Emperyalizmin yüzyıllardır kullandığı yöntemi “Divide and rule(Böl ve yönet)” biçim değiştirmişti. Yaraları, krizi, kaosu derinleştirmek yönteminde birleşen Marksist Leninistlerin, Yahudilerin, Masonların ve ABD’nin 20. Yüzyılda oyunlarında deneme tahtası olarak Türkiye’yi kullandıkları söylenebilir. “Türkiye hızla Maraş olaylarına sürükleniyordu”. Özellikle ABD, 1971’de Türkiye’yi doğusundan bölmek için, solu, kır gerillası yapmak üzere örgütlemiş, kamuoyu oluşturmuş ama bu yetmemişti. Türkiye çalışmalarında bu defa daha sağlam adımlarla yürüyecekti: Solda yeni bir düzenleme ve görevlendirme yapıldı. Sol artık Amerika düşmanlığı yapmayacak, bunun yerine faşizm düşmanlığı öne çıkarılacaktı. CİA için düşman gösterme işi çocuk oyuncağı idi ve düşman hazırdı. MHP ve Ülkücüler “Faşist”ti. Bütün basın bunu işleyecek, bu yüzden Ülkücü Hareket, fikir hareketini geliştirmek yerine sürekli savunmada kalacaktı. Marksist örgütlerin bir kısmı bölücülükte birleştirildi; APO’cular ve PKK ortaya çıktı. Alevi-Sünni ayrışması için de başta Aydınlık-TİKP grubu ve diğer örgütler yönlendirildi. Olayların tansiyonu yükseltildi. Ölümler, yaralamalar, bombalamalar ve diğer eylemler artırıldı.

ABD, aslında mutlu sona ulaşmak için daha uzun vadeli, derin ve etkili adımlar atmıştı. Özellikle yetiştirdiği iki isim Türkiye’nin en önemli mevkilerine yükseltiliyordu. Bunlardan biri, Silahlı kuvvetler içinde, kendisinin bile nasıl olduğuna şaşırdığı bir şekilde yükselen Kenan Evren, bir diğeri de siyasette yıldızı parlatılan Ecevit idi. 1945 sonrasında ABD, Türkiye’ye sadece Amerikan yardımlarını başlatmamıştı. Yardımlar vesileyle Ankara’nın göbeğinde kurduğu Jusmatt ve diğer üslerindeki görevlileri, çeşitli alanlarda, birlikte çalışabilecekleri isimleri mimlemeye ve bunları Amerika’ya vb. yerlere götürerek çeşitli alanlarda eğitmeye, görevlerinde yükselebilmeleri için, önlerini açmaya başlamıştı.

Kenan Evren, Amerikan yardımları başladıktan sonra ilgilendikleri isimlerden biriydi. Harp Okulunda 50. sıradaki bir tankçı nasıl oluyor da açılan NATO eğitim kurslarına katılmakla basamakları hızla tırmanabiliyordu? NATO’nun eğitim, planlama, yurt dışı görevlendirme işlerinden sorumlu yapıldı. Genelkurmay ikinci Başkanı ona “Gel bakalım NATO’cu” diyor, o da bunu iltifat olarak görüyordu.[1] Gün gelecek kendisine olduğu gibi yatırım yapılan “Bizim Çocuklar”dan biriyle; Ecevit’le yolu kesiştirilecekti. (Evren’in Deniz Gezmiş’le de yolu kesişmişti; Gezmiş, bir ara Evren’in evinde saklanmıştı[2] ama bu ayrı bir konu.)

Ecevit, Robert Kolejde dikkatleri çekmişti. Basın Yayın Genel Müdürlüğü, İngiltere görevi, Amerika’da iki burs[3]… Rockefeller Fonu bursu ile Harvard’a Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji çalışmak üzere gittiği ikinci bursta ona (ve Türkiye’yi yöneten birçok kişiye) hocalık yapanlardan biri, ABD’nin derin devletinin en etkili isimlerinden Kissinger idi.[4] Ecevit, yıllar sonra Başbakan olduğunda bu bursun hakkını vererek, silahlanmanın ve bölücülük faaliyetlerinin önlenebilmesi için Kuvvet komutanlarınca teklif edilen genel silah aramasına razı olmayacak, komutanları “Son 10 yılda dünyada etnik bölünmeler başladı, dünyada böyle olunca bizde de bu gibi hareketler olacak, batılı ülkeler evvela Arapların birleşmesini önlemek için Kürtçülüğü teşvik ettiler, Amerika da bir zamanlar Kürtçü unsurları tahrik etti ve bu hususu Kissinger’a söylediğimde ’Evet bir zamanlar biz de teşvik yaptık, fakat şimdi yapmıyoruz, artık aynı hataları işlemiyoruz’ dedi”, diyerek[5] uyutmaya çalışacaktı.

