1972-73 öğretim yılında DTCF’ye kaydoldum. Konya Yurdunda kalıyordum. Hafta sonları, YIBA’da (Yıldırım Beyazıt Çarşısı) ocağımızın seminerleri olurmuş. Orada dinlediğim ilk seminerci, Ahmet Bican Ercilasun’du.
Bir hafta sonu seminerinde Başbuğ konuşacaktı. YIBA’nın merdivenlerine iki geçeli sıra olduk. Başbuğ göründü ve gür bir ses, “Başbuuuuğ!” çekti. Koro hâlinde ve yüksek sesle cevap verdik: “Başbuğ Türkeş! Başbuğ Türkeş!..” Bir sessizlik, Başbuğ ağır ağır merdivenlerde… Tam önümden geçerken, narayı patlattım: “Başbuuuuğ!..” Başbuğ, hafifçe dönerek gözüme baktı, dizlerimde derman kalmadı ve hâlâ kimsede “tıs” yok; bir gaf yaptığımı anladım. İlk kez bu kadar yakından görmüştüm ruhuma işleyen bakışlarını.
İkinci olarak kara eylül fırtınası hapsinden çıkınca, ülkücüleri derleyip toplama gezilerinde yolu Niğde’ye düştü Başbuğ’umun. Bor ilçesinde gündüz, halka açık, etkili bir konuşma yaptı. Burada gereken alt yapıyı, daha önceki yıllarda; ocak açarak, parti kurarak, geceler düzenleyerek hazırlamıştık zaten. Oldukça büyü bir kalabalık vardı. Konuşmadan sonra heyet Niğde’ye geçti.
O gece Bor Ülkü Ocağından yirmi beş arkadaşla, saat 22.30 sularında Bor’dan Niğde’ye gittik. Görüşmek istediğimizi, özlediğimizi söyledik.
Sanırım Mehmet Irmak Bey, “Başbuğ yorgun, henüz yattı.” dedi demedi, yukarı kattan “Bırakın çocuklarımı, gelsinler!..” emriyle yukarı lobiye çıktık.
Yeniden giyinmiş ve ayaktaydı. Tek tek elini öptük. Başköşeye oturdu. Ben de hemen yanına… Hep ben sordum, o cevap verdi. Bir ara yurt çapında ve Almanya’da ülkücüleri nasıl örgütlediğini, banliyölerde, tren istasyonlarında, banklar üzerinde yatıp kalkan her Anadolu çocuğuna nasıl ulaştığını; ayrıca odun kamyonları üzerinde Anadolu’yu nasıl gezdiğin anlattı.
Söz kişilere geldi. Bir arkadaş, Eski Niğde Milletvekili Sadi Somuncuoğlu aleyhinde söz söyleyecek oldu, “Evlâdım, Sadi Bey, benim yanıma on üç yaşında geldi. Onu ben yetiştirdim. Çok değerli ve yüksek karakterli bir insandır. Bugün bizimle olmayabilir, ama aleyhinde konuşulmasına izin vermem!” dedi.
Ertesi günü, Ankara’ya gidecekti. Sabah erkenden Bor ilçe Başkanı ile otelinden aldık. Kendi kendimizi “koruma görevlisi” atadık. E5 karayoluna çıkışta beyaz mersedesten indi: “Tamam çocuklar, bu kadar yeter, işinizin başına dönün. İlçe başkanım, halka daha yakın ol. Sen de çocuklarımıza güzel Türkçemizi iyi öğret.” dedi ve yola koyuldu. Hayli zaman orada, mersedesin gözden kaybolmasını bekledik.
Üçüncü olarak 1992 yılı Erciyes Kurultayı için Tekir Yaylası’ndaydık. Kızım Elif ve oğlum Kutalmış’la otağına vardık. “Diz vurup” içeri girdik. Kızım hemen koştu, elini öpmek istedi, Başbuğ onu öptü ve bükülü sağ bacağı üzerine aldı. Kutalmış ortada, büyük bir sini üzerindeki üzüm yığınına saldırdı ve kocaman bir salkım üzüm aldı. “Kutalmış bırak” diyecek oldum, “Dokunma oğluma, gel yanıma Kutalmış oğlum.” diye çağırdı ve onu da sağ koltuğuna oturttu. Cesaret edip bir fotoğraf çekemedim, ama o kutlu Tekir Yaylası’nda kılınan kutlu cuma namazında, hemen arkasındaydım. Rahmetler diliyorum.
Bayram SÖNMEZ
Yorum bulunmamaktadır.