanların yönetiminde olan Antakya’yı kuşattı ve 1085’te şehri ele geçirdi. Böylece Kutalmışoğlu, Hristiyan dünyası için son derece önemli olan İznik’ten sonra ondan daha da önemli olan Antakya’nın da hem hâkimi hem fatihi oldu. O, Antakya’ya girerken yanında Mencekoğlu adlı bir Türkmen beyi vardı.

Kutalmışoğlu şehir halkına hiç dokunmadı ve bütün tutsakları karşılıksız olarak serbest bıraktıktan sonra askerlerine; “Hristiyan halka iyi davranmalarını, onlardan zorla hiçbir şey almamalarını, evlerine girmemelerini ve kızlarıyla evlenmemelerini” buyurdu. Onun bu davranışı, hem Türk’ün yüzyıllar boyu geliştirdiği insanlık değerlerinin hem de İslam’ın Müslüman olmayanların kalplerini İslam’a ısındırma ve insana zulüm yapmama anlayışının gereği idi. Kutalmışoğlu, konunun ekonomik boyutuyla ilgili olarak da ele geçirilen ganimetlerin şehir dışına çıkarılmamasını, ucuz da olsa şehirde satılmasını buyurduktan sonra Hristiyan halkın isteği üzerine şehirde Meryemana ve Azizcercis adlarıyla iki kilisenin yapılmasına da izin verdi. Savaşlar esasında hem kazananlar hem de kaybedenler için çok büyük acıların yaşandığı, pek çok masum insanın kanının döküldüğü, kadın çocuk demeden insanların yersiz yurtsuz kalıp sonsuz acılar yaşadığı insani olmayan, ancak insanlık tarihinin hiçbir çağında da eksik olmamış olaylardır. Savaşların yıkıcılığı ve yok ediciliği Kutalmışoğlu gibi davrananlar sayesinde biraz olsun hafifleyebilir. Onun tutsakları karşılıksız olarak serbest bırakması, şehri yağmalatmaması, galiplerin mağlupları hiçbir biçimde rahatsız etmelerine izin vermemesi, ganimetlerin ucuz fiyatlarla da olsa şehirde satılması, bir savaş halinde çok da alışılmış şeyler değildir. Bu davranış, günümüzün çok ilerlediği düşünülen insanlık anlayışına göre bile son derece ileri ve insani bir anlayışı yansıtmaktadır.

Antakya’nın ele geçirildiği haberi, başkent Isfahan’daki büyük sultan Melikşah’a iletildiğinde büyük gösteriler yapılıp müjde davulları vurduruldu.

Kutalmışoğlu aynı yıl içerisinde İskenderun ve Gaziantep de dahil olmak üzere Antakya çevresinde bulunan pek çok kaleyi ele geçirdi. Onun Buldaçı adlı bir komutanı ise Elbistan, Göksun, Maraş, Besni gibi şehir ve kaleleri Türkiye Selçukluları sınırları içine alınca devletin sınırları Fırat ırmağı kıyılarıyla bölgenin önemli merkezlerinden biri olan Halep’e kadar dayanmış oldu.

 

Selçuk Oğullarının Ayağı

Büyük Selçuklu Devletine bağlı olarak Halep ve çevresinde hüküm süren Arap asıllı Musul emiri Müslim, Hristiyanların yönetimindeki Antakya’dan aldığı vergiyi Kutalmışoğlu’dan da isteyince Kutalmışoğlu ona şu cevabı vermişti: “Sultana itaat etmek ve dolayısıyla hâkim olduğum ülkelerde adına hutbe okutup para bastırmak, benim biricik şiarımdır. Ben, Antakya ve diğer küffar memleketlerini ancak onun varlığı yüzünden, Tanrı’nın benim elimle fethettirmiş olduğunu, kendisine bildirdim. Benden istediğin vergiye gelince daha önceki Antakya hâkimi kâfir idi, bu sebeple kendisi ve adamları için baş vergisi veriyor ve böylece kendilerini İslam cihadından koruyorlardı. Halbuki şimdi şehir hâkimi olan ben, çok şükür Müslümanım ve Tanrı’nın cihat buyruğunu yerine getirmekteyim. Antakya artık Müslümanların eline geçmiştir. Ben, bir Müslüman olarak sana nasıl baş vergisi öderim.

