Dr. İbrahim KARAER

 

 

NOT: Bu yazı, Senirkent Yükseliş gazetesinin Kasım 2017 tarihli 221.sayısından itibaren dört bölüm halinde yayınlanan “Büyükkabaca Kasabası Tarihi” başlıklı yazımızın yeniden gözden geçirilmiş halidir. Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinden tespit ettiğimiz belge kopyalarının görüntüleri ve transkribelerini ilave edip, yeni değerlendirmelerle yazımızı zenginleştirdik.

 

Büyükkabaca Kasabasının Konumu

 

Büyükkabaca kasabası, Isparta ili Senirkent ilçe merkezine bağlı nüfus ve ekonomik bakımından gelişmiş bir kasabadır. Büyükkabaca kasabası, Karakuş dağlarının güney kesimi ile Senirkent ovasının birleştiği alanda, Sarp Dere Vadisi içinde kurulmuş; daha sonra güneydoğu yönünde gelişmiştir. Kasabanın kuzeyinde Afyon, batısında Başköy ve kısmen Uluğbey, güneyinde ve güneybatısında Senirkent, Yassıören, Ortayazı; doğusunda Garip ve Hoyran gölü, kuzeydoğuda ise Gençali köyleri bulunmaktadır. Verimli tarım arazilerine sahip olan kasaba, Isparta il merkezine 81, Senirkent ilçe merkezine 12 kilometre mesafededir.

 

Büyükkabaca Kasabasındaki Tarihi Yerleşimler

 

Büyükkabaca kasabasının kurulduğu yerde eski bir yerleşim ve antik kalıntı yoktur. Ancak, kasaba sınırları içinde Tunç Çağı (M.Ö.3000-1200) dönemine ait malzemelerin bulunduğu Aralık (Ulaş) Höyük ve Tohumkesen Höyük bulunmaktadır. Prof. Dr. Mehmet Özsait, Büyükkabaca kasabasında Ay Deresi, Mal Tepesi, Takkeli Tepe, Kılburun ve Küçük Acemoğlu mevkiinde kaya ve oda mezarları ve ilk tunç çağına ait yerleşimler tespit etmiştir (Özsait, 2009: 129).

 

Uluborlu ve çevresinde 1880’li yıllarda araştırmalar yapan Sitlington Sterrett, Büyükkabaca’daki üst mezarlıkta, cami avlusunda, köy çeşmesinin duvarında bulunan yazıtların kopyalarını yayım­lamıştır. Sterret, Büyükkabaca üst mezarlığındaki kitabelerden birinin M.S. 23. yıla ait olduğunu belirtmiştir (Sterret, 1888: 400-402). Sterret’in sözünü ettiği yazıtlardan bazılarının bugün Isparta Müzesi ve Büyükkabaca kasabası belediye parkında sergilendiğini tahmin ediyoruz. David French, Sterret tarafından tespit edilen iki mil taşına ilave olarak Orta Mahalledeki caminin karşısında, Boda Kırı Mancarlı mevkiindeki Hüseyin Erdem’e ait tarlada ve yerini belirtmediği üç mil taşı daha tespit etmiştir (French, 1988). 148-149).

 

Mehmet Özsait Başkanlığında 2013 yılında yapılan araştırma sonucu hazırlanan raporda; Büyükkabaca kasabası Belediye Parkında sergilenen eserlerin çevreden toplanan mil taşı ve mezar taşı gibi eserler olduğu belirtilmiştir. Bu taşlardan altı tanesi yazıtlıdır, yani üzerinde yazı vardır. Üst kısmı kırılmış olan ve üzerinde yazılar bulunan mil taşı, M.S. 333 ile 337 yıllarına tarihlenmiştir. Aynı ekip tarafından Büyükkabaca Yaylasında 2013 yılında yapılan araştırmalarda zemin altına yapılmış beş mezar tespit edilmiştir. Raporda; mezarlardan bazılarının eski eser kaçakçıları tarafından tahrip edildiğine dikkat çekilmiş; Takke Tepe’nin doğu eteğinde monoblok bir kayaya oyulmuş iki adak/sunu çukurunun görüldüğü belirtilmiştir (Özsait vd. 25.03.2014). Bu bilgilerden, Büyükkabaca kasabası çevresinde ilk çağlardan itibaren insan yerleşmelerinin olduğu anlaşılmaktadır.

