Dr. İbrahim KARAER

 

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE TÜRK OCAKLARI (1912-1920)

Meşrutiyet döneminde Osmanlı Devleti sınırları dahilinde, Azerbaycan’da ve Türkistan’da aynı nizamname üzerine 35 kadar Türk Ocağı açılmıştır. 1912-1920 yıllarında açılan Türk Ocaklarının her biri diğerinden bağımsız bir dernek olarak faaliyet göstermiştir. Belli bir merkez etrafında örgütlenme söz konusu değildir. Ancak, İstanbul dışında açılan Ocakların, İstanbul Türk Ocağını örnek ve fikirlerini esas aldıkları tarihi bir gerçektir. Mesela; Selanik Türk Ocağının açılışı ile ilgili basında çıkan bir haberde; Türk Ocağının nihayet Türk Maarif ve İktisat Ocağı namıyla teşekkülüne müsaade edildiği”; Türk Ocağının, “Türk Maarif ve İktisat Ocağı” adıyla kurulmuş olmasının önemli olmadığı, Türk gençliğinin milliyetine ve memleketine sahip çıkmakta kararlı olduğu, Osmanlı Devleti’nin önemli merkezlerinden biri olan Selanik’te Türk Ocağının büyük bir coşkuyla karşılandığı, ayrıca çevredeki yerleşim yerlerinden de Türk Ocağı açmak için “nizamname” talep edildiği belirtilmiştir. Haberde, Selanik’te Türk Ocağının resmi açılışı yapılmadan önce kayıtlı üye sayısının önemli sayıya ulaştığı da vurgulanmıştır (Turan, 1 Eylül 1328: 3). 1912 yılı Eylül ayında basında çıkan bu haber, Türk Ocaklarının nasıl bir ortamda kurulduklarını ve toplumda nasıl bir karşılık bulduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu haberden ve hatıra kitaplarından Türk gençliğinin Türk Ocağı fikrini kolayca benimsediği ve bağrına bastığı, memleketin her tarafında Türk Ocağı açmak için teşebbüse geçildiği anlaşılıyor. Türkçülük fikri, Türk Ocağından daha hızlı yayılmış, yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya olan Türk milletinin kurtuluş umudu olmuştur. Türk Ocağı, aydınları ve gençleri çatısı altında toplamayı başarmış; yaptığı faaliyetlerle Türk milliyetçiliği fikir sisteminin oluşması ve Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyeti Devletine ümmetçilikten milliyetçiliğe geçişin zeminini hazırlamıştır.

Türk Ocağı, Meşrutiyet döneminde milliyetçi, halkçı, medeniyetçi ve yenilikçi fikirlerin merkezi olmuştur. Türk gençlerinin ümit kaynağı olan Türkçülük fikri, Osmanlı Devleti sınırları içinde ve Türk Dünyasında dalga dalga yayılmıştır. Türk Ocağı, Türk halkını aydınlatmak için konferanslar, müsamereler, dersler, konserler düzenlemiş; kütüphane, müze ve sergiler açarak halkın eğitimine katkıda bulunmuştur.  İstanbul Türk Ocağı  “Türk Ocağı Postası” ve “Türk Yurdu”, Konya Türk Ocağı “Ocak”, Giresun Türk Ocağı “Ana Türk Yurdu” adlı dergiler yayınlamışlardır. İstanbul Türk Ocağında Türk kültürüne ait 2500 ciltlik ihtisas kütüphanesi ve Türk sanatı örneklerinden oluşan bir müze kurulmuştur. Ayrıca Türk kültür ürünlerine ait diyapozitif koleksiyonu oluşturulmuş, konferanslarda bu koleksiyondan yararlanılmıştır. Türk Yurdu’nda 1915 yılında yayımlanan bir haberde; İstanbul Türk Ocağında Alman dili, Kemani Zeki Bey tarafından musiki dersleri, Darülfünun müderrislerinden Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Köprülüzade Mehmet Fuat ve Yahya Kemal beyler tarafından okutulmak üzere din, medeniyet, edebiyat tarihi ve içtimaiyata dair serbest dersler açıldığı duyurulmuştur (Türk Yurdu, 1331: 2853).