Müslim bu cevap üzerine birtakım ittifaklar yapmanın peşine düştü ve bazı Selçuklu beyleriyle anlaşıp Kutalmışoğlu’nun üzerine yürüdü, ancak ordusunda bulunan Çubuk Bey’in Kutalmışoğlu tarafına geçmesiyle yenildi ve savaş meydanında öldü. Müslim’in ölmesiyle bölgedeki Arap hâkimiyeti büyük ölçüde sonlandı ve Anadolu yarımadasının doğal devamı durumundaki Irak ile Suriye’nin kuzey bölgelerinde Türk hâkimiyeti bütünüyle sağlanmış oldu. İznik’i Türkiye Selçuklularına başkent yapan Kutalmışoğlu’nun Antakya’yı ele geçirmesi, Halep’ten Musul’a kadar olan bölgeyi de etkilemişti.

Kutalmışoğlu’nun bölgedeki etkinliği, başka bazı Selçuklu beylerinin de dikkatini buraya toplamalarına ve Kutalmışoğlu’ya karşı güçlerini birleştirmelerine yol açtı. Artuk Bey ile Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş anlaşıp Halep’i kuşatmış olan Kutalmışoğlu’nun üzerine yürüdü. Ömürleri savaş meydanlarında geçmiş büyük komutanların buyruğu altındaki iki Türk ordusu Halep yakınlarında karşı karşıya geldi ve yapılan savaşta Kutalmışoğlu öldü. Rivayetlere göre Türkiye Selçuklularının kurucusu olan ve girdiği bütün savaşlarda galip çıkıp ilk defa yenilgiyi tadan bu büyük devlet adamının ölümü de kendine yakışır biçimde oldu. Tutuş, adamlarına Kutalmışoğlu’yu yanına getirmelerini, kendisiyle öpüşüp barışacağını ve kendisinin yanında, şerefine yakışır muamele göreceğini bildirdi. Fakat Kutalmışoğlu, içine düştüğü durumu hazmedemediği için yanında bulunan bıçağı kalbine saplayarak kendini öldürdü. Konuyla ilgili bir başka rivayete göre ise Tutuş’un askerleri savaş meydanındaki ölüler arasında üzerinde yakut ve zarif som altınlarla işlenmiş zırhlı bir giysi bulunan bir ceset gördüler ve onu derhal Tutuş’a haber verdiler. Tutuş bu işlemeli giysiyi yanına getirtti ve bu, hükümdarların giysisine benziyor deyip maiyetiyle birlikte ölülerin arasına giderken ben onu size göstermeden siz bana göstermeyin dedi. Kanlar içinde bir cesedin yanına gelince “Bu, Süleyman Şah’a benziyor.” dedi. Nasıl tanıdınız diye sorduklarında ise “Onun ayağı, benim ayağıma, yani Selçukoğullarının ayaklarına benziyor” dedi. Daha sonra o cesedin Kutalmışoğlu’ya ait olduğu kesinleşince cesedin başında üzgün biçimde Türkçe olarak şöyle dediği aktarılır: “Biz, sizlere zulmettik, sizleri bizden uzaklaştırıp işte böylece öldürüyoruz.”

Hem Selçukoğulları soyundan gelen hem de devlet kurucusu ve büyük komutanlardan biri olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah, başkentinden çok uzaklardaki Halep kalesinin yakınlarında yine Selçukoğulları soyundan bir başka büyük komutan Tutuş ile yaptığı savaşta yenilmiş ve hem dünya tarihinin hem de Türk tarihinin gördüğü büyük kahramanlardan biri olarak savaş meydanında can vermişti.

