Sözün söz olduğu zamanlar geçti. Sözün manası, inanılırlığı, değeri iyice aşındı. Son yılların açtığı yaralar içinde dikkatlerden kaçan esaslı bir derdimizdir. Ziya Paşa‘nın “Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” dediği zamanlardan beri bu bozulma hayatımıza hâkim.
Şu var ki yeni zamanlara geldiğimizde iş büsbütün değişiyor. Sözle, söyleyen ve söyleyiş arasında hiçbir bağlantı kuramadığımız durumlar yaşıyoruz. Cümleyi dikkatli yazdım: Söz ayrı, söyleyen ayrı, söyleyiş ayrı ve yapılıp edilen bunların hepsiyle alakasız ve hatta ters. Bu kadar mı? Evet bu kadar. Duygumuz ve düşüncemizle neresinden tutacağımızı bilemeyeceğimiz şaşkınlıklarla güreşiyoruz.
Dil derdi
Göz önündeki siyasetçilerden hareketle konuyu açacağım. Cumhurbaşkanının bazı ödül törenlerinde yaptığı konuşmalar bu durumun apaçık örnekleri arasında öne çıkıyor. Kültür iktidarı sözüne ve benzerlerine sonraki yazılarımda sıkça temas edeceğim. Şimdi vereceğim örnek 20 Ocak’ta Kültür Bakanlığı ödüllerinin takdim töreninde yaptığı konuşmadan. Diyor ki: “Diline sahip çıkmayan, dilini zenginleştirmeyen milletler tıpkı kökleri kuruyan ağaçlar gibi esen rüzgârlar karşısında devrilmeye mahkûmdur. Bu vahim tablo son dönemde kullanımı yaygınlaşan sosyal medya dili ve plaza dili ile daha da kötüleşmekte. Ne Türkçe’ye ne de İngilizce’ye uyan tuhaf bir dil ortaya çıkmıştır.”
Bu cümlelere itiraz edecek bir kültür adamı çıkacağını sanmam. Kendisini çok beğenmeyenlerin de nadir doğruları arasında sayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yalnız, burada da işin esası dikkatlerden kaçıyor. Çünkü bunlar uzun yıllar devlet yönetenin ağzından çıkıyorsa manasız şikâyetlerdir. Biz ne yaptık veya ne yapmadık da bu hale geldik demeyi anlarım. Burada böyle bir anlama sancısı yok. Birçok defa aynı konuda şikâyet ediliyorsa gelecek yorumlar çok utandırır. Türk devletinin başını böyle açığa düşürmek, siyaset ve bürokrasinin affedilmez ayıbı sayılsa yeridir.
Ne yapılmalı?
Meselenin özü galiba şudur: Derdi millet, kültür, dil olan ve bu cümleleri söyleyenin yapacağı şey açıktır: Bu işi bilen ve anlayanları devreye sokmak. Onlara itibar etmek. Dile, kültüre, sanata yerine göre herşeyin üstünde bir değer vermek. Her güzel eseri bu itibar samimiyetiyle değerlendirmek. Dünden bugüne güzel Türkçe örneklerinin mekteplerden başlayarak hayatımıza nasıl katılacağının türlü yollarla uygulamasını sağlamak. Bunların yapılmadığı ortada. Erzurumlu’nun “Bu bir nutuktur da!” dediği cinsten onlarca defa söylendi ve geçildiyse bu olmaz. Zarar katlanır. Böyle olumlu taraftan gelir gibi çözümsüzlüğü beslemek katmerli kötülüktür.
Dil bahsini burada döne döne konuşacağız. Yalnız, işin vahim bir tarafını görmek ve ısrarla söylemek lazım. İşleri bizim adamlara bırakırsanız varılacak yer olmadığını hala anlamadıysak şaşarım. Cumhurbaşkanı için herkes bizim adamdır. Muhalif muvafık herkes. Çünkü o yalnız kendine bağlananların, bir ideolojik bakıştakilerin değil, devletin başıdır. Bırakalım dünyayı, bizde de gelenek görenek böyledir. Aydın eleştirir, devletin başındakiler onları azarlamazlar, dövmezler, söylediklerinden hisse çıkarır, teşekkür eder ve hatta ödüllendirirler. Klasik devrin hemen bütün şairleri hem över, hem de tenkit ederler. Nef’î‘nin 4. Murad gibi öfkesiyle meşhur bir Padişah tarafından ağır hakaretlerine rağmen üç kere affedildiğini hatırlasak yeter.
“Gibi görünmek” yıkar
Dildeki bozulma, var oluş problemi yaratacak kadar önemliyse, meselenin hallinde muhalif muvafık yoktur. Beka problemi yaşandığında eşkıya dağdan iner ve düzenli orduyla vatan müdafaasına girişir. Bugün kahraman bildiğimiz efeleri dağdan indiren anlayışı tarih yazıyor. Kaldı ki dil bahsinde bu derece karşıtlıklar yoktur. Anlaşamadığımız hususlar da dâhil, beraberiz. Böyle bir zeminde gereken sadece sevgi, bilgi, görgü ve yaratıcılıktır. Noksanlığımız buralardadır.
2017’yi Türkçe Yılı ilan etmek de bu nutuklar gibiydi ve neticesi itibariyle Türkçe’ye iyilik değildi. Doğru dürüst bir faaliyet yapmadık. İhtiyaca göre ve içten bir başlangıç değildi, “gibi görünme”ydi, yaranma peşinde bir adımdı ve değer aşındırdı. Kazandırmadı, kaybettirdi. Düşünce, söz ve hareket birleşmeyince bir şey yapılamaz ve sonuç alınamaz. Önce içiniz yanacak. İçi yanmayan ancak konuşur. Biz konuşuyoruz. Dostlar alışverişte görsün kabilinden konuşmalarla işler yürümez. Değerler üzerinde bu gösteriş oyunu tehlikelidir.
Dil, din ve tarih konuları boş nutukla geçiştirilemez. Ancak gereğini yapacaksanız söz söyleyeceğiniz aziz değerlerdir. Değerler üzerinden kimsenin aldatıcı söz söylemesine müsaade etmediğimiz zaman bu arızalardan kurtuluş yolu açılır.
Kaynak Yeniçağ
Yorum bulunmamaktadır.