Şıh Köyü ya da Şıhın Köyü dışarıya fazlaca göç veren okuryazarlık oranı yüksek su katılmamış bir Türkmen köyüdür. Yüksek rakımlı olduğu için çok sıcak geçen Güney Anadolu’da yaz aylarında Şıh Köyüoldukça serindir. Su kaynakları boldur. Kısaca bu Türkmen köyü tam bir yayladır. Okumaya, çalışmaya gidenler, memurlar yaz aylarında yayla gördükleri köylerine döner, tatillerini baba, ana ocağında geçirirlerdi.
Köyümüzde her siyasi görüşten aktif insanlar vardı. Benim baba ve ana tarafından ailem köyün CHP’sidir. Halaoğlu Mahmut’un baba tarafı ve iki arkadaşımızın ailesi ise Demokrat Parti ya da halk deyişi ile “Demir kırat” ın önde gelen mensuplarıydı. Köyümüzde sol-sosyalist akıma mensup aileler de vardı. Solun önderliğini Fevzi İstanbullu ve ailesi yapıyordu. Ekonomisi zayıf olan köyümüzde fakir aileler içinde taraftar bulmuşlardı.
Babamın işi sebebiyle biz 60 İhtilâlından hemen sonra şehre taşındık. Ailem uzun kalmazdı ama ben beş yıldır yaz tatilinin tamamını köyümde rahmetli ninemim yanında geçirirdim. Büyükbabam disiplinli olduğu için gündüzleri onun çevresinde geceleri ise büyükannemde kalırdım. Zamanımızın büyük bölümünü halam oğlu Mahmut, amcam oğlu Ömer, can arkadaşımız Dabbe Şerif ve Mercimek Mehmet ile sokak oyunlarında ya da dağ bayır mazı toplarken olabilirse kuş avlayarak geçirirdik.
1966 yılı yaz tatilimi geçirmek için yine köyüme gelmiştim. Mahmut’un amcası Hayrettin Neşeliİstanbul’da, komşumuz ve hısımımız Ali Bademci ise Adana’da okuyan köyümüzün iki üniversite öğrencisiydi. Dedem Hayrettin Ağabeyime “Nereden çıkardın bu Köylü Millet Partisini, hani nerede bu komünistler?” diye çok kızardı.
Sıcaktan dolayı dağa gidemediğimiz bir gün sokakta mazı* oynarken Ali ve Hayrettin Ağabeyler yanımıza geldi ve “Böyle lüzumsuz şeyler yapacağınıza alın şu kitapları okuyun” dediler ve “Kimseye göstermeden okuyun. İki gün sonra imtihan var ha!” diyerek her birimize bir kitap verdiler. İşte iki bölümden oluşan hayatımın ilk bölümü burada bitmiş, elime tutuşturulan bir kitap ile ikinci bölümü başlamıştı.
Hayatımı değiştiren kitap “Bozkurtların Ölümü” idi. Bu kitabı bir gecede okudum. Ertesi gün kendimi esaretten kurtulmak için Çin Sarayını basan Kürşad’ın kırk yiğidinden biri olarak görüyordum. Anlatılması güç duygu patlamaları yaşıyordum. Bozkurtlar dirilmeliydi. İkinci kitap “Bozkurtların Dirilişi” geldi. Ben artık dağ bayır kuş kovalayan, Teksas, Tommiks okuyan, çember çeviren köyün deli dolu çocuğu değil Türklük için ölüme koşan bir “Bozkurt” idim.
Türk’ün elli yıllık ilk esaret döneminde Kürşad Başbuğun çerileri, Yamtar’ı neyse ben de bugünün Başbuğunun Sancar’ı, Yağmur’u, Ertegün beyi idim.
Ne muhteşem bir duygu ya Rabbim!
İşte ben o gün bugün hayatımın tamamını Türk Ülkücülüğüne hizmet ile geçirdim. Dile kolay elli yıl.
Her türlü çileyi çektim ah demedim. Türlü hayınlıklar, hinlikler, cinliklerle karşılaştım yılmadım, yıkılmadım, davamdan bir adım bile geri adım atmadım.
Teşkilatlarımızda hemen her seviyede görev yaptım. İsteseydim her makama gelebilecek iken hizmetimi tamamladığıma inandığım anda görevimi emin ellere devredip bir nefer olarak davama ihtiyaç olan başka alanda hizmete koştum.
Ve nihayet 12 Eylül 1980 sonrası zor yıllarda yaprak misali diyar diyar savruldum fakat her şartta ve iklimde Türk Ülkücülüğü fikrimden asla vazgeçmedim.
Olumlu, olumsuz yaşadıklarımdan da şikâyetçi olmadım. Zira ne yaptıysam, ne yaşadıysam kendi hür irademle ve bilinçli olarak yaşadım.
2002’de inandığım idelin siyasi organizasyonu olan MHP meclis dışında kalmıştı. Her Türk Milliyetçisi gibi bu durum beni de çok üzmüştü. Baraj altında kalınmasında biraz da olsa payım olduğunu düşündüm. Elbette sorumlu parti yönetimi idi ama siyasete, partiye şu veya bu sebeple uzak kalan ben ve benim gibi arkadaşların etkisi de görmezden gelinemezdi. Bu sebeple 2007 ve daha sonraki teşkilat çalışmalarına sahada aktif olarak katılmaya başladım. Ağır derecede seyreden hastalığım dahi bu katılımımı engelleyemedi.
Şimdi ise ameliyatım sonrası yeniden sahaya inmek için çalışan bir “Bozkurt” olarak göreve hazırlanıyorum.
İşte yarım asırlık Türk Milliyetçisi/Türk Ülkücüsü 62 yaşındaki Gültekin Öztürk’ün hayat hikâyesinin ikinci ve son perdesinin kısa özeti……..
Beni tanıyanlara, hayatıma herhangi bir noktada girmiş olanlara, yaşadıklarımın, yaptıklarımın şahitlerine soruyorum;
Altmış iki senelik ömrün elli yılı heba mı oldu, boşuna mı yaşandı?
Sizler gibi ben de bu soruyu cevaplamak gözlerimi kapattım “Rindlerin Akşamını” dinlerken hayatımı seyre koyuldum.
“Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç;
Bu son faslıdır ey ömrüm nasıl geçersen geç!”
Ölüm ancak bu kadar güzel anlatılır. Sağ olasın Yahya Kemal, teşekkürler Münir Nurettin….
Güzellikler içinde yaşamanız dileğiyle esen kalınız.
Kaynak: http://www.ulkuyaz.org.tr/gultekin-ozturk-turkluge-adanmis-elli-yil/
Yorum bulunmamaktadır.