 

Uluborlu, ilk kez İstanbul’u fethetmek için bu bölgeden geçen İslam ordusu komutanlarından Fedale b. Ubeyd tarafından M.S.669 tarihinde; Halife Mu’tasım’ın komutanlarından Afşin Bey tarafından H.223 (M.838) tarihinde ikinci kez fethedilmiştir (Şenel, 2013: 41,47). Durmuş Tokmak, Büyükkabaca kasabasının Aşağı Mahallesinde bulunan İmircin’in hemen alt tarafından başlayarak Demirliönü’ne giden asfaltın üst tarafında “Araplar mezarlığı” denilen bir mezarlık bulunduğunu ve bu mezarlıkla ilgili pek yaygın olmayan bir rivayet olduğundan söz etmiştir. Bu rivayete göre; “Emeviler Devleti zamanında 669 yılında İstanbul’u kuşatmaya giden Muaviye ordusu Bizanslılarla karşılaşmış, yapılan savaşta şehit düşenler buraya gömülmüştür.” Bu yüzden buraya “Araplar Mezarlığı” denilmiştir. Durmuş Tokmak, bu rivayete itibar edilmemesi gerektiğini, burada yatanların Arablı aşiretine bağlı Türkmenler olduğunu söylemiştir (Tokmak, 05.10.2009). Ancak, bu bölgede, Bizans ile Emevi ve Abbasi orduları arasında yaşanan mücadeleler dikkate alındığında, Durmuş Tokmak’ın Büyükkabaca’daki Araplar Mezarlığı hakkındaki açıklamalarına temkinli yaklaşılması gerektiğini düşünüyoruz. Büyükkabaca’da “Araplar Mezarlığı” olarak anılan mezarlığın, Bizans ile çarpışırken şehit düşen Emevi veya Abbasi ordularındaki askerlere veya İslam’ın yayılma döneminde buraya yerleşmiş Müslüman Araplara ait olması ihtimali yüksektir. Çünkü benim bildiğim kadarıyla yöremizde aşiret adı ile anılan başka bir mezarlık yoktur. Uluğbey köyünde de, “Araplar Mezarlığı” olarak anılan bir mezarlığın mevcut olduğunu belirtelim.

 

Uluborlu ve çevresi ilk defa 1074 yılında Türkler tarafından fethedilmiştir. XV. Yüzyıl sonlarına kadar Büyükkabaca köyü hakkında elimizde herhangi bir belge mevcut değil. Ancak, 1402 yılında cereyan eden Ankara Savaşından sonra Uluborlu’yu zapt eden Timur’un Büyükkabaca köyünü ziyaret ettiği ve kendisine tüyleri yolunmuş bir keklik hediye edildiğine dair bir efsane mevcuttur.

 

Salganeyük / Namraş Köyü

 

XV. ve XVI. Yüzyıl tapu tahrir defterlerinden Büyükkabaca kasabası sınırları içinde bulunup, günümüze kadar varlıklarını sürdürememiş bazı köyler olduğunu biliyoruz. Bu köylerden Salgan Eyüğü (Salganeyük) köyünün diğer adı Ulaş (Namraş) olarak geçmektedir. Uluborlu kazasına bağlı orta büyüklükte köylerden biri olan Salganeyük’te 1478 tarihinde 62 nefer, 1568 tarihinde ise 27 hanede 71 nefer yaşamakta idi. Bazı kayıtlardan 1800’lü yıllarda bu köyün varlığını sürdürdüğü anlaşılmakta ise de 1844/1845 tarihli Uluborlu Kazası Temettuat defterinde; Salganeyük (Tamraş) adı geçmemektedir (Karaca, 2012: 179,191). Salganeyük adındaki “eyük”, “üyük” kelimesi “höyük” kelimesini çağrıştırdığı gibi köyün diğer adının Ulaş (Namraş) olarak yazılması, bu köyün Büyükkabaca sınırları içindeki Ulaş Höyük yakınında olduğunu göstermektedir (Karacan, 2012: 52-53).