Yarım yüzyıla yakın bir mücadelenin sonunda Anadolu’daki ilk Türk devletini kuran Kutalmışoğlu, kaynaklarda Anadolu fatihi ve gazi unvanlarıyla anılır. Anadolu’nun sonsuza kadar Türk yurdu olmasında onun oldukça şerefli ve eşsiz bir yeri vardır. Onun fetihleriyle Adalar Denizi ile Akdeniz’e ulaşan Türkler, deniz yolunu kullanarak Avrupalılarla ilişki kurma imkânı eldi ettikleri gibi Osmanlı fetihlerinin de yolunu açmışlardır.

 

İznik’te Kargaşa Var

Kutalmışoğlu Suriye seferine çıkarken İznik’te yönetimi Ebulkasım’a bırakmıştı. Ebulkasım, Bizans’ı denizden de rahatsız etmek için gemi yapımına girişti ve İzmir’de kıyılarda ve adalarda yaptığı savaşlarla adı duyulan Çaka Bey ile ve Balkanlardaki Peçenekler ile anlaşarak İstanbul’u ele geçirip Bizans’ı ortadan kaldırmak üzere planlar yaptılar, ancak daha önce sözü edildiği üzere Bizans’ın, Kumanları Peçeneklerin üzerine saldırtması ve Kumanların neredeyse Peçenekleri bütünüyle yok etmeleri üzerine bu planlar bir sonuca ulaşmadı ve tarih bir başka gelişti. Bizans, sultanı ölen ve kargaşa içinde olan İznik’i tekrar ele geçirmenin peşinde düşünce Melikşah bölgenin korunması için büyük komutanlarından Porsuk’u görevlendirdi. Porsuk’tan korkan Ebulkasım Bizans ile anlaştı ve İznik Porsuk tarafından kuşatıldı. Bizans ordusunun harekete geçmesiyle Porsuk geri çekildi ve Melikşah, Porsuk’un yerine Bozan’ı görevlendirdi ve Bozan, Melikşah’tan İznik’in kendisine verilmesini istemek üzere Isfahan’a giden ancak Melikşah tarafından kabul edilmeden dönen Ebulkasım’ı ortadan kaldırdı.

 

Güneydoğu Anadolu’da Selçuklu Varlığı

Melikşah zamanında Güneydoğu Anadolu’ya hâkim olan güç, Büyük Selçuklulara bağlı olarak varlığını sürdüren Mervanoğulları adlı bir beylik idi. Bunlar Tuğrul Bay zamanından beri Selçuklulara bağlı idi. Mervanlı emirinin Müslüman bir veziri azledip yerine Hristiyan bir vezir ataması benzeri Müslüman ahalinin hoşlanmadığı birtakım davranışları üzerine devlet, hem bölge ileri gelenlerinin isteğine uygun olarak hem de otoritenin tam olarak sağlanabilmesi düşüncesiyle bölgenin doğrudan Büyük Selçukluya bağlanmasına karar verdi. Diyarbakır’ın doğrudan Büyük Selçukluya bağlanması, bağlı devlet durumunda olan Suriye Selçukluları ile Anadolu Selçuklularının kontrolü açısından da gerekli görülmüştü. 1083 yılında Fahruddevle bölgeye melik olarak atandı ve Selçuklunun Gevherayin, Altuntak, Humartaş, Türşek, Artuk Bey, Çökürmüş, Sunduk Bey, Demleçoğlu Mehmet, Çubuk Bey, Ayaz gibi önde gelen komutanları kendisine yardımla görevlendirildiler.