12 Ocak 1978 de içlerinde Bölücü, Kürtçü Şerafettin Elçinin de bulunduğu bazı milletvekilleri ile yapılan şaibeli pazarlıklar sonucu, Ecevit Başbakan oldu ve hükümeti kurdu. Elçi de bakan yapılmıştı. Ecevit’in ilk icraatı Emniyeti POL-DER’e, Milli Eğitimi TÖB-DER’e teslim etmek idi. 19 Şubat’ta İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, çiçeği burnunda sayılabilecek Kara Kuvvetleri Komutanı Evren’e Ecevit Hükümetinin kendisini Genelkurmay Başkanı yapacağını bildirdi.[6] Evren Genelkurmay Başkanı olduktan sonra da Haydar Saltık’ı Genelkurmay İkinci Başkanı, Nurettin Ersin’i Kara Kuvvetleri, Sedat Celasun’u Jandarma Genel komutanlıklarına getirdi.

ABD, çeşitli unsurlarıyla sol örgütler üzerinde çalışıyordu. Dünya devletinin ön çalışması olarak ulus devletleri bölüp parçalayarak her kıtada AB gibi Birleşik Devletler kurup bunların tepesine oturmak istiyordu. Bu amaçla Türk solunu bir kuluçka makinesi gibi kullandı. Bölücü Kürtçülüğü, Ermenilerin katkısıyla, Türk solu içinde geliştirdi; PKK, solun şefkatli kucağında büyüdü, serpildi. Yine sol partiler eliyle meclise sokuldu. Aynı şekilde Alevi Sünni ayrışması da sınıf mücadelesiyle hiç ilgisi olmamasına rağmen solun, Marksist Leninist örgütlerin kucağında gerçekleştirildi.[7] CİA ajanları, Doğudaki bölücü Kürtçülüğü ve Alevi-Sünni ayrışmasını hızlandırmak için Türk solu içinde Maoculuğa yönlendirdiği örgütleri ve ekipleri devreye soktu. Doğuda öldürme, yaralama, bombalama eylemleri arttı. Kurtarılmış bölgeler oluşturulmaya başlandı. Gaziantep kalesine Çin bayrağı çekildi.

Ne yapılıp edilecek, kanlı kitle olayları gerçekleştirilecek, sıkıyönetim ilan ettirilecek, işkence timleri kurulacak, Egedeki Notam kaldırılacak, darbe yaptırılacak, Yunanistan NATO’nun askeri kanadına döndürülecek, bunların faturası da ABD’nin Türkiye’de hedefleri önündeki en büyük engel olan MHP’ye ve ülkücülere kesilerek, ülkücüler tehlike olmaktan çıkarılacaktı. Maraş Alevi Sünni kitle çatışması ve kanlı olayları için seçilmiş pilot illerin başında geliyordu. Seçilen diğer illerde kanlı olayların devamı sergilenecekti. Maraş kurtarılmış bölge yapılabilirse Fatsa’dan Adana’ya çizilen hat tamamlanmış olacaktı.

Ecevit hükümeti iktidara gelir gelmez neredeyse Maraş’taki bütün kurumların idarecilerini değiştirdi. Kurumların başına Marksist, Leninist, Maoist örgüt elemanları getirildi. Polis Marksist POL-DER’e teslim edildi. Bütün tayinler POL DER tarafından yapıldı. Bütün okulların yönetimine TÖB-DER’li Marksist müdürler getirildi. Okullar TÖB-DER’li öğretmenlerle dolduruldu. Maraş’ta mantar biter gibi sol örgüt şubeleri açılmaya başlandı.[8] Bu sıralarda CİA Maocularının düzenlediği çevre il ve ilçelerdeki, köylerdeki Alevileri ve Kürtleri kışkırtan eylemleri tırmanmaya başladı. ABD, kullanabileceği her tür malzemeyi kullanmaya başlamıştı. Kürecik’deki ajanları, doğrusu son ekimde iyi tohumlama yapmıştı.

