Bilge Tonyukuk dedemizden beri bilenlere verilen değer yolumuzu açıyor. Bizde yönetme sanatının büyük bir edebiyatı vardır. Gücün nasıl kullanılacağının ölçüleri yüzyıllar içinde ruhlara kazınmıştır. Âsafnâme, Pendnâme gibi eserler devlet yönetenlerin el kitaplarıdır. En eskilerinden biri Kutadgu Bilig‘tir. Bu eserlerde verilen ilim ve iktidar sahiplerini bağlayan ölçüler muhteşemdir. Tabiidir ki bu sağlam kıstaslardan uzaklaşıldığı, şimdiki gibi düzenlerin bozulduğu, geleneğin sözden ibaret kaldığı olur. Böyle zamanlarda ilim ve hikmet sahiplerinin işi daha da zorlaşır. Gücü eline geçirenin freni ya tutmaz ya büsbütün boşalmıştır. Karşı çıkanları türlü belâlar bekler. İnsanlık tarihinin en büyükleri saydıklarımız o belalara uğrayanlardır. Doğu’da, Batı’da, Sokrat‘tan Farabi‘ye, Galile‘den Pîrî Reis‘e düşünmenin bedeli ağırdır. Zindanı ve ölümü göze almayan bu yollarda yürüyemez. Göze alırlar. Çünkü bilmeye ve hakîkate iman, inanışların en üstünüdür. Yaradılışın şifresini anlamaktır. Tanrı’yla bilişiklik kurmaktır diyen de çıkar. Peygamberler, velîler, filozoflar, şairler bu yaradılış gerçeğini yaşar ve yaşatırlar. En ağır bedeli Peygamberler öder. İslam Peygamberinin insanlık tarihinin en büyüğü kabul edilmesi, en fazla çile çeken olmasıyla da ilgilidir. Bedelsiz bilgiye ve hikmete varılmaz. Dinden bahsetmiyorum, tarihi ve yaradılışı yüzünden okumaya çalışma derdindeyim.
Ebû Hanife örneğinde bilim geleneği
Önce bir yanlışımı düzeltmeliyim: Hocaların Hocası, yaşayan Türk bilgesi, adı gönlümü ışıtan Prof. Dr. E. Ruhi Fığlalı Bey hatırlattı: Ebû Hanîfe‘nin, geçen haftaki yazımda naklettiğim konuşması Harun Reşid zamanında değildir. 2. Mervan‘ın Irak valisine söylenmiştir. Devrinde yaşadığı dört halifeden bazılarına da isteklerine göre hareket etmeyeceğini, yanlışlara göz yummayacağını her vesileyle söylemiştir. Bunun için hapislere atılmıştır. Bir rivayete göre ölümü de zindandadır. Sadece o da değil, neredeyse bütün mezhep imamları, filozoflar ve âlimlerden birçokları, doğruları söyledikleri için bitmeyen baskı ve zulümlere maruz kalmışlardır. İktidarla çalışanlar her zaman çoğunluktadır.
Türk Tarihi’nde ilim ve sanat adamlarının bu tür davranışları halk tarafından da bilinir. Yavuz Sultan Selim sert bir karakterdir. En ufak bir yanlışını gördüğü vezirlerinin boynunu vurdurur. Böyle olmakla beraber ilim adamlarına ve tabii adalete saygısı derindir. İlmiye‘nin başı Zenbilli Ali Efendi‘ye sorduğu sorulardan hiç hoşuna gitmeyenleri de uygulamıştır. Mesela, -sanki üç asır sonra olacakları önlemek ister gibi- Rumeli topraklarımızdaki hıristiyanları Müslüman yapmak istediğini söyler. Zenbilli, kimseyi zorla Müslüman yapamayacağını söyleyince vazgeçer. İyi örnek binlercedir. Kötü örnekler tarihin çöplüğündedir. Siyasetin diliyle hutbe hazırlatan şimdiki Diyanet Reisi’yle bu karakter abidesi ilim, sanat ve siyaset adamlarını karıştırmamak lazımdır. Ses çıkarmayan üniversite mensupları ve zamane aydınlarıyla da.
Düşünce namusuna pranga
Bilenler bugünün en bozuk iki kurumunun Diyanet ve Üniversite olduğunda hemfikirdirler. Yıllardır hepimizi utandıran şu rektör seçimlerine bakın ne dediğimi anlarsınız. Hâlbuki madem böyle düzenlenmiş, daha ahlaki hale getirmek gayet kolaydır ve meşrudur: Her üniversitede diğerleri birinci seçilen lehine çekilse iş buraya gelmezdi. Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan‘ın en az oy alanları atama imkânını elinden alırdınız. Bunu düzeltmeyen siyaset kadar üniversitenin davranışı da ortadadır. 15 Temmuz’u fırsat bilen son Cumhurbaşkanı, herkesi ben atayacağım dedi ve olağanüstü hali normalleştirdi. Eğer hocalar hoca gibi olsa bunu da yapamazdı. Büyük çoğunluk gücün emrine girdi. Hür fikir boğuldu. Makâma, mevkıye, para eğilimi ve güç korkusuna yenildiler.
Sıkça bu ülkenin hakikatini kaybettiğini yazıyorum. Bugün her temel değer aşınmış veya terkedilmiştir. Ahlaklı bir toplum olduğumuzu söyleyemeyiz. Güven krizi her yerdedir.
Ölçüler kaymıştır. Bunu görecek ve söyleyeceğiz.
Parti ve grup bağlılığını, birilerinin hâkimiyet kaygısını bir kenara bırakıp Türkiye’yi ve doğruları düşünmeyi öğreneceğiz! Boğaziçi eylemleri, görünen sebepler dışında bize bu yolu da açıyor. Keçecizâde İzzet Molla‘nın iki yüz sene önce dediği de açığa çıkıyor. Güce yaranma peşinde, toplumu çürüten hoca-aydın-siyasetçi kalabalığının hücumu bize bir ayna tutuyor:
Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb,
Eyler anı müdâhane-i âlimân harâb
Koca şairin dediği şudur:
“Herkes bilir ki fitne, fesat ile dünya düzeni bozulmaz. Onu, -ancak- bilginlerin, hocaların, aydınların, okumuşların güce yaltaklanmaları harap eder.”
Niçin bu halde olduğumuzun en kestirme cevabını arıyorsak budur.
Kaynak: Yeniçağ
Yorum bulunmamaktadır.