1 Nisan 2021 tarihinde TRT 1 kanalında yeni bir dizi başladı, adı:

– BİR ZAMANLAR KIBRIS

Ben film eleştirmeni değilim ancak, tarihte yaşanmış bir dönemi yeniden canlandırma misyonu yüklenerek “dönem dizisi” çekmenin oldukça zor olduğunu tahmin ediyorum. Dizi yapımcılarının bu gerçeği göze alarak yola çıkmaları bile takdire şayandır.

Bu dizi sayesine çok acı da olsa gerçekler birer birer gün yüzüne çıkmaktadır. Milli davamız olan KIBRIS konusunu gündeme getiren dizinin yayınlanmaya başlamasıyla ne yazık ki Rum seviciler ve malum zevat hemen, “gerçekte öyle oldu mu?”, “olmadı mı?” Asla bilemeyecekleri her konuda haksız ve mesnetsiz eleştirilere başladılar. Söz konusu eleştirilerden duyduğum rahatsızlık nedeniyle KIBRIS Sevdalısı ve duyarlı bir vatandaş olduğum için, duygu ve düşüncelerimi milletime duyurmak istedim.

Böylesine önemli bir konuyu milli davası olarak benimseyen herkes, kalıcı, gerçek barışın ve federatif devletin kurulabilmesinin ancak tarihi gerçeklerin açığa çıkması sayesinde mümkün olacağını bilir.

Son günlerde söz konusu dizide gerçeklerin saptırıldığı, bu nedenle de Kıbrıs halkının diziye öfkelendiği şeklinde malum basından sürekli yalan haberler çıkmaya başladı. Güya Kıbrıs halkının kurtuluş mücadelesine hiçbir destek vermediği ve her şeyi Türkiye’den beklediği algısı oluşturuyormuş, her sahnesinde şanlı mücadeleyi TMT’yi, vatan topraklarını kurtarmak için çabalayan Rauf Denktaş’ı, Fazıl Küçük’ü, parçalanan aileleri, göçmenlerin direnişini gösteren dizi de Kıbrıs halkı   hiç çaba harcamayan ve kurtulmak için sadece Türkiye’den yardım bekleyenler olarak gösteriliyormuş! Eğer seyretmeye dayanabilirlerse, dikkatle baksınlar, dizi baştan sona mücahitlerin ve liderleri önderliğinde Kıbrıs halkının sıfır imkanlarla direnişini, içinde bulundukları zor şartlara ve her türlü imkansızlığa rağmen, hayatları pahasına inançla nasıl mücadele ettiklerini çok net olarak vurgulamaktadır. TMT için, R. Denktaş –F.Küçük için de başlı başına sadece onları konu alan diziler yapılmalıdır. Bu dizi bundan sonra devamı gelmesi gereken tarihimizi anlatacak başka dizilere başlangıç kabul edilmelidir.

Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş tam yansıtılamamış. Onların gerçek mücadeleci kimliği yeterince gösterilememiş”. Tarihe mal olmuş ve hafızalara kazınmış yaşanmışlıkları yeniden canlandırırken elbette bazı eksikler ya da yanlışlıklar olabilir, bunların çok emek verilen bu dizinin başarısını gölgeleyecek düzeyde olmadığını düşünüyorum. Diğer hususlar senaryo gereği olması gerekenler, hayali kahramanlar, aşklar… konuyu sürükleyebilmek için gerekli olanlar. Hem ‘Küçük Vakfı’ hem de ‘Denktaş Vakfı’ “bir devlet kuruluşunu mahkemeye vermenin kendilerine yakışmadığını düşünerek!” dizinin yapımcısına ve senaristlerine dava açacaklarını söylemişler. Üzülerek söylüyorum ki, bu tavır taşıdıkları şerefli soyadına hiç yakışmamıştır. Bundan sonra gelecek dizilerde bu hususlar dikkate alınmalıdır.

Acaba eleştirenler Dizinin ikinci bölümünü seyrettiler mi?  O, annelerine sarılarak şehit olan üç meleğe ithaf edilmiştir. O her şeyden şikayetçiler, ‘Barbarlık Müzesini’ ne zaman, nerede andılar, gündeme getirdiler? Kıbrıs davasının simgesi olan o banyoyu gördüler mi acaba? Dizinin sadece o bölümü bile efsane olacak kalitede, anneler gününe yakındı ve onlara ithaf edildi.

Kıbrıs’ta çalıştığım gurubun, seminer için gelen misafirleri tura katılmak isterlerse, kokartlı tur rehberlerimiz eşliğinde onları Alsancak’tan Otellerinden alıp, önce Barış harekâtında çıkartma yapılan yere götürerek tura başlarız. Oradaki On bir ok, Kıbrıslı soydaşlarımıza öz yurtlarında uygulanan soy kırımın yaşandığı 1963-74 arasında geçen acısı yüreğimize ok gibi saplanan on bir yılı gösterir.  Karaoğlanoğlu Müzesi ve Şehitliği ziyaretinden, sonra Boğaz Şehitliğine gideriz ve sonra Lefkoşa’da Barbarlık Müzesi ziyaret edilir. Her gidişimde her seferinde guruplarla tekrar o evi dolaşır ağlarım, kanlar o dehşet anı, çaresizce yakarışlar, meleklerin gözyaşları durur duvarlarında, insanlar o vahşilerin yaptıklarına dayanamaz bakarım ki herkes sessizce ağlarım. Kimse başını kaldıramaz, o çaresiz kaldıkları anlarda elimiz onlara uzanamadığı için içimiz sızlar durur. Magosa gezilir ve Atlılar, Sandallar’daki toplu mezarları da ziyaret eder, dualar okur, Girne’ye akşam döneriz.

