Siyasetçilerin dili bozuk demekle dehşet bir karartma uyguluyoruz. Bu genelleme, “Rüşvet, çalma-çırpma her zaman vardı demek ve benzerleri gibi arızalıdır. Bozukluğu normalleştiriyor, üzerinde durulacak ve düzeltilecek bir mesele olmaktan çıkarıyor. Bununla da kalmıyor, yanlışları örtüyor. Daha fenası hesapları görülmeden siliyor. Getirdiği ağır yük nesiller boyu silinmez cinstendir. Derin ahlak problemidir.

Fenanın fenası, “Düzeltelim diyemiyorsunuz. Kaos rejimini benimseyen bir güç var ve malum usullerle susturma hücumları hemen devreye giriyor. Bu hengâmede atı alan Üsküdar’ı geçmeye devam ediyor. Yeni düzen bu. Sosyologların sosyal sermaye dedikleri, insan ve değerler aşındıkça aşınıyor. Kuralsızlık alıp başını gidiyor, bir vurgun ve kapkaç sistemi yerleşiyor. Sonucu belirsiz bir anarşiye gidiş böyle hızlanıyor.
Gerçeği örten sis ve duman bombardımanı altında, hür düşünebilme kabiliyetini korumaya çalışanlar bunu görüyor. Siyaset ve idare bildiğimiz ölçülerle yürümüyor. Oyların yarısını alan bir siyasi kadro iktidarda. Evet, büyük seçim başarısı olduğu muhakkak. Fakat seçilmenin kanunlar karşısında da kendilerine serbestlik sağlayacağını düşünmeleri ve işin garibi öyle hareket etmeleri şaşırtıyor. Düzen sıkıyor, rahat edemiyorlar. Kırmızı ışıkta biz de mi duracağız? diyenlerin psikolojisine giriyorlar. Görülmemiş yaz-boz keyfiliğine böyle geldik. Devlet fikri, devlet aklı ve devlet dili‘nin unutulduğunu düşündürecek uygulamalarla kuşatıldık. Bunları bu netlikte konuşmazsak bozulmaların önüne geçemeyiz.

 

Ne demek istiyorum?

Siyasetin dili problemli demek kaynağı gizliyor. 2010 Referandumu‘ndan sonra Türkiye’de hâkim gücün yönelişini unutmamak lazım. İktidar gücüyle beraber muhalefeti de kendisi üstlenmeye, her alanı kontrol etmeye çalışan bir yönetim erki açığa çıktı. Bu durumu “tekçilik” veotoriterleşme” gibi kavramlarla ifade edenler var. Teklik hırsı, kurdukları dile yüksek yıkıcılık perdesinden yansıyor.

Bugün medya, yüzde doksan itibariyle tek gücün kontrolündedir. Görülmüş şey değildir. Konuşulacaklar ve konuşacaklar çoğunlukla bir merkezden tayin ediliyor görüntüsü hâkim. Kadrolu elemanlar gibi gördüğünüz ve hemen hepsi aynı dilden, aynı telden konuşanlar bu tekliğin sesleridir. Bu da görülmüş şey değildir. Gün boyu konuşan ve her konuştuğu canlı yayınlanan bir hükumet başkanı da hatırlamıyoruz. Birinci işi konuşma ve propaganda olan siyasetçi ve devlet adamı tipini de yeni görüyoruz. Aldanma ve aldatma arasında bocalayışlar sebepsiz değildir. Ülkeyi bu iki olumsuz durumun yaratacağı kötü sonuçlara sıkıştıran yapı böyle doğuyor.

 

Kimin dili bozuk?

O halde, sözü dolandırmadan söylemek lazımdır. Sahibinin sesi korosunun yapışıp kaldığı sloganlar zihinler kadar problemlidir ve hakikati boğuyor. Gücü elinde bulunduranların dili bütün bağlantılarıyla bozuktur diyebilen gerçeğe yakın söz eder. Muhalefetin, bu güce göre dil bozukluğunda kabahati, yüzde on nispetinde bile değildir. Onların affedilmez suçu, hesap soramamak, baskıya karşı duramamak ve çıkış yolu bulamamaktır. O konuda zayıflıklarının üzerine gitmek ayrıdır, dil vesair bozuklukların, kötü gidişin hesabını eşit paylaştırmak ayrıdır. Öyle bir hesap kesilecekse gücü elinde bulunduranın durumundan başka tartıya çıkarılacak yoktur.

Hâsılı, “Siyasetin dili hiçbir zaman bu kadar bozulmadı demek, bütün zamanlarda söylenen devrinden şikâyet cümlelerinden biri değil, yaşadığımızdır. Dil bozukluğu derken, Türkçenin telaffuzundan çok içerikten, üslup ve seviyeden bahsediyoruz. Ağza alınmaz sözlerden bahsediyoruz. Utanarak söylüyorum, yalan yanlış beyanlardan bahsediyoruz. Utanmaktan öte kahrolarak söylüyorum: Bile bile yalan söylemekten bahsediyoruz. Aynı konuşmada beş dakika içinde iki zıt görüş söylemekten, her ikisinde de alkışlanmaktan bahsediyoruz. Bunlar varken, yetersizliği açık muhalefetin en ufak bir arızasını, hatta Amirallerin Bildirisi’ndeki gibi olmayan bir problemi günlerce konuşmak ve konuşturmaktan bahsediyoruz. Böyle sun’î(yapay) gündemler ve konularla boğulduğumuz bir dönemden nasıl çıkacağımız esaslı bir meseledir. Çünkü bu memlekette gerçek böyle karartıldı.

Bilesiniz ki bu dil ve üslup bozukluğunu düzeltmek acil işlerimizdendir. Sosyal barış ve birlik için şarttır. İlk iş, düzene ve kurallara uymaya dönüştür. Siyasetin dili demekten çok yönetenlerin dili demek ve gücü elinde bulunduranları eleştirmek olmazsa olmaz işlerdendir. Yanlışları kanıksamaya direnen bir akla ve ahlaka ihtiyacımız var. Düz ve düzgün bakacağız. Kimsenin adamı gibi bakmayan, gerçeği görüp gözeten ve söyleyenler meydan almalıdır.

Aziz okuyucum, doğrudan kültür ve sanat yazmaya dönemeyişim, günden güne ağırlaşan bu yakıcı dertlerden dolayıdır. Ayrıca bunlar da esastan kültür meselesidir. Birkaç yazı daha böyle gelecek gibi görünüyor.

Kaynak: Yeniçağ

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Siyaset dile düştü

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.