İstanbul Türk Ocağının 1918 yılında toplanan Kongresine sunulan idare heyeti raporunda; Türk tarihi, Osmanlı tarihi, İslam tarihi, eğitim, ekonomi, hukuk ve güzel sanatlar hakkında 500’den fazla konferans ve serbest dersler verildiği; kütüphane ve müze kurulduğu, Türk dünyasından İstanbul’a gelen misafirler şerefine Türk Ocağında toplantılar yapıldığı, yurt içinde ve yurt dışında öğrencilere yardım edildiği belirtilmiştir. Serbest derslerin çoğu Darülfünun (Üniversite) hocaları tarafından verilmiş ve bu eğitim yaklaşık iki buçuk yıl sürmüştür Türk Ocağı kuruluşundan itibaren konser ve musiki faaliyetlerine de önem vermiş, bu müsamerelere gerek izleyici olarak ve gerekse bizzat sahnede görev alarak kadınlar da iştirak etmiştir. Türk kadını ilk defa Ocakta sahneye çıkmış, erkeklerin önünde şiir okumuş, konuşma yapmış ve temsiller vermiştir (Karaer, 1992: 81-177).

Türk Ocağının Milliyetçilik Anlayışı

Türk Ocağı ve Türk Ocaklılar kanı esas alan ırkçılığı ret etmişler, çağdaş milliyet prensibini kabul etmişlerdir. Ernest Renan milleti; ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu duyan insan topluluğu olarak tanımlamıştır (Taneri, 1981: 25). Ziya Gökalp milleti; dil, din, ahlak ve bütün güzel sanatlar bakımından ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış kişilerden oluşan bir topluluk olarak tanımlamış, insanlarda şecere aramanın çıkar yol olmadığını söylemiştir (Gökalp, 1339: 15-16). Ahmet Ağaoğlu, Türk milliyetçiliği hareketinin ta’assubkar ve şovenlik ruhu taşımadığını, milli hareketin öncülerinin nutuk ve yazılarında, teori ve davranışlarında bunun açıkça görüldüğünü belirterek bu hareketin amacını şöyle açıklamıştır: “Bu hareket hakimiyete yeltenmez, kimsenin hukukunu eksiltmez, kimseye hususi ve imtiyazlı bir mevki kazandırmak istemez. Bu hareket Türklere olduğu kadar, bütün milliyetlere de hürmet olunmasını talep eder. (..) Hareket ahlaki ve vicdanidir. Bu cihetle Türklere olduğu gibi, diğer milliyetlere karşı da insaniyet-perverane amal ile doludur (Ağaoğlu, 1 Mayıs 1330: 2170).

Uzun yıllar Türk Ocakları Genel Başkanlığı yapan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocaklarının milliyetçiliğini, kültür milliyetçiliği olarak tanımlamış ve milliyetçiliği ırk ile temellendirmeğe çalışanları saf ırk olmadığı gerekçesiyle eleştirmiştir (Tanrıöver, 1339: 7). Tanrıöver, 1924 yılında Ankara’da toplanan Türk Ocakları Kurultayında, Türk Ocağına üye kabulü ile ilgili maddenin görüşülmesi sırasında söz alarak “Türk Ocağının dar milliyetçilik anlayışını savunmadığını, bir yandan milli kültürü araştırırken diğer taraftan sahnelerini yabancı sanatkarlara açtığını, Avrupa sanatını, hukukunu Ocaklılara tanıttığını; Türk’ü batılı milletler ailesinin bir ferdi olarak gördüklerini” söylemiştir (Türk Ocakları, 1341: 13). Buna benzer yüzlerce örnek vermek mümkündür.

