Kavga dili eskiden de vardı, kabul. Fakat insafla söylemeli, seviye kaybolmamıştı. Kimse kimseye uluorta ve galiz ifadelerle hitap edemezdi. Siyasetçi rakibiyle sertleşirdi. Fakat dediği uygun düşmez veya yanlış çıkarsa başına geleceği hesaplardı. Basın ve halk ayıplamakla kalmaz, diline dolardı. Demirel’in, Ecevit’in, Özal’ın, Çiller’in, diğerlerinin arızaları bugünküler karşısında epeyce masumdur.

Mahalle kavgasında edilmeyecek sözlerle siyasi hayatı doldurmak yenidir. Bir hafta içinde sadece Tayyip Bey’in söylediklerini alt alta yazmışlar, Cumhurbaşkanı sıfatı olmasa bile bir yerde hatırlatmaktan utanırsınız. Aklına geleni, işine geleni, doğruluğuna bakmaksızın, “Kim ne der?” diye düşünmeden ve kontrolsüzce söylemek keyfiliği yenidir. Eskilerin halkı azarlamaları asla düşünülemezdi. Bu da yenidir. Bürokratlar da siyasetçiler kadar basının ve halkın dikkatinden çekinirlerdi. Hele bürokratın siyasi beyanat vermesi olur şey değildi. Ölçüsüz, tehdit ve şantaj diliyle konuşmaları bu yeni düzensizliğin işidir. Basını sansür ötesi kontrol de yenidir.

Dil, üslup ve yol yordam bozukluğunun dış politikaya yansıması isebüyük felâket!“.

 

“Van Minüt”

2. Dünya Savaşı başlarında Dışişleri Bakanımız Şükrü Saraçoğlu Moskova’dadır. Montrö’yü değiştirmek ve Boğazlara hâkim olmak istemektedirler. Bizimkiler tekliflere direnince, Stalin’in katıldığı bir görüşme ayarlanır. Rivayete göre küstahça “Boğazların anahtarını getirdiniz mi?” der. Saraçoğlu’nun cevabı mücevher değerindedir: “Ekselans! Atatürk, anahtarları yanında götürdü.İşte bu seviyeyi çıkaran devlet düzenini kaybettik.

Bugün, yalancı efelik ve kabalık halkımıza üstünlük gibi gösteriliyor. Katmerli yanlıştır. Bu yüzden devlet adamlarımızın dış görüşmelerinde her zaman geriliyorum. “Eyvah” diyorum, “yine utanacağız.” Bu efeliğin zirve noktası Van Minüt‘tü. O günden sonra içeride dışarıda üst perdeden kavga dili hiç bırakılmadı. Her seçim öncesi içeridekiler yetmeyince çatılacak dış güç arayışı da o zaman başladı.

Cumhurbaşkanlığı Referandumu‘nu hatırlayın. Almanya Türkiye’deki gibi propaganda alanımızdı. Rahatsızlık verecek manzaralar oluştu. Seçim mitinglerini iptal ettiler.

Bizimkilerin istediği kaos doğmuştu ve veryansına başladılar. “Siz Faşistsiniz” diyerek öyle bir “ayar çektik” ki Merkel kendisine Hitler denmiş kadar alındı. Alman halkının en hassas olduğu bu suçlamayı beka savaşı havasında kullandıkça kullandık.

Bununla bitmedi; bir hanım bakanımız çadır devletlerinde bile görülmeyecek bir düşüklüğe yeltendi. Almanya’dan kaçak olarak Hollanda’ya geçmeye kalktı. Bu da utanılacak bir manzara sayılmak bir yana, “Gâvurluk ettiler” öfkesiyle kullanıldı. Hepimiz Almanya’ya, Hollanda’ya yüklenmek zorunda bırakıldık. Partili Cumhurbaşkanlığı Referandumu’ndan kıl payı evet çıkması bu skandallarla halk uyutularak sağlanabildi.

 

Görülmemiş işler

Bu tür devlet ve diplomasi diline uymayan işlerimizden Uluslararası İlişkiler konusunda tek örnek tezler çıkar. Benzeri az görülür Van Minüt’ün 12 yılda bize kaybettirdikleri hakkında çok tez yapılır. “Van Minüt’ten Rus uçağını düşürmeye” konulu bir araştırma Türk çocuklarına gelecekte neleri yapmamaları gerektiğini gösterecek bir rehber kitap olur. Hele Türk Başbakanı ve Cumhurbaşkanı arasındaki “Rus uçağını düşürme emrini ben verdimböbürlenme yarışı, görülmemiş işler arasında ilk sıraları zorlar. Dünyada, o yarışın bedelini milyar dolarlarla ödemeye devam ettiğimiz konuşuluyor. Saymakla bitmez. Bu memleket, 2019 İstanbul Belediye seçimlerinde, “Sisi’ye mi, Binali Yıldırım’a mı oy vereceksiniz?” diyen Cumhurbaşkanı gördü. “Kafa nerelerde” demez misiniz?

Türk iç-dış politikasının İhvan ideolojisi’ne ipotek edilmesi ayarları bozdu. Sonunda bozuşmadığımız ülke kalmadı. Yüksek bedeller yüklendik. En ağırı, “onurumuzdan verdiklerimiz“dir. ‘Yeni Türkiye“, “Herkes bizi kıskanıyor” diyerek propaganda ettiğimiz Don Kişotluklarımızın hemen tamamı bizi zora soktu.

 

“Yeni dünya düzeni”

Yirmi yıllık dönemde, dünya çok kutuplu hale geldi. Büyükler zayıfladı. Orta boy ülkeler için büyük fırsattı. Biz imkânları kullanacak devlet aklını ve diplomasiyi çalıştıramadık. Yönetenlerimiz, halka hoş gelen aldatmacayla burada da dayılanmayı seçtiler. Şimdi o dilin yol açtığı dağlar kadar enkazla karşı karşıyayız. Mısır ve İsrail’le yeniden yakınlaşmak için yol arayan diplomasimizin işi çok ağırlaştı. “Ben ettim sen etme” mahcubiyetinde kapılarını çalıyoruz. “Katil Sisi” dediğimiz devlet başkanını, “Dostumuz Sisi” yapmanın yollarını bulacaklar. Yanlıştan dönüş elbette doğru. Fakat gel de nasıl bu duruma düştüğümüze yanma!

Amerika, İsrail, Almanya, Rusya, diğer Batı devletleri yanında Arap devletleriyle benzer krizleri yaşadık. Hepsinde diplomasiyi ve devlet dilini terk etme birinci sebeptir. Bunları konuşmaz ve içeride demokrasiye, dışarıda diplomasiye dönmezsek daha çok bedel ödeyeceğimizden korkarım.

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Elimiz dilimizden zayıfladı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.