Şerif üstadım, öyle güzel bir pencere açmış ki… Böyle bir yazıyı okumak büyük bir keyifken bu yazıda konu olmak onur verici… Ben de bu hafta bu onuru sizinle paylaşmak istedim. Aslında köşemi tümüyle bir başka kaleme terk etmem de bir ilk ama harika bir ilk…

Şerif Kutludağ üstadım, İzmir Kent/Haber’de, ‘Herkesin Bir Hikayesi Var’ başlıklı yazıda, Küskün Göl’den, kendi yazımıyla “Küsgün Göl’den, söz edip neler neler anlatmış.

Buyurun beraber okuyalım.

19 Mart 2021 günü Almanya’da çok özel bir tören yapılmıştı değerli okurlarım…

Yeni tip koronavirüs (Covid-19) aşısını bulan Alman biyoteknoloji firması BioNTech’in kurucu ortağı ve CEO’su Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci’ye, Bellevue Sarayı’nda düzenlenen, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de katılımıyla Almanya’nın en üst düzey devlet madalyası olan “Yıldızlı Liyakat Nişanı” takdim edilmişti.

Bu ödül töreninde yapılan konuşmalar içerisinde Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in, “Sizlerin hikâyesi insanlık için en iyi ilham kaynağıdır!” sözü dikkatimi çekti değerli okurlarım.

Her insanın bir değil aslında çok hikâyesi vardır. Onun için bizim insanımız hikâyeyle de yetinmez de “Hayatım roman!” deyiverir sohbetlerde söz arasında.

Almanya’ya 1960 lı yıllarda başlayan işçi göçünün yarattığı sonucu bizim insanımız “Almanya: Acı Vatan!..” diye özetleyivermişti… Bu söz de gösteriyor ki Almanya’ya ekmek parası için giden vatandaşlarımızın ne çok hikâyeleri vardır; kayda geçeniyle geçmeyeniyle…

İşte, Prof. Dr. Uğur Şahin ve kıymetli eşi Dr. Özlem Türeci’nin alın teri ve emekleriyle analarının ak sütü gibi helâl ve tertemiz olarak hak ettikleri ve aldıkları liyakat nişanını ben sadece şahıslarına değil aynı zamanda 1960’tan bu yana Almanya’nın gelişmesi ve büyümesi için gençliklerini fedâ eden, alın teri döken bütün işçilerimize verilen bir nişan olarak görüyorum ve öyle değerlendiriyorum.

Hikâye deyince ya da herkesin bir hikâyesi vardır deyince, sevgili dostum Ercan Çalışkan’ın Küsgün Göl’ünden söz etmemek olmazdı elbette…

Nasıl ki, Prof. Dr. Uğur Şahin ile değerli eşi Dr. Özlem Türeci ile Almanya’da yaşmış ve yaşamakta olan vatandaşlarımızın hikâyeleri varsa, dünyada yaşayan her insan gibi Simav’da, Ankara’da ya da ülkemizin her hangi bir yerinde yaşayan insanların da hikâyeleri vardır.

Bir yazarı en çok duygulandıran hikâyeler ya bizzat kendisinin başından geçen ya da tanığı olduğu olayları işlediği hikâyelerdir. Başkalarından dinlediği olayları kurguladığı hikâyelerinde artık edebiyatın ve anlatı sanatı ile okur kitlesinin eklentilerine göre tercihler ve yönelişler kaçınılmazdır.

Türk hikâyeciliğinin ölümsüz isimlerinden Ömer Seyfettin’in hikâyelerindeki başarısının arkasında kendisinin asker olması, bizzat cephe savaşlarını yaşaması ve esir düşerek  savaşın bütün cilvelerini yaşaması vardır. Yine Türk hikâyeciliğinin bir diğer ölümsüz ismi Sait Faik’in hikâyelerindeki başarısı da doğrudan yaşantısında yer alan olayları konu edinmesidir.

Bu iki önemli yazarımız gibi sevgili Ercan Çalışkan da Küsgün Göl’de topladığı, bizzat yaşadığı ve çevresinde tanık olduğu olayları konu edinmiştir hikâyelerinde.

“Tadı Hâlâ Damağımda” , ” Küçük Şeyler”, “Dünyanın En Güzel Hikâyesi” bir aile içi yaşanmışlığın hikâyeleridir.

“78 kuşağından” diye takdim edilen; “Ne Haftaydı Be!” ile “Çığlık Ve Karanlık” bizzat yazarın DTCF yıllarında yaşadığı olayların hikâyesidir.

“Delâ” , “Yokluğun Gözü Kör Olsun” , “Bir Çakmağın Hikâyesi” , “Bir Tutam Çiçek” , “Leyleklerin Öcü” , “Küsgün Göl” , “Bu Defa Tamam” , “Seni Özledim” , “Bir Yudum Nefes” hikâyelerini okudukça yine yazarın anlatımı, duyguları ve içtenliğinden ya bizzat yaşadıkları, ya tanık oldukları ya da çevresinde yaşayan yakınlarının başlarından geçen olayları konu edindiğini anlayacaksınızdır.

Şimdi Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, “Sizlerin hikâyesi insanlık için en iyi ilham kaynağıdır.” dediği Prof. Dr.Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci’nin hikâyesi ile Ercan Çalışkan’ın Küsgün Göl’de topladığı hikâyelerin ne ilgisi vardır diyebilirsiniz değerli okurlarım. Bu sorunun cevabını da şöyle vereyim.

 Prof. Dr.Uğur Şahin ve kıymetli eşi Dr. Özlem Türeci, ödül sonrasında  ayağının tozuyla Berlin Büyükelçiliğine giderler ve büyükelçiyi ziyaret ederler.

 Bu ziyareti anlamlı kılan asıl konu ise, ziyaret sonrasında Büyükleçilik’te Atatürk’ün büstü ve Türk bayrakları arasında çektirdikleri fotoğrafı paylaşmış olmaları ve medyada bu pozu öne çıkarmış olmalarıdır.

İşte hikâyelerin ortak/püf noktaları da buradadır: Prof. Dr.Uğur Şahin ve kıymetli eşi Dr. Özlem Türeci bu fotoğrafın diliyle hem kendilerine liyakat nişanı takdim eden Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’e hem de Türk kamuoyuna asıllarını ve özlerini unutmadıklarını; bu başarının ardında Türk milletinin ve Atatürk Cumhuriyetinin var olduğunu hatırlatmışlardır.

 Sevgili Ercan Çalışkan da emeklilik döneminin bir liyakat nişanı özelliği arz eden Küsgün Göl ile çocukluğunu; çocukluğunun geçtiği Simav’ı; gençliğini, gençliğinin geçtiği Ankara’yı DTCF yıllarını ve güzelim ülkemizin güzel insanlarını unutmadığını hatırlatmıştır bir anlamda…

Ne diyeyim değerli okurlarım; herkesin bir değil birçok hikâyesi vardır da keşke her hikâye sahibi hikâyesini kaleme alsa da insanlığa armağan edebilse…

Sevgiyle…

Kalemine sağlık üstadım.  

Kaynak: Günboyu

Contributor
Do you like Ercan ÇALIŞKAN's articles? Follow on social!
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Konu yine “Ben”im ama…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.