Üçüncü dönemde Türk Ocaklarının milliyetçilik anlayışı “Türk Ocağı Mefkuresi” başlığı altında şöyle tanımlanmıştır: Türk Ocağı, Türk tarihi ve vatan şuuruna, kültür ve birliğe, milletimizin müşterek saadet ve ıstırap duygularına dayanan bir milliyetçi idealin kendisine ve bütün millete rehber ve kudret kaynağı olduğuna inanır. Bu geniş ve birleştirici görüşün tabii olduğuna, ilmi, milli, insani ve demokratik esaslara da uygun bulunduğuna emindir (Türk Ocağı, 1969: 23).

Gerek Türkçülük düşüncesinin önderleri, gerekse Türk Ocaklıların millet nedir? Türk kime denir? Sorularına verdikleri cevaplarda, ırkçılığı ret ettikleri görülmektedir. Türk Ocağı ve Ocaklılar; milletin tanımında dil, din ve ülkü birliğinin önemine işaret etmişler ve kendini Türk hisseden herkesin “Türk” olduğunu kabul etmişlerdir. Soy itibariyle Türk olan veya kültür dolayısıyla Türk duygusu ve Türk dileği besleyen ve geçmişteki davranışlarıyla Türklüğe bağlı olduklarını gösteren herkese “Türk” gözüyle bakmışlardır. Milliyetçilik görüşünü soya değil, kültüre dayandıran Türk Ocakları; dil konusuna çok önem vermişlerdir. Türk dilinin yabancı kelime ve kurallardan arındırılması, Türk vatanında yaşayan herkesin Türkçe konuşması hususunda Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde büyük çaba harcamışlardır.

Türk Ocağı ve Turancılık

Türk Ocağı kuruluşundan itibaren bütün Türklük fikrini savunmuş ve Osmanlı Devleti sınırları dışındaki Türklere ilgi duymuştur. Bu ilgi, bütün Türkleri bir bayrak altında birleştirme ülküsü “Turan” ile özdeşleşmiştir. Türk Yurdu Derneği tarafından yayımlanan ve daha sonra Türk Ocağının yayın organı haline dönüşen “Türk Yurdu” dergisi, Turan konulu, haber, makale ve şiirlere sıkça yer vermiştir. Türk dünyasından gelen aydınlar, Türk Ocağında misafir edilmiş, onlar adına toplantılar düzenlenmiştir. Türk Ocağı, Meşrutiyet döneminde Türk Dünyasından gelen aydınların buluşma noktası, Osmanlı’dan Türk Dünyasına açılan bir pencere olmuştur. Balkan savaşlarından sonra Osmanlı Devleti, Rusya sınırları içinde yaşayan Türkleri kendisine destek, onlar da bağımsızlığa kavuşmak için Osmanlı Devletini dayanma noktası görmüşlerdir. Almanya, İngiltere gibi bazı devletler, Rusya aleyhine Turancılığı kendi amaçları için kullanmayı denemişlerdir. Turancılığın, Birinci Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri tarafından teşvik edildiği bilinmektedir. Ancak belli bir politikaya dayanmayan bu düşünce, henüz doğum aşamasında iken, düşman kuvvetleri tarafından önlenmiştir.

Balkan savaşlarından sonra “Turan” konulu kitap ve broşürlerin sayısında büyük bir artış gözlenmektedir. Bunlar arasında Tekin müstear adlı yazarın “Turan”, Moiz Kohen’in  Türkler Bu Muharebede Ne Kazanabilirler? Büyük Türklük En Meşhur Türkçülerin Mütaalatı”, Ömer Seyfeddin’in “Yarınki Turan Devleti”, Ziya Gökalp’in Turan konulu şiirlerinin toplandığı “Kızılelma” adlı şiir kitabını saymak mümkündür. Bu kitaplardan en çok dikkat çeken Türk Yurdu Kütüphanesi tarafından 1914 yılında yayımlanan “Turan” adlı kitaptır. Bu kitap, 1999 yılında Necati Gültepe tarafından Türk harflerine çevrilerek yayınlanmıştır.