 

Yuva ve Kayılı Köyleri

 

Yuva köyünün Salganeyük köyüne yakın bir yerde olduğu tahmin edilmektedir. Bu köyde, 1478 yılında 15 nefer, 1521 yılında 20 neferi bulunmakta idi (Karacan, 2012: 52-54). Kayılar (Kayılı) köyü, Büyükkabaca kasabası sınırları içindeki Namraş mevkiinde idi. Bu köy, XVI. yüzyılda Uluborlu kazasına bağlı küçük köylerden olup, 1568 tarihinde 16 hanede 40 nefer yaşamakta idi (Karaca, 2012: 179-191). Bugün Namraş’ta bulunan mezarlık, Kayılı köyüne aittir. Yine Büyükkabaca sınırları içinde bulunan “Kayı Bağı” mevkisi Kayılı köyünün arazisidir. Bu köyün daha sonra Yörükkabacalı köyüne taşındığı tahmin edilmektedir (Karacan, 2012: 56).

 

Çaylak Köyü

 

Büyükkabaca’daki eski yerleşim yerlerinden birisi de Çaylak köyüdür. Çaylak köyü, XV. ve XVI. yüzyıllarda Uluborlu kazasına bağlı küçük bir köydür. Burada 1478 tarihinde 8, 1568 tarihinde 5 nefer yaşamakta idi (Karaca, 2012: 179,191). Çaylak köyü, Kanuni Sultan Süleyman zamanında (1520-1566) geliri vakıflara tahsis edilen vakıf köyüdür. Bu köyde, Çaylak Kuyusu Vakfı vardı ve köyün geliri bu kuyuya vakfedilmişti. Bu vakfın gelirinden, Çaylak kuyusunun ve Yörükkabacalu (Büyükkabaca) köyündeki çeşmenin bakım masrafları karşılanmakta idi. Çaylak köyü, 1700’lerden sonra Yörükkabacalu köyüne taşınmıştır. Çaylak mevkii, Karakuzu Dağının Gelincik tepesine bakan yamacıdır. Belediye Soğuk Hava Deposunun yanından başlayarak Senirkent’e giden asfaltın üst tarafına düşer. Soğuk hava deposunun önünde asfaltın üst tarafında bulunan mezarlık, Çaylak köyünün mezarlığıdır (Tokmak, 05.10.2009). XVIII. Yüzyıl ilk yarısına ait belgelerde Çaylak köyü adı geçmektedir. Köy, daha sonraki bir tarihte dağılmış olmalıdır. 438 numaralı defterde Çaylak köyünde padişah hassı olarak 3 nefer Yörük kayıtlıdır. Yusuf Halaçoğlu, Çaylak Yörüklerini Afşar boyuna bağlı olarak gösterir (Karacan, 2012: 56). Büyükkabaca kasabasında Çaylak adlı bir sülale bulunduğu gibi, Senirkent ilçe merkezinde de “Çaylak” soyadını taşıyan geniş bir aile mevcuttur. Bu ailenin Çaylak mevkii olarak anılan ve Yassıören köyü altına kadar uzanan arazileri bulunmaktadır.

 

Susuz ve Umuroğlu Köyleri

 

XV. ve XVI. yüzyıllarda Uluborlu kazasına bağlı olan Susuz ve Umuroğlu köylerinin de Büyükkabaca kasabası sınırları içinde bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu köyler, küçük köylerdi.  Diğer adı “Doğan” olan “Susuz” köyünde 1478 tarihinde 18 nefer, 1568 tarihinde 15 hanede 28 nefer yaşamakta idi. Umuroğlu köyünün diğer adı Şuayb olup, burada 1478 tarihinde 16 nefer, 1568 tarihinde ise 15 hanede 33 nefer yaşamakta idi (Karaca,2012: 179,191). Susuz köyünün, “Büyükkabaca sınırları içindeki Susuz (Susuz kuyusu) denilen bir mevkide; Umuroğlu köyünün de “Omurlu” denilen mevkide bulunduğu tahmin edilmektedir (Karacan, 2012: 52-54).

 

Büyükkabaca Adının Kaynağı

 

Kasabanın adı, 1478 tarihinden XIX. yüzyılın başlarına kadar belgelerde “Yörükkabacalu”, “Yörükan Kabacalu”, “Kabacalu Yörük”, “Kabacalu”, “Kabaca” veya “Kabacalar” ve Kabaca-i Kebir olarak geçmektedir. Kadir Karacan’a göre; köyün adı Osmanlı Arşivinde bulunan Hamid sancağı ile ilgili en eski tahrir defteri olan TT30 numaralı 1478 tarihli defterde Hamid sancağına bağlı Uluborlu kazası köyleri arasında Yörükkabacalı olarak geçmektedir. XV. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla kadar köyün ismi Osmanlı arşiv belgelerinde genellikle Yörükkabacalu, bazen de Kabacayörük olarak geçmektedir. 1820’li yıllardan sonra ise, Kabaca-i Kebir olarak yazılmaya başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Kabaca-i Kebir adı kullanılmaya devam etmiş; soyadı kanununun kabulünden sonra düzenlenen evraklarda Büyükkabaca adı kullanılmaya başlanmıştır (Karaca, 2012: 67).