 İnsafsızca eleştirdiğiniz bu dizi, bunların bir kısmını şimdi Türkiye’ye gösterdi ve sonra bütün dünyaya sunacak ve seyredenler o günleri öğrenecek. Sadece bu bölüm için bile, yapımcılara ve rol alanlara şükran borçluyuz.

Eleştirilerin birisinde ‘O zamanlar Grivas adada değildi ki’ denmiş… Sivil kıyafetlerle adaya silahlarla, askerleriyle gizlice sızan Yunan subayı, daha sonra başarılarından dolayı(!) general olmuş psikopat, dizi de aynen yansıtılmış, adaya tarifeli uçaklarla gelip gitmiyordu elbette. “Grivas’ın yakını mısınız?” acaba diye o şahsa soruyorum: Nasıl emin olabilirsiniz ne zaman adadaydı ne zaman Yunanistan’a gidip paralar ve silahlarla geliyordu?  

Bir başka eleştiride ise ‘katil Sampson’un kahraman gibi gösterildiği ifade edilmiş. Hayır travma yaşamış, bir ruh hastası, sadist manyak olarak çok net görüyoruz.

Rauf Denktaş’a silah dayama sahnesi için, faragmanı görüp seyretmeden, “Siz geri zekalı mısınız?” diye soran zat … Hayır biz geri zekalı değiliz …sizi bilemem!  Zahmet edip seyretseydiniz Liderimizin ‘Sen kimsin? Beni ölümle korkutamazsın ki, bizler vatan için can vermeye hazırız …biz buradayız siz yok olup, kahrolup gideceksiniz’ dediğini, ölümle dalga geçen vakur halini, nasıl lider olmuş, liderlik vasfını görecektiniz. Muhteşem bir sahne olmuş, korkusuz inançlı bir lider görürüz… ve “ölürsem cennette iki yavrum beni bekler, onlara kavuşmuş olurum” der… bu konuşmayı verebilmek için senaryonun o şekilde kurgulandığını anlardınız.

Sampson kim de …bunu yapabilecek?” sorunuza gelince; sokak itlerinin en azgını olduğu ve Papazı devirerek Cumhurbaşkanı olduğunu bile ilan edebilecek bir manyak olduğu için… binlerce sayfalık anılarının Rum tarafının korkudan yayımlayamadığı psikopat olduğu için, bir kuduz köpek olarak lakabının ‘Omorfo Kasabı’, ‘Küçük Kaymaklı Kasabı’ olduğu için olabilir mi? Güneydeki çirkefler değil anılarının yayımlanması, adının geçmesini bile yasaklamışlardı, bir avuç aklı selim Rum da, masum bir çok İngiliz’i, Rum’u da öldürmesi ve darbe teşebbüsü yüzünden Kıbrıs Cumhuriyetini yıkan bir ajan, hain olarak bakarlar. Bir başka açıdan da ‘eceli gelen köpek’ misali…darbe yapması sayesinde Türkiye’mizin adaya asker göndermesini haklı çıkarmış kanlı katildir.

Bir Profesör, Kıbrıs’ta trafiğin soldan işlediğini (bravo hiç bilmiyorduk!), dizide ise bu durumun farklı olduğunu yazmış. Dizi de iki aracın dahi yan yana geçtiği bir sahne bile yokken bu eleştiriyi  anlamak da doğrusu zorlanıyorum.

Bütün dünyada olduğu gibi ülke olarak hastalıkla mücadelede zor zamanlar yaşıyoruz. Böyle bir zamanda maalesef Türk töresine, ahlakına ve toplumsal yapımıza aykırı programlar, diziler ulusal kanallarda adeta birbirleriyle yarışırken, hafızalardan silinmeye çalışılan Kıbrıs davamızı objektif bir şekilde ele almaya çalışan ve ‘Bir Zamanlar Kıbrıs ‘dizisinin çekiminde emeği geçen insanları takdir etmek ve kutlamak yerine insafsızca ve tutarsızca eleştirenlerin iyi niyetli olmadıklarını düşünüyorum.

Şehit kanlarıyla sulanmış Yavru Vatan Kıbrıs’ı masada Rumlara peşkeş çekme hayali kuran zavallılar şunu unutmayınız ki, Türk milleti canını verir ama vatanının bir karış toprağını kimseye vermez. Tarihte böyle olmuştur, bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır.

Dizinin yapımında yayınlanmasında emeği olan yapımcı, yönetmen, senarist ve oyuncularına; TRT yetkililerine ve seyredenlere, Türk millin bir ferdi olarak bir kez daha şükranlarımı ve saygılarımı sunuyorum.

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Bir Zamanlar Kıbrıs

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.