Turan kitabının yazarı hakkında tereddütler olmuş, bazı yazarlar “Tekin” müstear adlı yazarın Tekinalp (Moiz Kohen) olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak Ali Birinci, yaptığı araştırmada Turan kitabı yazarının Ahmet Ferit Tek olduğunu ortaya koymuştur (Birinci, 1992: 17-22). Ali Birinci’ye göre bu eser, “İkinci Meşrutiyet devri Turancılık düşüncesinin en dikkate değer beyannamelerinden biridir. Landau, bu eseri “Pan-Türkizm ile ilgili oldukça uzun ve bilimsel bir araştırma olarak” nitelemiştir. Bize göre; Tekin (Ahmet Ferit Tek), “Turan” adlı kitabında konuyu duygusal olarak ele almış, ciddi çözüm önerileri getirememiştir. Kitapta, Turan coğrafyasındaki dağlar, ovalar, göller, ırmaklar hakkında çok ayrıntılı bilgi verilmiş; ancak insan unsuru üzerinde yeterince durulmamıştır. Kitapta, Turan coğrafyasında yaşayan halkların tarihleri, dilleri, yaşadıkları bölgeler, yaşam tarzları, geçim kaynakları, özellikle Turan fikrine yaklaşımları hakkında hemen hemen hiç bilgi yoktur. Kitapta verilen nüfus bilgileri de çok yetersizdir. Turanın nasıl kurulacağı konusunda, ciddi bir öneri getirilmemiştir. Rus ve Çin saldırılarının durdurulması için, “Turanlıların milli vicdan zırhı ile donatılması” önerilmiş; bu görev, kurulması düşünülen Turan Cemiyeti’ne verilmiştir. Turan kitabını, romantik duyguların egemen olduğu bir eser olarak değerlendirmek abartılı olmayacaktır. Bu kitap, aynı yıllarda İngiliz Gizli Servisi tarafından hazırlanıp yayımlanan “A Manual on the Turanians and Turanism” adlı eser ile mukayese edildiğinde, İngilizlerin bu konuda daha ciddi bir hazırlık yaptıklarını, dünyada yaşayan Türklerin sayıları, dilleri, yaşadıkları coğrafya, kültürleri ve siyasi düşünüşleri hakkında daha gerçekçi bilgiler ortaya koydukları görülmektedir. İngiliz İstihbarat Servisi tarafından hazırlanan bu eser,  Gonca Bayraktar ve Şenol Durgun tarafından Türkçeye “İngiliz Gizli Servisi M15’e Göre Turanlılar ve Pan-Turanizm” adı ile çevrilerek 1999 yılında yayınlanmıştır.

Meşrutiyet döneminde bütün Osmanlı ülkesinde gençler ve aydınlar arasında Turan rüzgarı esmiş, ancak Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşında yenilmesiyle Turan fikri, anavatanı kurtarma savaşına dönüşmüştür. Turancılık fikrinin en önemli isimlerinden Ziya Gökalp, bu ülküden bazen masal, bazen hayal olarak söz etmiştir. Ancak Cumhuriyet döneminde bu düşünceyi; 1- Türkiyecilik, 2- Oğuzculuk, 3- Turancılık şeklinde üç temel esasa dayandırmıştır.  Sınırları içinde çok sayıda Türkün yaşadığı Rusya ve daha sonra Sovyetler Birliği, Türk Ocağının ve Türkçülerin Türk dünyasına ilgisinden çok rahatsız olmuş, kendi sınırları içinde ortaya çıkan Türklerin bağımsızlık hareketlerini anında söndürmüştür.

