Sözün değeriyle değerlenir ve değerlendiriliriz. Söylenenin doğruluğu yetmez, iyi ve güzel olması da gerekir. Neyi nasıl söylediğine bakarak insanı teraziye koyan eski zaman anlayışı bunu bilirdi. Sözde duyulanla davranışa yansıyan arasında birlik aranırdı.
Bugün, siyaset diline bakarak sözde değer aramaya kalkan yanılmakla kalmaz, aldanışların beterine düşer. Dıranas’ın, “Gel, ey ömrün en güzel türküsü aldanış!” dediği başka bir manadır. O, hayatı yumuşatan, yaşamanın zorluğunu, kahrı ve acıyı katlanılır hale getiren bir kabule kapı açar. Bu dediğim, sahteliğin saltanatını duyuruyor. Siyasetçiler, toplumun bozukluğunu kötü ve kötüye kullanıyorlar. Ve gücü eline geçirenlerin inadına pekiştirdiği güvensizlik ve boş vermişlikler arasında bocalıyoruz.
“Böyle gelmiş böyle gider“, dehşet bir cümledir. Bozulmayı kanun üstü kuvvetle içimize yerleştiren yaygın sözlerdendir. Değil ya, diyelim ki öyle, devam mı edecek? Yanlıştır demeyecek miyiz? Yol-yordam, görgü ve kurallar yok mu sayılacak? Arkasında, “Kim gelse değişmez“ deyip durumu normalleştirecek, susacak veya alkışlayacak mıyız?
“Çürümüşlük sendromu”
Değerler üzerinden hareket ettiğini söyleyenlerin değer tanımazlığı hayatımızı böyle esir aldı. Yaşama kültürümüz bir kere daha kökünden dinamitlendi. Ne yaparsa doğru kabul edilmesini isteyen ve durmadan yalan yanlış işler peşinde kendi saltanatını pekiştirmek isteyen siyasetçi işte bu yüzden yalnız değildir. Doğruyu aramayan aydınlar, ürkek kalabalıklar bu tavra alıştı. Alışmakla kalmadı, bu ölçüsüzlükle ayarımız iyice bozuldu. Herkesin her şey olabildiği bir döneme geldik. Evet artık herkes her şey olabilir. Bir şey bilmeniz gerekmiyor. Aksine, biliyorsanız tehlikelisiniz. Bertaraf edilecekler sırasında yeriniz hazırdır. Kaliteyi hayatımızdan kovduğumuz yıllar içindeyiz. Tek ölçü sadakat. Birilerine bağlıysanız her şey olabilirsiniz. Halk dalkavukluğunu kullanan sahtelikler bütün değerleri gözümüze baka baka böyle yıkıyor.
Tek parti dönemi Millî Eğitim Bakanlarından Tahsin Banguoğlu, bana 1950 seçiminden sonra Edirne’de bir köye gidişini anlatmıştı: “İsmet Paşa’nın seçim kaybetmesine, köylü çok şaşmış; eski bir diktatör, nasıl olur gider? Bir çobana, bir kâğıt vermişler “At bunu, Ankara’da İsmet Paşa düşecek!” demişler, atmış; düşmüş ve kendi benliğini idrak etmiş. Demek ki benim bir sözüm varmış gibi bir şuur gelmiş ona ve dili çözülmüş. “E, anlat be Tahsin Bey, nasıl oldu bu iş?” diyorlar. Anlatıyorum, dinliyorlar… “Ha” diyorlar, bir ihtiyar omzuma vuruyor; “Öyleyse aldırma be Tahsin Bey; bir kâğıt daha atarız!” diyor. Yani “Seni biz düşürdük; gene biz seçebiliriz.“(A.Yağmur Tunalı, Bittiği Yerde Başlar, 245.-246. sayfalar).
Dün böyle değildi
Bu demokrasi denemesi, 1908 Meşrutiyeti’nden sonra önemli bir dönemeçtir. O zaman, Memlekette artık hürriyet var diyen ve her istediğini yapacağını zanneden kalabalıklar anarşiye varan bir ortam yaratmışlardı. 1950’de ona biraz benzer bir sonuç doğurdu. Türkiye değişme dönemlerindeki bu ölçüsüzlükleri kurallarla hizaya getirerek dizginledi. İktidarlar, kendi taraftarlarının devlet düzenini sarsacak bir aşırılığına müsaade etmediler. Devlet aklını ve dilini terk etmediler. Bugün yaşadıklarımız onlardan farklı ve görülmemiş bir denemedir.
İç yangınıyla hatırlatmak isterim: Aydın, tarafsız ve objektif bakar. Siyaset böyle diyerek görülmemiş şekilde alanı yüzde doksan oranında kontrol eden gücün bozmasını yumuşatmanın manası yoktur. Yönetenler devlet dilini terk etti. Devlet düzenini sağlayacak ve kuralları uygulayacaklar, bozukluğu tahrik etmeyi seçtiler. Bunu bu şekilde söyleyecek ve konuşacağız. Halkın kurallara bağlılığı, devlet düzenine saygısı gitgide bu yüzden azaldı. Banguoğlu‘na “Bir kâğıt atar seni yine getiririz” diyen halk, “Sen nesin ki? Senin yaptığını ben de yapabilirim…” duygusuna getirildi. Toplumun harcı dağılmaya yüz tuttu. Seçkin düşmanlığı ehliyeti öldürür, toplumlar için felakettir. Öğrenmek, bilmek, yetişmek önemini kaybettiyse at izi it izine karışmasa şaşılır.
Diyeceğim şu: Söz ayağa düştüğü için her şey ayağa düştü. İçerdeki kavga-çatışma dili, dışarda da aynı şehvetle uygulanır hale geldi. Artık düşünelim: Dostumuz kalmadıysa, yığınla derde battıysak, Van Minüt‘ten beri herkes sırayla karşımıza geçtiyse, devamlı mevzi kaybediyorsak dilimizdendir.
Sokak argosunun seviye kaldığı bir dille devlet yönetmenin imkânı yoktur. İnatlaşma olsa olsa bir kumarbaz veya külhanbeyi tavrıdır. Devlet, akılla, bilgiyle, görgüyle, kılı kırk yaran özel bir dil ve dikkatle yönetilir. Bu memleketin okumuşları güce yaranma derdinden kurtularak bunları söyleyecekler. Bağlılığımız ve sorumluluğumuz millete, memlekete ve hakikatedir. Partilere, güçlere değil!
Kaynak: Yeniçağ
Yorum bulunmamaktadır.