Bu da nereden çıktı demeyin. Elbette bir Soru Sorma Töresi‘nden bahsedilebilir. Her şeyin Töre’si olur. Binlerce yıllık Töre’mize “töresi batsın / töresi batasıca / töre cinayeti” gibi planlı ve haince saldırılar yapılmasaydı, birçok konudaki Töre’miz, yani yazılmamış anayasa maddelerimiz ayakta kalacak ve toplum bu kadar darmadağın bir toplum olmayacaktı. Töremize göre sorulacak soru vardır, sorulmayacak soru vardır.

Gençlik yıllarımdan hatırlıyorum, köyde kentte yoldan yeni gelmişlere soru sorulmaz, hemen bir abdest yeri gösterilir, elini yüzünü yıkayıp temizlenmesi, ihtiyacını görmesi sağlanır, çıkışta da kurulanacağı havlu ev sahipleri tarafından eline tutuşturulurdu. Bu süre içinde evin hamarat hanımları tarafından konuk odasına ‘Allah ne verdiyse‘ bir sofra kurulmuş olur, konuk sofraya davet edilirdi. Yemeğin bitiminde bir çay kahve faslı olur, bu fasıl sona ererken de konuğa “Yorgunsunuz, dinlenin, yatak hazır.” denilerek yatacağı oda ve yatağı gösterilir veya konuk odasına getirilen yatak yorgan serilirdi. Konuk dilerse yatar, dilerse sohbete devam ederdi.

1992 yılında Kırgızistan Televizyonuna ilk ziyaretimizde Kazakistan’dan Kazak televizyonunun tahsis ettiği arabadan iner inmez bizi ellerinde ibrikle, sabun peşkirle karşılayan televizyoncu dostlarımız, “Coldan (yoldan) geldiniz, çarşamışsınızdır (yorulmuşsunuzdur), kolunuzu yuyun!” diyerek önce bahçeye ve sonrasında içeride bizim için hazırladıkları sofraya buyur etmişlerdi. Çocukluğumu hatırlatmıştı bu bana. Ben de eve gelen misafirlere havlu tutardım. Büyüklerimden öyle görmüştüm.

Kaleminden her zaman böyle inciler saçan dostum Nevzat Torun‘dan dinledim. 

“Bayramda gözleri görmeyen hemşerimiz bayramlaşmak için gelmişti. Rahmetli annem, ‘Bekir, tatlı yer misin?” diye sordu. Cevap,

‘Maniyi baştan söyle

Kalemi kaştan söyle

Karnımın açlığı var

Ekmekten aştan söyle.’

Hemen sofra hazırlandı. Bekir Bey doyuruldu.”

Bu hatıra Türk Töresi’nin hem konuşma, sözü güzel söyleme hem soru sorma cevap verme hem de konuk ağırlama maddeleriyle ilgilidir. Bu olaya şahit olan gözler gittikçe yok oluyor. O zamanlar eve gelen konuğa aç veya yorgun olup olmadığını sormak ayıptı. Soru sormak aşağıdakine benzer fıkralarla ayıplanırdı:

Vaktin birinde yoldan gelene sormuşlar: “Aç mısın, susuz musun, uykusuz musun?” O da cevap vermiş: “Gelirken çeşmenin yanında biraz uyuduydum!

Uyanık ve zarif yolcu ‘açım’ diyor ama bunu doğrudan söylemiyor.

Zaman geçtikçe yoldan gelenlere sorulmaması gereken soru sorulur oldu. Sonra sorular kısalmaya başladı:

 “Aç mısın, susuz musun, uykusuz musun?

 “Aç mısın, yorgun musun?

 “Yorgun musun?

 “Buyurun?

 “Ne vardı?

 “?”

Belki bir süre sonra soru sorulmamaya başlanacak. Sorulmaması gerekenler sorulmaya, sorulması gereken sorular ise sorulmamaya başlanacak. Soru sorma ve cevap verme töremizi kaybedeceğiz. Soru sorma insanın doğuştan getirdiği bir erdemdir. Soru sormak insanlık gereğidir. Soru sormayanın bilimi, sanatı, dini, imanı, estetiği olmaz. Soran, sorgulayan ve cevap bulmadan sorularını bırakmayan bir toplum medeni olur. Sorusu cevaplanmayan çocuk kekeme olur, konuşamaz, konuşmaktan korkar. Günümüzde koca koca amiraller soru soramaz hale gelmişse burada büyük bir sıkıntı var demektir. Bu durum Töre’nin iyice zayıfladığının işaretidir.

Eskiden tarikat ehli, tekkeye yeni intisap edenlere her gün iki soru sorarmış. İlk soru “Bugün hiç kimsenin kalbini kırdın mı?” İkinci soru “Bugünkü namazlarını kıldın mı?” Birinci soruya evet diyene ikinci soru sorulmazmış. Nerede şimdi o zarafet!

Siyasetin ihtiraslı bencil merkezlerinde, internetin parlak kirli sokaklarında, akılllı akılsızlık kutularının dolambaçlı yollarında, yalnız ve kimsesiz dolaştıkça, çok şey kaybedeceğiz.

Gerektiğinde soru soralım, sorgulayalım. Soramıyorsak, soranları şu veya bu değer adına küçümsemeyelim. Allah düşünenleri, akledenleri ve soru soranları sever.

Hiç olmazsa “Soru Sorma Töresi“ni kaybetmeyelim.

 

Kaynak: Günboyu

http://arslanevi.blogspot.com/
Contributor
Do you like Arslan KÜÇÜKYILDIZ's articles? Follow on social!
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Soru töresi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.