İnsan, güdülerine teslim olmaya meyilli bir varlıktır. Azgınlaşmaya yatkın yapıdadır ve dizginlenmeye muhtaçtır. Bu vahşiliği eğiterek değerlerle donatmazsanız, yontmazsanız, çerçevelemezseniz sağlıklı bir toplum yaratamazsınız. Hayat çok yönlü bir denge arar. Şu var ki insan ihtirası ilkel bir güdü suretinde dengeyi bozan hücuma her an hazırdır.

İnsanlığın önündeki büyük problem gücü kontrol edebilmektir. Zordur, çünkü gücü eline geçirenin sarhoşluğu ayılmaz cinstendir. İlim ve hikmet kaba gücü terbiye eder ve frenlerse ne âlâ! Bilenler, “gücün esir alamadığı güçler üstü güç varsa budur” derler. Güdülerine mahkûm olmayan ilim sahiplerinin, sanatçıların, filozofların yaşadığı çağlarda iktidar sahiplerinin freni bilgeliğin dokunuşlarıyla ayarlanır. Hârun Reşîd‘i çizgide tutan yüksek kültüre sahip âlimler-aydınlar ve Behlül Dânâ bilgeliğidir.

 

Devlet aklı-devlet dili

Devlet geleneğimizde bilgelerin baştakileri eleştirmesi, hizaya çağırması esastır. Hâkan sofrasında oturan âlimin fikrine itibar edilmeyeceği muhteşem bir görüştür. Bilgeler, güce bağlanılmasa bile “devletlülerin lokmasını yemek hür düşünceyi zedeler düşüncesindedirler. Aydının görevi de bütün zamanlarda gerçeğe ve doğruya odaklanmaktır. Devlet aklı ve dili böyle davrananlar üzerinden kendini denetler. Abartılı sayılsa da söyleyeceğim: Bugün en bozuk taraflarımız, tarihin zirvelerinde hüküm sürdüğümüz devirlerdeki en sağlam yönlerimizdir.

Bugün sahibinin sesi, sözüm ona ilim adamları ve aydınlar korosunu gün boyu ekranlarda görenler bu dediklerime elbette şaşıracaklardır. Çok zorlandığımız Osmanlı’nın son yüzyılında bile bu halde değildik. Aydınlar, Padişah’ı, bürokrasiyi, kurumları en ağır dille eleştirirlerdi. Fikirlerini söyleme cesaretini kaybetmeyecek kadar namusluydular. Bugün fikir, siyaset ve edebiyat tarihimizde adları iftiharla yazılanlar onlardır. İnsanlık tarihinde hep gördüğümüz gücün peşinde bir kalabalık “işini götürürken“, onlar çevreleriyle beraber açlığa-susuzluğa ve türlü mahrumiyete katlanarak konuşurlardı.

Şimdi benzer tavırda olanlar şöyle söyleyeceklerdir: Siyaset, değerleri kullanarak değil, değerlerle yapılır. Batı’daki örneklere bakan bunu görür. En ufak bir yolsuzluk, kendine yontma, menfaat sağlama kabul edilemez. Toplum bu ahlâkı arar. Bizde bu ölçüler eksik.

Her zaman böyle değildi

Siyasetçiler her zaman böyleydi demek doğru kabul edilen büyük yanlışımızdır. Geçen haftaki yazımda bahsetmeme rağmen bu cümleyi ısrarla söyleyenleri görünce bir daha yazmak istedim. Hayır, insanımız da siyasetçilerimiz de böyle değillerdi. Evet, her türlü arıza her toplumda olduğu kadar veya biraz fazla bizde de vardı. Fakat bunları olağan görmezdik, ayıplardık, yapanlar başı dik gezemezlerdi. Şimdi olduğu gibi bir de üste çıkıp başımızda boza pişirmeye kalkamazlardı. Kanun nizam hâkimiyeti istenen seviyede değilse de vardı. Siyasi partiler, basın ve halk iktidar gücünü denetlerdi.

 

O halde…

Daha açık söylemezsek çıkış yolunu bulamayız: Kontrolsüzlük, yol yordam bilmezlik, yalan dolan, kavga, ayrışma-kamplaşma hiçbir zaman bu dereceye çıkmadı. Bu memlekette Başbakanlar, bakanlar, kuvvet komutanları Yüce Divan’da yargılandı. Kendimize haksızlık etmenin bu derecesini makul karşılamak olmaz.

Konu siyasi olsa da bilenler bilir ki derdim siyaset değil. Bunları en temel kültür meselelerimiz olduğu için yazıyorum. Yine açık söyleyeyim: Siyasetin görgüsüzlük mesleği haline gelişi yenidir. Türk siyasi tarihinde ağır tartışmalar vardır. Hakarete varan sözler de edilmiştir. Ancak, şimdiki sokak dilini utandıran sözleri bulamazsınız. İncelmiş bir siyaset tavrı, en sert konuşmaları bile bir edebiyat harikası halinde duyurur. Çok partili dönemin rakip partilerinde yerleşmiş bir nezaket, konuşma âdâbıyla çerçevelenmiş özel bir dil ve kanundan kuvvetli bir görgü hâkimdir. Menderes, mükemmel Türkçesiyle müthiş bir hatiptir. İnönü zaten çok yönlü bir sihirbazdır. Siyasi parti liderlerinden Türkçesi kötü olan hemen hemen yoktur. Güzel Türkçe söyleyen çoktur. Kasım Gülek, Osman Bölükbaşı gibi sayıları hiç de az olmayan hatipler konuşurken Meclis tıklım tıklımdır. Yakın zamana kadar en iyi hatipler her partiden çıkardı.

Kavganın da âdâbı vardı. Görgüsüzlük kol gezmezdi. Burada yazmaktan utanacağım sözler duyulmazdı. Ekranlar gün yirmi dört saat siyasetçi ağızlarından muzır sözlerle dolmazdı. Hükûmetin ekran doldurması diye bir akıl almaz iş zaten olamazdı. Bu kadar pervâsız, hak hukuk tanımaz tavır da yeni geldi.

Merkel nasıl uğurlandı, gördünüz. Kadın bir ahlâk abidesi. Alman toplumu da öyle kültürlü ve ahlaklı. O toplum, bizde bir günde söylenen yalanları bırakın, zerresini kaldırmaz.

Kaynak: Yeniçağ

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Artık utanmaktan utanıyoruz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.