Türk Ocağının Osmanlı Devleti sınırları dışında yaşayan Türk kardeşlerini hatırlaması, onlarla gönül birliği kurması, dil ve kültür birliğinin sağlanması için çalışması takdire şayandır. Ancak İttihat Terakki önderlerinin, bu masum hareketi hiç bir bilimsel, kültürel, sosyal ve ekonomik çalışma yapılmadan siyaset arenasına çekmesi ve başarısız olması bu ülküye inananları hayal kırıklığına uğratmış; Türkçülerin Türk dünyasına ilgisi, 1990’lara kadar şovenlik ve maceracılıkla suçlanmıştır.

İttihat ve Terakki Partisi yöneticilerinin Turanı gerçekleştirme konusunda ciddi bir politikadan yoksun olduklarını 3 Mart 1918 tarihinde imzalanan Brest-Litovsk anlaşması hükümlerinde görmek mümkündür. Rusya egemenliğindeki Türkleri kurtarmak iddiası ile Birinci Dünya savaşına girdiklerini iddia eden İttihat Terakki yöneticileri; 1917 Bolşevik İhtilalinden sonra Birinci Dünya Savaşından çekilmiş olan Rusya karşısında elleri güçlü olmasına rağmen, barış masasına Rusya’daki Türklere yeni haklar verilmesiyle ilgili hiçbir öneri getirmemişlerdir. Brest-Litovsk anlaşmasıyla yeni haklar, hatta bağımsızlıklarını elde edeceklerini ümit eden Rusya Türkleri, Sovyet Bolşeviklerinin insafına terk edilmiştir. Bu anlaşmada, Rusya’da yaşayan Türklerle ilgili sadece “Rusya’nın Müslüman uyruklarının varlıklarını tasfiye ederek veya birlikte getirerek Türkiye’ye göçmek haklarını Sovyet Hükümeti kabul etmiştir” hükmü yer almıştır (Çavdar, 2001: 474-475). Bu maddeye dayanarak, İttihat ve Terakki Partisi’nin Birinci Dünya savaşında izlediği veya teşvik ettiği Turan politikasının, Rusya Türklerinin Türkiye’ye göç yolculuğunun önünü açmaktan başka ciddi bir sonuç doğurmadığını söyleyebiliriz.

Oysaki başta Gaspıralı İsmail olmak üzere, Türk Ocakları çatısı altında toplanan Türkçülerin büyük bir kısmı “dilde, fikirde, işte birlik” sağlanmadan Türk Birliğinin kurulmasının mümkün olamayacağını söylemişlerdir. Aradan geçen zaman Türk Ocaklarının ve ona gönül veren Türkçülerin haklı olduğunu göstermiştir. Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanmış ve Türk Devletleri arasında özlenen birliğe doğru adımlar atılmaya başlanmıştır. Türk Ocağını Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e taşıyan ve 100 yıl boyunca ayakta tutan değerlerden en önemlisi “Bütün Türklük fikri” idi. Türk Ocağı, Meşrutiyet dönemindeki siyasi ortama bağlı sapmaların dışında, Türklüğün ve Türk Dünyasının hep yanında yer almış, esir Türk illerinin bağımsızlığını savunmuştur.

Türk Ocakları ve Yeni Hayat

Türk Ocağının ilgi alanı sadece Türk dili, Türk tarihi, Türk edebiyatı, Türk sanatı, Osmanlı Devleti sınırları dışında yaşayan Türkler değildi. Türk Ocağı, Türklüğü sefalete, geriliğe çeken doğu medeniyeti yerine, batı medeniyetini öneriyordu. Eğitim kurumlarının yenilenmesi, ekonominin millileştirilmesi, kadınların çalışma hayatına katılması; Türk Ocaklarının en çok üzerinde durdukları konulardı. Türk Ocakları yaptıkları çalışmalarla ümmetçilikten milliyetçiliğe geçişin öncülüğünü üstlenmişlerdi.