 

Büyükkabaca Belediye Encümeni, 15.02.1974 günlü toplantısında; “komşu belediyelerce küçümsenmekte olduğu gerekçesiyle Büyükkabaca adının “Esendere” olarak değiştirilmesini” kararlaştırmıştır. Bu değişiklik teklifi; Bakanlar Kurulunca 6 Aralık 1974 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe konmuştur (Belge 12-13 CCA 030.18.01.02.323-75-2).

Kasabanın adı, 22.11.1984 tarih ve 84/8804 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile tekrar “Büyükkabaca” olarak değiştirilmiş ve halen “Büyükkabaca” adı kullanılmaya devam edilmektedir (Belge-1 14-15 CCA 30-18-1-2 /521-291-4).

 

Kadir Karacan; kasabanın adı ile ilgili olarak “Kabaca” kelimesinin Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe sözlüğüne göre; ‘kaba bir biçimde, irice, büyükçe, yaklaşık’ manalarına geldiğine atıf yaparak “Kabaca” adının sözlük anlamına dayanılarak kullanıldığını söylemenin çok doğru bir yaklaşım olmadığını söylemiştir (Karacan, 2012: 66). Buna gerekçe olarak da Osmanlı döneminde; Ankara Ayaş’a tabi Kabaca köyü, Manyas’a tabi Kabaca köyü, Arnavutluk’ta Premedin’e bağlı Kabaca köyü, Aydın Sultanhisar’a tabi Kabaca köyü, Yılanlıca kazasına tabi Kabaca köylerinin mevcut olduğunu, bunun başka nedenlerinin olması gerektiğini belirtmiştir. Hüseyin Şekercioğlu’na göre;  Kabacalılar kendi dokudukları “kabaca şalvarı” giydiklerinden ve kaban veya kabalı adını verdikleri keçeden diktikleri bir ceketle dolaştıklarından dolayı onlara kabalı oğulları veya Kabacalı oğulları da denilmiştir. Kabacalılar, bağa bahçeye çok önem verirler ve dokumacılık yaparlardı. Asılları Karluk Türklerinden olan Kabacalılar çok güzel halı dokurlar, akkeçi (tiftik keçisi), akkoyun yetiştirirler, ak köpek beslerler, ak dokuma kumaş giyerlerdi (Şekercioğlu, 2003: 134).

 

 

Büyükkabaca tarihine zenginlik kazandıracağını düşündüğümüz Büyükkabaca kasabasının bu adı alması ile ilgili bir efsaneye yer vermekte fayda gördük. Bu konuda anlatılan efsane şöyledir: Timur ordusu ile Kabaca’ya uğradığında, Kabacalılar, Timur’a saygılarını ifade etmek için bir keklik hediye etmek isterler. Kekliğin tüylerini yolup, Timur’a takdim ederler. O zamanlar, o yerin adı Kabaca değildir. Timur “Bu kuş ne kuşudur” diye sorar. Kabacalılar “Buna keklik derler” diye cevap verirler. Timur “Bu hayvanın şekli şemali böyle midir?” diye sorunca, Kabacalılar “Hayır, size hediye etmek için yolduk” derler. Bunun üzerine Timurlenk “Böyle kabalık olur mu? Ne kaba adamlar!” der. Bu olaydan sonra, köyün adı Kabaca olarak adlandırılmıştır (Yıldırım, 2006: 226).

