Geldiğimiz vahim durumu bütün çıplaklığıyla görelim: Din rant alanına ve dindar sahtekâra dönüştü. “Yıllarca Marks’a boşuna kızmışız” diyenlere edecek sözümüz yok. Adamcağız, “din afyondur” derken, dinin iyiye veya kötüye kullanılabilecek en güçlü iksir gibi olma özelliğini söylemiş.
Yine açık söyleyelim: FETÖ kalkışması bizi akıllandırmadı. Türkiye üzerinden konuştuğumuz sadece FETÖ’nün paravan dini değildir. Cemaatlerin büyük çoğunluğu ve cemaatleşen tarikatler de bu yanlışa dâhildir. Uçkuruna ve midesine göre din diken kişilerin, grupların, anlayışların hayatımızı sardığını apaçık görüyoruz.
Bu hengâmede dinle siyaset iyice karıştı. Üstelik salçalı siyaset din gibi algılanır oldu ve o verimli hipnoz alanını tepe tepe kullandı. Sonuçlar önümüzde: Azgın bir iştahla kurulu düzeni yıkmaya ve doymaz bir hırsla dinin emrettiği iyiliğe (maruf) alan bırakmamaya devam ediyor. Bilmem farkında mıyız, dinden geçinenler dini yıkıyor.
Tarihe dönersek…
Dini yıkanlar tarihi de yıkıyor. Bir defa şunları bileceğiz: Orta Çağ dünyası dine dayalıdır. Osmanlı’nın hârikası, devrine göre din-dünya dengesini iyi kurmasındaydı. Zaman zaman krizler çıksa da işini sağlam tutuyor, düzeni koruyordu. Gücü, yani aklı vardı. Dünyanın en büyük devleti olmak için, kültürde, sanatta, eğitimde, sanayide, ekonomide, orduda, üstün olmalıydı, oldu. Sadece kılıcının keskinliğiyle değil, yarattığı yaşama şekilleriyle de hayranlık uyandırdı. Batılı seyyahların yazdıklarında, devlet adamlarının tavır ve ifadelerinde bu göz kamaştırıcı yaşayışa övgüler dizilmesi bu yüksekliktendir. Biz böyle üstündük.
Birkaç defa tekrar etmek zorunda kaldım: Osmanlı’ya övgüler yağdıran din simsarları kendilerine göre bir din yaratırken, yine öyle bir tarih kurmaya çalışıyorlar. Osmanlı idaresi, selefi anlayışların doğurduğu uç din yorumlarına zerrece itibar etmezdi. Bu hususu iyi anlamak lazımdır. Doğru din, doğru tarih, doğru dil bilinirse, yani cehalet hâkim olmazsa bu hayalî yapılar çöker. Osmanlı onların dediği ve dedirtmeye çalıştığı değildir. O zaman bugün olanları daha iyi anlama imkânı bulmakla kalmaz, oyunlara gelmeyiz. Afganistan’a Taliban’ın hâkim oluşunu bayram bilenler çıksa da hoş bakılmaz. IŞİD‘e, İhvan‘a kapılananlar normal karşılanmaz. Prof. Dr. Mete Tunçay demek istediklerimi özetliyor: “IŞİD Müslümanlığı Osmanlı tarihinde hiçbir zaman yoktu. Bugün bazı İslamcıların gerçekleştirmek istedikleri şey eskiyi diriltmek değil, yeni bir şey icat etmek.” (Hürriyet’e verdiği mülakat, 10 Temmuz 2016)
Darbe üstüne darbe
Her devre göre bu tür sapmalar olduğu gibi Osmanlı devrinde de vardı. Din otoritesi ve kisvesiyle konuşanlar ve fırsat bulursa devlet gücünü kendi gücüne katmak isteyenler eksik olmazdı. En ufak bir boşluk bulsalar, devletin zayıflığını yakalasalar hemen harekete geçerlerdi. Nitekim iç karışıklıklarda dini de temsil eden ilim adamları en öndedir. Üç yüz elli yıllık bir tarih kesitini ele alırsak, Türk Darbeler Tarihi‘ni inceleyecekler din ulemasının nelere yol açtığını görür. Bütün darbeler bu dinciler eliyle veya desteğiyle yapıldı. Doğrudan veya dolaylı, ulemanın başı Şeyhülislamların karışmadığı darbe yoktur.
Tekrar hatırlatmak isterim: Genç Osman‘dan, 3. Selim‘e, Abdülaziz‘e kadar şehid edilen bütün padişahların kanını akıtan yüksek bürokrasi içindeki çok güçlü din âlimleriydi. Bunlar, sonraki yıllarda yaşanacakları da hazırladı. Klasik devir bitti, 18. asırdan itibaren zayıfladık. Din ulemasının sesi daha gür çıkmaya başladı. Her yenileşme adımında devletin elini ayağını bağlamaya çalıştılar. Çöküşü hızlandırdılar ve yabana hizmet ettiler. Ceddimiz Osmanlı, son döneminde hep bu yapıların yarattığı sıkıntılarla uğraştı.
Cumhuriyet, bu olayları yaşayanların tedbirli hareketiydi. O tecrübelerle bu din sömürüsüne son verdi. Dini siyaset alanından tamamen çekti. Yeni dünyada, din-devlet ayrımına dayanan sistemler kurulmuştu. O gidişe biz de uyduk.
Ancak, öngörülemeyen şeyler oldu. 23 yıl din eğitim-öğretimi aksadı. Diyanet ve siyaset bu alanı düzenlemede tereddüt gösterdi ve boşluklar doğdu. Ülkede zaten yetişmiş insan sıkıntısı vardı. Yeni din adamı yetişmemesi sahte yapılara yaradı. Merdiven altına çekilmişlerdi. Öbek öbek cemaatleştiler. Dinin mesajının aksine kin doluydular. Bildiğimiz ve bin yıldır yaşadığımız dinden başka, adı aynı fakat farklı bir dine inanan kitlelerle karşı karşıya kaldık. Yüzyıllar içinde edindiğimiz din ve hayat tecrübesi büsbütün kenara itildi. Osmanlı’da din adamlarına rağmen halk sağlam kalmıştı. Bu boşluğu kullandılar ve halkı da bozmaya başladılar. Bunları görecek ve değerlendireceğiz.
Yaşadığımız sonuç böyle geldi: Din rant alanına ve “dindar” sahtekâra dönüştü.
Yorum bulunmamaktadır.