Kahramanmaraş, “yedi düvel” ve “yerli işbirlikçilerinin” asla sevmedikleri, sevemedikleri, duyunca cin çarpmışa döndükleri bir ad.

Nasıl dönmesinler; ne zaman ayar vermeye kalksalar, ayarlarının bozulup ters yüz olduğu, gerisin geriye kuyruklarını kıstırıp kaçtıkları akıllarından çıkmıyor.

Kahramanmaraş’ın, bugünkü Kahramanmaraş kalesi ve çevresinde Markasi adıyla bir uygarlık merkezi ve dünyanın ilk üniversite kurumunu kuran, Gurgum devletinin başkenti olduğuna kadar gitmeyeceğim.

Fetihler, Fatihler” döneminin cihangiri Yavuz Sultan Selim Han’ın, egemenlik bayrağını Memluklular’dan aldığı dönemde, 1571’de, Kıbrıs’a çıkan Maraşlı Türkmenlerin Varoşa’yı nasıl “Maraş” yaptıklarından; 1974 yılında İngiliz kumandalı Yunan soykırımına karşı, kardeşlerinin yardımına koşan Mehmetçiğin, yine buradan giden “Maraş Alayı” olduğundan da söz etmeyeceğim.

Ben size önce, Osmanlının başkentinin “kaba softa ham yobaz” dönemi sonunda işgal altında olduğu, Mondros Mütarekesiyle yurdun her köşesinin “Yedi Düvel” ve “yerli işbirlikçi” talanıyla karşı karşıya kaldığı dönemde Maraşlıların dirençli ve onurlu duruşlarını anımsatacağım.

Sonra, 19-26 Aralık 1978 kalkışmasının nasıl olup da, evirilip çevrilip “katliam” sözüyle belleklere yer ettirilmesinin hikmetinden söz açacağım. Yalnızca söz açacağım, çünkü “Kurtuluş Savaşı yoktu” diyerek çemkirebilenlerin arsızlığına, hayasızlığına bulaşmak niyetim yok.

Bugün 12 Şubat.

1920 yılında bu zamanlar, “Türk Maraş”, 22 gün 22 gece süren direnişle Türk Yurdunun kolay yutulamayacağını; son sözü, sabırlı, dayanıklı ve sağduyulu Türk halkının söyleyeceğini bir kez daha tüm dünyaya ilan etmişti. Görüntüde işgalci Fransız ve Ermeni komitacıları, sutre gerisinde “alayı” vardı; yerlisi yabancısı tüm gavurlar bir aradaydı. “Maraş bize mezar olmadan, düşmana gülizar olmaz” diyen tüm Türkler Türk’ün yanında; gavur, gavurun arkasındaydı.

Bu ölüm dirim vuruşunun sonunda, “Türk Milletinin Egemenliği” ve “Türk Devletinin Varlığı”, kahramanlıklarına düşmanın bile saygı duyacağı kentin yiğit halkının çabasıyla bir kez daha vurgulanmıştı.

Bu öylesine görkemli bir direnişti ki, önemini en çok Cumhuriyete giden yolun Başbuğu Gazi Mustafa Kemal ve yoldaşları anlardı: Maraş’ı, 5 Nisan 1925 günü, Meclis kararıyla dünyadaki tekİstiklâl Madalyalıkent ilan ettiler. Tek tek kişilere değil, tüm Maraşlılara bu onuru layık gördüler; bu da ilk ve tekti.

Türk ulusunun yeniden dirilişinin önderi Bozkurt Mustafa Kemal Atatürk emriyle “28 İkinci Teşrin 1919’da Türk Maraş, silâh gücü ile inen bayrağını iman gücü ile yeniden dalgalandırdı.” yazılı, Türklerin simgesi bozkurtun sıkıca tuttuğu Bayrak Anıtı, Maraş Kalesi burcuna dikildiğinde yıl 1936 idi.