 

Timur, Yıldırım Bayezit’i mağlup ettiği Ankara Savaşından sonra Sivrihisar, Seyitgazi, Kütahya ve Denizli yolundan İzmir’e gitmiş; İzmir’deki Latin kalesini aldıktan sonra Denizli, Dinar üzerinden Uluborlu’ya gelmiştir. Timur, 18 Ocak – 8 Şubat 1403 tarihleri arasında Uluborlu’da kalmış; daha sonra Eğirdir’e gitmiştir. Efsanede anlatılan keklik hikayesi elbette abartılıdır. Büyükkabaca kasabası adını bu efsaneden değil, “Kabacalu” cemaatinden almıştır. Efsanede anlatılanlara bakarak, Timur ile Kabaca halkı arasında sıcak bir ilişkinin varlığından söz edebiliriz. Kendisine yolunmuş keklik hediye edilen Timur, buna öfkeli bir tavır sergilemez; sadece “ne kaba adamlar” diyerek tepki gösterir. Bu efsaneye dayanarak Senirkent yöresinde devlet büyüklerine keklik hediye edilmesinin bir gelenek olduğunu söylemek de mümkündür. Böcüzade Süleyman Sami, 1910’larda yazdığı “Isparta Tarihi” adlı kitabında, Senirkent yöresinde yetişen bir çift beyaz kekliğin, II. Abdülhamid’e hediye olarak gönderildiğini ve Padişahın bu hediyeden çok hoşnut olduğunu belirtmiştir.

 

Türkiye’de “Kabaca” adını taşıyan sekiz adet kasaba, köy/mahalle mevcuttur. Bunlar, Ankara Beypazarı ve Nallıhan, Aydın Sultanhisar, Artvin Murgul, Isparta Senirkent ve Uluborlu, Kırşehir Mucur ve Zonguldak Devrek ilçelerine bağlıdır. Ayrıca, Konya Kadınhanı, Bingöl Adaklı ilçelerine bağlı iki adet “Kabacalı” adlı köy vardır. Bu köyler ile Senirkent ilçesi Büyükkabaca kasabası arasında tarihi bir bağın olup olmadığı hakkında elimizde belge mevcut değil. Ancak isim benzerliğinin yanı sıra bu yerleşmeleri kuran halkların aynı kökten olduklarını gösteren bazı bilgi kırıntıları mevcuttur. Mesela; Bingöl Adaklı ilçesine bağlı Kabacalı “Kabacalı” köyünün tarihçesinde, köy halkının Batı Horasan’dan geldikleri belirtilmiştir (Kabacalı, 25.07.2016). Salih Zeki Yıldırım, Oğuz Türklerinden Kabacalılar boyunun, Anadolu’da 125’den fazla köy, kasaba kurduklarını, pek çok büyük adam yetiştirdiklerinden söz etmiştir (Yıldırım, 2003:112).

 

Büyükkabaca Kasabasının Kuruluşu

 

Büyükkabaca’yı kuranlar 1220-1230 tarihlerinde üçüncü büyük göç dalgası ile Horasan bölgesinden gelen Oğuz boylarından Yıva boyuna bağlı Kabacalu cemaatidir. Göller bölgesine gelen cemaat önce yarı yerleşik olarak bölgede yaşamını sürdürmüş, sonra Yörükkabacalu köyünü kurarak yerleşmişlerdir (Karacan, 2012: 67-68). Biz de, Kadir Karacan’ın “Büyükkabaca kasabasının Oğuz boyuna bağlı Kabacalu cemaati tarafından XIII. yüzyılın başlarında kurulduğu” görüşüne katılıyoruz.

 

Esendere adının, Büyükkabaca olarak değiştirilmesiyle ilgili Danıştay 3. Dairesinin 21.09.1984 tarihli kararında; adı geçen belediyenin, 1228 yılında köy olarak kurulduğu belirtilmiştir. Bu bilgi, Kadir Karacan’ın görüşünü doğrulamaktadır (Belge-2 CCA 30-18-1-2/ 521-291-4).    

 