Fahruddevle komutasındaki Selçuklu ordusu Diyarbakır’a yönelince Mervanlı emiri Mansur, Musul, Elcezire ve Halep hâkimi Müslim’den yardım istedi. İleride benzer bir durumun kendi başına da geleceğini düşünen Müslim, önce aracılık yapıp harekatın durdurulmasına çalıştı, ancak başaramayınca yardım etmeye karar verdi. Selçuklu ordusunun büyüklüğü karşısında korkuya kapılan Müslim, işi görüşmeler yoluyla çözmeye çalıştı. Fahruddevle ırktaşı Müslim’le ve akrabaları olan Musullu Araplarla savaşmak istemeyip anlaştı. Anlaşmaya göre Selçuklu ordusunun geri çekilmesi gerekiyordu, ancak Artuk Bey, ordunun geri çekilmesini kabul etmedi ve “Sultanın sancağını asla geri çekmeyeceğini” ifade ederek komutanına karşı geldi.

Barış görüşmelerinden huzursuz olan Türkmen askerler de bir gece baskınıyla Arap ordugahını yağmaladı. Fahrüddevle ile Artuk Bey arasında bu konuda da bir anlaşmazlık yaşandı. Fahruddevle, bütün ganimetlerin toplanıp Isfahan’a gönderilmesini buyurunca Artuk Bey; “Biz, savaş adamıyız, tutsakları hapsetmek ve ele geçirdiğimiz ganimetleri geri vermek, bizim törelerimize uymaz, biz onları ya satar ya da azat ederiz” diye karşılık verdi. Katıldığı hiçbir savaşta yenilgi yüzü görmemiş olan Artuk Bey, bu anlaşmazlıklardan dolayı Fahruddevle’nin Melikşah nezdindeki karalama faaliyetleriyle şüpheli duruma düşmüş, sultanın güvenini kaybetmişti.

Mervanoğlu Mansur, ülkesini kurtarmak için gizlice Diyarbakır’dan çıkıp Isfahan’a Melikşah’ın huzuruna gitti ancak bütün çabalarına rağmen huzura kabul edilmedi. Diyarbakır kuşatması sürerken zor durumda kalan Müslüman halk isyan etti ve bir gece kapıları açıp Selçuklu ordusunu içeri aldı. Bir buçuk yıla yakın süren bu seferin sonunda Mervanlıların hakimiyetindeki her yer Büyük Selçukluların eline geçmişti. Bu şehir ve kalelere Türkmen vali ve komutanlar atanınca bunların boy ve oymaklarına mensup insanlar akın akın gelip bölgeye yerleştiler, yaylak ve kışlaklar kurarak nüfusun Türkleşmesini sağladılar.

 

Güneydoğu Anadolu’da Selçuklu Beylikleri

Sultan Melikşah’ın 1092’de ölmesinden sonra saltanat çatışmaları baş gösterdi. Bu sırada Suriye bölgesine hâkim olan Tutuş, Suriye’nin kuzeyi ile Diyarbakır bölgesine de hâkim oldu. Tutuş’un hâkimiyeti sırasında ve sonrasında Güneydoğu Anadolu bölgesinde şu beylikler kurulmuştu:

1.Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te Artukoğulları

2.Diyarbakır’da Yınaloğulları

3.Siirt ve Erzen’de Toganarslanoğulları

4.Van ve Ahlat yöresinde Sundukoğulları ve daha sonra ise Ahlatşahlar

Bölgede bu beyliklerin kurulmasıyla yoğun bir Türk yerleşmesi yaşandı. Daha sonra bu bölge, Haçlılarla mücadelede önemli yeri olan Türk güçlerinin yığınağı oldu. On üçüncü yüzyılın başlarında Anadolu’da birlik sağlamaya çalışan Türkiye Selçuklu Devleti, zaman içerisinde bu beyliklerin tamamını ortadan kaldırdı. Bunlar içerisinde en uzun ömürlü olanı, Mardin başkent olmak üzere yaklaşık üç yüzyıl yaşayan Artukoğulları olmuştu.

Bu yazıdaki bilgilerin kaynağı, merhum Ali Sevim Hoca’nın Anadolu’nun Fethi adlı değerli eseridir.

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Milliyetçiliğimizin Kaynakları – 67

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.