Peki, olayların sorumlusu kim olacaktı? Bunun da hazırlanması gerekiyordu. Bu cümleden olmak üzere Maraş’ta POL DER’li emniyet mensuplarının mührünü yaptırdıkları, ülkücülerce kurulduğu iddia edilen “Türk Yıldırım Komandoları” ve “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” ETKO adlı, tamamen hayali, iki örgüt ortaya çıkarıldı! Bu örgütün kuranlardan biri POL-DER ise diğerleri de Cumhuriyet, Aydınlık gazeteleridir.  Nitekim, Cumhuriyet gazetesi, kentte görevli “bir emniyet mensubunun” şu ifadelerine yer veriyordu: “Yapılan soruşturma kentte meydana gelen patlamaların bir provokasyon olduğunu ortaya çıkarmıştır; komandolar, özellikle kendi kuruluşları olan derneklere bombayı atıyorlar, sonra da suçu solcu gruplara yüklemek istiyorlar.”[9] (Daha sonra Maraş Olayları davalarında yargılanan Maraş POL DER başkanı Celal Ergün, ifadesinde bu çakma örgütü nasıl kurulduğunu açıklamıştı.)

Maraş olaylarının ilk habercisi bombalı paketle Malatya Belediye Başkanı Hamido’nun gelini ve iki torunuyla öldürülmesi olayı oldu. Hamit Fendoğlu Malatya’da Sünni kökenli İzollu aşiretinin önderi ve MHP’nin de desteğiyle seçilen bağımsız belediye başkanıydı. Aynı tarihlerde aynı kişi tarafından gönderilen iki ayrı paket daha vardı. Biri Alevi kökenli aşiret önderi ve CHP Kahramanmaraş Pazarcık ilçe başkanı Memiş Özdal, diğeri de Sünni bir aşiretin önde gelen mensubu ve Adıyaman vali yardımcısı Abdülkadir Aksu idi. Memiş Özdal’a gönderilen paket iki posta çalışanı tarafından açıldı ve patlamada bir postacı hayatını kaybetti. Hamit Fendoğlu’na gönderilen bomba 17 Nisan 1978 günü elinde patladı ve ardından Malatya’da büyük olaylar yaşandı. Abdülkadir Aksu’ya gönderilen bomba Malatya olayından dolayı emniyet güçlerince bombalı paket olduğu şüphesiyle güvenlikli bir şekilde patlatılmıştı. Bu olay göstermiştir ki bölgeyi yangın yerine çevirecek tam bir Alevi-Sünni çatışması planlanmıştır. Üç ilimizin ateşe atıldığı ortadadır.[10] Malatya olayları, Maraş olaylarının adeta küçültülmüş bir örneğidir: 1. Olaydan öce ildeki sağcı polislerin tayini çıkarılmıştır. 2. Öldürme ve provokasyon yapılmıştır. 3. Başbakan ve önlem alabilecek bütün merciler aranmış, ancak zamanında yardım gelmemiştir. Dönemin Malatya Valisi Cahit Bayar, olaydan önce sağ görüşlü polislerin tayinine polisteki dengeyi bozacağı için izin vermediğini, çıkabilecek olayları, durumun vahametini Başbakan Ecevit’e ve diğer ilgili makamlara bildirdiğini söylemiştir: “Farklı etnik unsurların bulunduğu illerde adaletli ve dengeli davranma zorunluluğu göz ardı edilerek gelişi güzel, (belki de kasıtlı) tayinlerle bir gerginlik ortamı oluşturulmuştu… Kitlesel bir tayin zihnimi karıştırdı. Polisin sağ kesimi (biri hariç yanlış hatırlamıyorsam elli polis), Malatya’dan alınıyordu. En azından, birbirlerini kontrol edebilmeleri açısından her iki kesimi de muhafaza etmek zaruriydi. Bu tayin olayı sadece partizanlık olarak algılanabilirse de, bende büyük bir olaya hazırlık intibaı yarattı ve bu tayin emrini uygulamadım. Maraş’ta bu türden bir tayin emrinin yerine getirildiğini haricen öğrendim… Bir vali olarak yaptığım bütün uyarıların nazarı dikkate alınmadığını üzülerek gördüm. Hatta öylesine ki; olaylara asker yardımı çok geç geldi ve hiçbir müdahalede bulunmadı. Bombalama olayının bir Alevi-Sünni ayrışmasını hedeflediği (Maraş-Sivas ve Çorum olaylarıyla görüldüğü gibi) anlaşılmaktadır. Olayın faili bulunmadı veya bulunamadı. Muhtemelen bu bir ’servis işi’ ve nisyana terk edildi.[11] (Bombalı paketler için Kissinger’ın öğrencisi Ecevit, hemen sorumlu bir adres buluvermişti: Bombaları Atom Enerjisi Kurumunda, ülkücüler imal etmişti. CİA, bir taşla iki kuş birden vuruyordu. Hem Atom Enerjisi Kurumu hem de bölgedeki olayların sorumlusu gibi gösterilerek MHP ve Ülkücüler yıpratılıyordu. Bunun koskoca bir yalan ve iftira olduğu hemen ortaya çıkacaktı.[12] Gözaltılar, sorgular, işkenceler… POL DER’li işkenceciler tarafından sorgulananlara, her yerde, “Emri Türkeş’ten aldım de, kurtul” deniliyordu.