Dünkü söyleyişiyle “Yedi Düvel”, bugünkü adıyla sömürgeciler ve “yerli işbirlikçileri”, tarihin dönemecinde, Maraş’ta tattıkları bu acıyı hiç unutmadılar. Hele de yerli işbirlikçiler; Maraş’tan ve Maraşlılardan her fırsatta öç almayı amaç edindiler.

Gazi, ölür ölmez, sağdaki, soldaki işbirlikçiler, kale burcundaki “Bayrak Anıtınıkaldırdılar.

Paris Antlaşmasıyla kurtarılan Antap’e “Gazi” sıfatı hemen verilirken, kendi kendini kurtaran kent Maraş, “Kahraman” sıfatını yine kendi çabasıyla ancak 7 Şubat 1973 günü alabildi.

Unutulması için çaba gösterilen 1974 Mutlu Barış Harekatıyla işgal edilen topraklarının bir kısmına, üç yüz yıl sonra yeniden kavuşan Türkiye ve Türkler, emperyalizmin karşısına yine tek başına dikilmişti, Mavi Vatan serhatı Kıprıs’ta.

Yurdumuza ve yurttaşlarımıza yönelik yürütülen terör faaliyetleri bu zaferden sonra artarak sürdürüldü. Sömürgecilerin ve yerli işbirlikçilerinin gemi azıya aldıkları, “kurtarılmış” mahallelerden kurtarılmış kentlere doğru evrildikleri dönemde, yine Kahramanmaraş’ı buldular karşılarında.

1978’de, Kahramanmaraş’ı, kendileri için eylem alanı haline getirme ve işgal girişimleri çok acı sonuçları olan bir karşılık buldu. Onlarca masum insanın zarar gördüğü “örgütlü kalkışma”, umdukları sonucu vermedi; tüm çabalarına karşın kent, sonraki yıllarda adı terörle anılan kentlerimiz arasına sokulamadı.

Kahramanmaraş ve Kahramanmaraşlı düşmanlığı bu tarihlerden sonra daha da hız kazandı.

Ne Kahramanmaraş plakalı araçların yakıldığından, egemen basın yayın organlarında “Kahraman” sıfatı hiç anılmadan sürekli Maraş diye yazılıp söylenmesinden ne de hükümet yatırımlarından en az yararlandırılmasından; bu kentin ve insanlarının yok sayılmasından söz edeceğim.

Kurtuluş mücadelesinin yaşandığı kent merkezinin simge dokusunun belediyeler marifetiyle nasıl yok edildiğini; kurtuluşa giden yolda ilk kıvılcımı çakan “Sütçü İmamadını üniversiteden sildirme hamlesini; yüzlerce yıllık “Kahramanmaraş Ulu Camisiadını Arapça tamlamalarla Cami-i Kebir; Türkiye’de kurulu ilk kapalı çarşı olan “Kahramanmaraş Kapalı Çarşısının” adını yine Arapça “Sug-i Maraş”  diye yerleştirme soysuzluğunu, uydurmagüzel adamdayatmalarını ve böylece koca bir kente uygulanan çeşitli düzeylerdeki “mobbingleri” de sıralamayacağım. Çünkü bu türden davranışlar ve tutumlar saymakla bitmez.

Ama 2002 yılından beri kâh açıktan kâh sureti haktan görünerek Maraş’taki Kutlu Türk Direnişini unutturmak, önemsiz gibi göstermek, yıldönümlerinin çeşitli bahanelerle “sönük” kutlanmasını sağlamak için ellerinden geleni esirgemeyen her yandan “yerli işbirlikçilerin”, bu yılı da kazançlı geçirdiklerini, tarihin unutmayan belleğine emanet edeceğim

http://arslanevi.blogspot.com/
Contributor
Do you like Arslan KÜÇÜKYILDIZ's articles? Follow on social!
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: 12 Şubat Büyük Türk Direnişi

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.