Büyükkabaca kasabasının kuruluşu hakkında elimizde herhangi bir belge olmadığı gibi, tarihi kaynaklarda da herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak bu konuda Hüseyin Şekercioğlu ve Salih Zeki Yıldırım’ın tarihi kaynağa dayanmayan görüşleri mevcuttur. Şekercioğlu’na göre; Büyükkabaca kasabasını kuran Kabacalı Türkler, Türkistan’ın Merv ve Aşkabat şehirleri arasında Seybanlı (Gezer Beyleri) ve Şeybanlı (Şehir Beyleri) emrinde Hazardenizli ve İldenizli Türklerine bağlı olarak yaşamakta idiler. Ülkelerinin önce Celaleddin Harzemşah, daha sonra Moğolların tecavüzüne uğramasından sonra İldenizli Pehlivanoğlu Muhammed Bey ve oğlu Mehmet Bey emrinde Anadolu’ya girdiler. Sivas, Tokat ve Kayseri yolu ile Salur Türkleri ile Konya’ya gelen Kabacalı oymakları, Göller bölgesindeki Denizli, İsparta, Afyonkarahisar ve Konya bölgesine yerleştiler. O tarihlerde Isparta ilinin Senirkent (Tolban) Tolabeyli ilçesine bağlı, Senirkentlilerin kurduğu Tolca veya Tulca köyünün merkezine yerleşerek o köye Büyükkabaca adını verdiler (Şekercioğlu, 2003: 134). Şekercioğlu’nun Kabacalı Türklerin yaşadıkları yerler ve Anadolu’ya göç sebepleri hakkında verdiği bilgiler, diğer kaynaklardaki bilgilerle örtüşmektedir. Ancak, Tolban/Tolabeyli şehri hakkındaki bilgiler hatalıdır. Şekercioğlu’nun bahsettiği “Tolban” şehri, Tymandos (Yassıören)’un kuzeyindeki bugün Ayazmana dediğimiz mevkide bulunan “Talbonda” şehri olması gerekir. Talbonda şehri sakinlerinin Büyükkabaca kasabasının olduğu yerde “Tolca” veya “Tulca” adında köy kurdukları hakkında elimizde bilgi yok.

 

Salih Zeki Yıldırım, “Kabaca” adının, Orta Asya’da kurulan Delhi Türk İmparatorluğunun vezirlerinden Nasrettin Kabaca’ya atfen kullanıl­dığını belirtmektedir. Nasrettin Kabaca’nın 1228 yılında vefatından sonra kendisine bağlı topluluklar Anadolu’ya göç ederek muhtelif bölgelere dağılmış, bunlardan Uluborlu mıntıkasına gelen iki kardeşten küçüğü Uluborlu’ya bağlı Küçükkabaca’ya, büyüğü ise Senirkent’e bağlı Büyükkabaca’ya yerleşmişler ve bu köyleri kurmuşlardır. Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen boylar arasında Kabalar, Kabalılar, Kebeliler, Kabaloğulları ve Kabacalılar isimli oymaklar vardır. Yıldırım’a göre bu boyların hepsi aynı köktendir. Büyükkabaca’nın kuruluşu ile Küçükkabaca köyünün kuruluşu eşzamanlı olup, iki köy kardeş köydür, iki köydeki sakinler arasında akrabalıklar halen devam etmektedir (Yıldırım, 2003: 74,110).

 

Uluborlu kazası ve Senirkent ovası 1182 tarihinde kesin ve kalıcı olarak Selçuklu hakimiyetine girmiştir. Türklerin bölgede hâkimiyet kurmalarından sonra Kabadayı oğulları (Kabaloğulları) Aşi­reti’nin Büyükkabaca’ya yerleştiği, bir süre sonra Antalya’ya göç eden aşiretten iki kardeşin buraya geri döndüğü ve küçük kardeşin Küçükkabaca’ya, büyük kardeşin Büyükkabaca’ya yerleşerek bu köyleri kurdukları rivayet edilmektedir (Çetin, 2002: 123). Bu rivayeti, 1965’li yıllarda babamın asker arkadaşı Büyükkabacalı İsmail amcanın annesi Zele Teyzeden ben de duymuştum.

 

Yörükler için yaşayacakları yerin iklim şartları havası, coğrafi konumu çok önemlidir. Büyükkabaca kasabasının kuruluş yeri ile ilgili şöyle bir efsane anlatılır: Kabaca’ya gelen Yörükler buraya yerleşmek isterler. Yörüklerin büyükleri en serin yeri tespit etmek için birkaç bölgeye hayvan akciğeri astırır. Ciğerin en geç kokup çürüdüğü mevki, şu anda Büyükkabaca kasabasının bulunduğu yerdir. Bu sebeple Yörükler buraya yerleşmişlerdir (Yıldırım, 2006: 167).

(Devam edecek)

Dr. İbrahim KARAER

Ankara / 30 Nisan 2023

Yorum bulunmamaktadır.
Konu: BÜYÜKKABACA KASABASI TARİHİ – 1

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.