12 Eylül 1980’de Mamak’ta C-5’te sürecek bu sorgu ve işkencelerde CIA ve işbirlikçisi Marksistler hedeflerine ulaşamayacaktı. Savcılığın hemen yanındaki işkencehaneden Nurettin Soyer’in beklediği itiraflar bir türlü gelmeyecekti. Çünkü başta Maraş olmak üzere Türkiye’nin kan gölüne döndürülmesinin sorumluları MHP ve Ülkücü kuruluşlar değildi.

 


[1] Kenan Evrenin Anıları, 1. Cilt, sf. 93

[2] Kenan Evrenin Anıları, 1. Cilt, sf. 150

1[3] ABD 1950’lerden itibaren çeşitli isimlerdeki burslarıyla gelecekte Türkiye’yi ve daha birçok devleti idare edecek olan isimleri yetiştirmiş veya yemlemiştir. Eisenhower Exchange Fellowship Bursu’nu da Demirel almıştı. (Talat Turhan, Derin Devlet, sf. 86)

[4] Mehmet Çetingüleç, Ecevit’in Anıları, sf. 94

[5] Kenan Evren’in Anıları, 1. cilt, sf.206

[6] Kenan Evren’in Anıları, 1. cilt, sf.186

[7] 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cezaevlerinde yatmak zorunda kalan sol örgüt mensuplarının çoğu Alevi gençlerinden oluşuyordu.

[8] Maraş POL-DER Şb. Bşk. Celal Ergün 30.6.981 tarihli savcılık ifadesi

[9] Cumhuriyet 22. 04. 1978

[10] Nusret https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/katliam-yanlarina-kaldi-307518

[11] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/en-yetkili-agizdan-hamido-suikasti-8415185

[12] Ülkü Ocakları’nın eski başkanları Muharrem Şemsek ve Sami Bal’ın devletin resmi bombalarını gece nöbeti esnasında kurum dışına çıkarmalarına göz yumduğu için gözaltına alınan Hasan Ali Arıkan karakolca serbest bırakılmış. Gerekçe şuydu: “Ankara Nükleer Araştırma Merkezinde devlete ait bomba yapılmadığı bir kısmı çıkarıldı ise geri kalanları merkezde olmalıydı. Merkezde hiç bomba olmadığı için suçlanmasının mümkün olmadığı…” Benzeri gerekçelerle Yenimahalle Adliyesi’nde yargılanan Muharrem Şemsek beraat etti, Sami Bal’a da takipsizlik kararı verildi.

http://arslanevi.blogspot.com/
Contributor
Do you like Arslan KÜÇÜKYILDIZ's articles? Follow on social!
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Yaraları derinleştirmek

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.