Ziya Gökalp, Türk Yurdu Dergisinde 1913 yılında yayımlanan “Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak” adlı makalesinde, 1914 yılında yayınlanan “Kızılelma” ve 1918 yılında yayınlanan “Yeni Hayat” adlı kitaplarında; Türklerin medeni seviyelerinin yükseltilmesi için önerilerini açıklamıştı. Türk Ocağının faal bir üyesi olan Ziya Gökalp yeni hayatın kurulabilmesi için Türk dilinin sadeleştirilmesini, Türk tarihi, Türk medeniyeti, Türk sanatı ve Türk hukukunun ortaya çıkarılmasını; Türklerin Türklüğe inanan kişiler tarafından yönetilmesini, batı medeniyetine geçilmesini, halkçılığa uyar kanun yapılmasını; ikili eğitime, dinin kadın ve hukuk üzerindeki baskısına son verilmesini, ezanın ve hutbelerin Türkçe okunmasını, ekonominin millileştirilmesini, sanayinin kurulmasını, yerli malının teşvikini; okul, müze ve üniversite açılmasını istiyor; Türkçüler de bu önerilerin hayata tatbiki için topluma örnek oluyordu. Ziya Gökalp ve Türkçüler tarafından Meşrutiyet döneminde ortaya konulan bu önerilerin büyük bir kısmı, Mustafa Kemal Atatürk tarafından uygulamaya konularak Türkiye’de yeni bir hayat kurulmuştur. Bu hayatın kurulmasında, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Türk Ocaklarının ve Türkçülerin büyük katkıları olmuştur.

Milli Mücadele Döneminde Türk Ocakları (1920-1922)

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkmasından sonra, Türk vatanı düşman kuvvetleri tarafından işgal edilmiş, düşman elinin değdiği her yerde Türk Ocakları kapatılmıştır. Türk Ocaklılar var güçleriyle vatanın kurtuluşu için Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanmış, protesto mitinglerinde, cephelerde ve cephe gerisinde en ön safta yerlerini almışlardır. Mesela; 3 Mayıs 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında kurulan Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinde görev alan Maliye Vekili Ahmet Ferit (Tek) İstanbul Türk Ocağının ilk başkanıdır. Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) 1913-1918 yıllarında İstanbul Türk Ocağı Başkanı ve daha sonra uzun yıllar Türk Ocakları Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekili İsmet (İnönü) Türk Ocağının üyesidir. Aynı hükümette görev alan Cami (Baykut), Dr. Rıza Nur vb. Türklüğe gönül vermiş kişilerdir.  Nakiye Hanım, müdirelik yaptığı Üsküdar Fevziye Mektebinde işgal güçlerine karşı gizli teşkilat kurarak Türk Ocaklı hanımları bu gizli teşkilatta buluşturmuştur. Hilal-i Ahmer Kadınlar Cemiyeti üyelerinin pek çoğu aynı zamanda Türk Ocağının her işe koşan faal kadın üyeleridir. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve İstiklal Harbinde Türk Ocağına gönül vermiş gençlerin ön safta yerlerini aldıkları görülür. Çanakkale cephesine gönüllü gidecek olan mektepliler için 1915 yılının Mayıs ayında Türk Ocağında yemekli müsamere düzenlenmiş; Ocaklı talebeler, bu müsamerede dualarla cepheye uğurlanmıştır (Savaş, Ocak 2023: 62-63). Türk Ocaklı Halide Edip (Adıvar), Mehmet Emin (Yurdakul), Hüseyin Ragıp (Baydur) ve Hamdullah Suphi Tanrıöver; İstanbul’da düzenlenen mitinglerin baş aktörleridir. İzmir, Uşak, Antep Türk Ocakları düşman işgaline karşı direniş merkezi rolünü üstlenmişlerdir. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde; bütün Türkçülerin, hiçbir istisnası olmamak üzere Anadolu mücadelesine iştirak ettiklerini belirtmiştir (Sarınay, 2005: 251-258). 

(Devam edecek)

 

Yorum bulunmamaktadır.
Konu: CUMHURİYETİN 100. YILINDA TÜRK OCAKLARI (1912-2023) – 2

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.