Akıllı telefonlarda çok yaygın olan bir uygulama olan WhatsApp uygulaması biz yaşlıların bile takip edebildiği bir kolaylık sunuyor: Kolayca bir topluluk kurabiliyor, belirli bir ortaklığı, mazisi olan arkadaşlarınızla sohbet edebiliyorsunuz. Kırk yıl önce mezun olduğum Öğretmen Lisesi mezunu arkadaşlarla oluşturduğumuz bir topluluğumuz da var; otuz beş yıl önce mezun olduğum fakültedeki arkadaşlarımızın kurduğu topluluğa da üyeyim. Bugün bu ikinci topluluğumuzdan, birbirine kopmaz bağlarla bağlı ülkücülerin oluşturduğu DTCF BİRLİK KANTİN topluluğumuzdan söz edeceğim.

Neden okulun adının yanına ‘Birlik’ adının geldiğini kolayca tahmin edebilirsiniz; birleşmek, birlik olmak, birlikte meseleleri çözmek veya memleketin meselelerini birlikte omuzlamak güzeldir. Neden bu iki adın yanına ‘Kantin’ adının geldiğini merak edebilirsiniz. Ben de uzun uzun bunun anlamını düşündüm.

Bizim zamanımızda Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi ve tahmin ediyorum birçok fakülte de öyleydi, bugünkü fakülteler gibi okul bahçesi, binaları, derslikler, katlar, geçitler, okul bahçesi, yemekhanesi, toplantı salonu, kütüphanesi, kantini ve sosyal faaliyetleri olan, öğrencilerin serbestçe bunlardan yararlanabildiği okullar değildi. Elbette “görünürde” bir fakülteye girmeye hak kazanmış olan bir öğrenci için bunların hepsi önünde bir imkân olarak vardı. Ama gerçekte, okulun bahçesine ya tek başınıza giriyordunuz, hiçbir şeye karışmayan bir Ot’tunuz, sosyal demokrat, selametçi, nurcu veya kulakları düşüren bir başka tarikat mensubuydunuz yahut bir topluluk içinde giriyordunuz, Ülkücü veya Komünist’tiniz. Bizim okulumuz DTCF’de de Otları saymazsak iki taraf vardı; Ülkücüler ve Komünistler.

Fakülteye geldiğimiz 1978 senesinde, okulun dış kapı duvarına Goministlerin yazdığı “Buraya Muhammed’in piçleri giremez” yazısı silinmiş olduğu halde okunabiliyordu. Otların ve diğer kulağı düşüklerin çeşitli sebeplerle bir itirazı yoktu ama biz Ülkücülerin buna, Türkiye’nin adım adım kurtarılmış bölge haline getirilmeye çalışılmasına itirazımız vardı. Solun kurtarılmış bölgesi durumundaki Sıhhiye’deki bu okulda biz de vardık ve var olacaktık. Bu sebeple okula her sabah toplu olarak geliyorduk. Ara sıra bu toplu geliş gidişlerde çevredeki solcu gruplar bize saldırırdı. Okula girdiğimizde de derse girecekler, kendi bölümündeki arkadaşlarıyla oluşturduğu küçük topluluğu ile kendi bölümüne, bölümün bulunduğu katına, sınıfına gidiyordu. Dersi olup da bölümüne, katına, sınıfına komünist hâkimiyeti dolayısıyla gidemeyenler veya dersi olmayanlar ise yine topluca gidip ortasına polis yerleştirilmiş Kantin’de Ülkücülerin oturduğu sağ tarafa oturuyordu. Ya dersi bekliyor, ders saatinde yine toplu olarak derse gidiyor veya gidemiyorsa bölümünün “Gominist” işgalinden kurtarılacağı vakte kadar Kantin’i bekliyordu. Böyle akşama kadar Kantin’de komünistlerle karşı karşıya oturmak, laf atmalar, karşılıklı sinir harbi oluşturuyordu. Zaman zaman kavgalar olur, polis herhangi bir tarafın polisi değilse çabuk ayrılırdı. Ne yazık ki genellikle Pol-Der’li polislerdi, Komünistler polislerin gözetiminde en zayıf anımızı kollar saldırırlardı. Bu kavgalarda ne bulursak birbirimize fırlatıyorduk. Yumruklaşmalar vesaire sonucu ciddi yaralanmalar olurdu. Kantin dışında da kavgalar eksik olmazdı. Yolda, katlarda, sınıflarda bir anda kavga çıkardı. Kim daha güçlüyse öbür tarafı püskürtür, püskürtülen taraf, ciddi yaralanma vesaire olmamış, karakola götürülmemişse kös kös Kantin’e dönerdi. Öğle vakti gelir, Ülkücüler belli bir saatte, Komünistler belli bir saatte toplu olarak yemeğe giderdik. Kavgada kullanılmasın diye yemekhaneden çatal ve bıçak kaldırılmıştı. Ne yemeği olursa olsun sadece kaşıkla yiyecektiniz. Gidip gelirken iki grup mutlaka karşılaşır, bir kavga, en azından hırlaşma olur, yiyeceğimiz, yediğimiz burnumuzdan gelirdi. Yemekten sonra akşam çıkış saatine kadar yine arı kovanı gibi işleyen, bazen içinden ateşler çıkan, bazen sakinleşen ama hep dumanlı bir Kantin’i beklerdik. Bu duman yangın yerine dönen Türkiye’nin bizim bizzat yaşadığımız, görebildiğimiz yangınının dumanıydı. Tabii akşama kadar oturulan bu Kantin’de içilen sigaraların dumanı ayrı bir konu. Bunca sene sonra Tren yolundan kantinin içinde bulunduğu yabancı diller binasına baktığınızda hâlâ sigara dumanından simsiyah olduğunu görebilirsiniz. Bu kantinde, hadisesiz gün olmazdı; çıkan kavgalarda yakalanıp Solmaz Kılıçtepe Karakolu’na götürülenler mi dersiniz, oradan Ankara Emniyeti’ne veya Mamak Cezaevi’ne götürülenler mi dersiniz, yaralananların hastaneye götürülmesi mi dersiniz, yok yoktu. Bazı günler derse, bölümüne gidemeyen arkadaşlara sınıflarına kadar eşlik edip dönerdik kantine. Karşı taraf da armut toplamadığı için bu gidiş dönüşler mutlaka kavgalı olurdu.  Komünist grup 500’e yakın, biz ise en fazla olduğumuz zaman 125 kişiydik. Müdavimler olduğu gibi Kantin’e ara sıra gelenler de vardı

Kantin’de çay filan olduğunu düşünmeyin. Okulun dekanı rahmetli Prof. Dr. Yaşar Yücel, biz ona “Çamur Yaşar” derdik, bir kavga sırasında çay bardakları havada uçuşunca çayı kaldırmış. Biz çaysız bir kantinde aç susuz oturuyor, sabahtan akşama kadar sohbet ediyor, vatan kurtarıyor, mavra yapıyorduk. Ders konuşulduğu da oluyordu tabi ama çok az! Bazı arkadaşlarımız çok disiplinliydi, bunca kavga gürültüye rağmen kitap okuyabiliyor, ders çalışabiliyordu. Gecesi de yurtlarda genellikle birlikte geçen Kantin ahalisi bu kadar süre birlikte oturup, sohbet edip vatan kurtarınca, kavga edince birbirleriyle kardeş oluyor, dost oluyordu. Âşık olanlar da az değildi tabii. Bunca gürültü içinde dedikodunun hası yapılmaz mı? Onu da yapıyorduk. Şurası var ki hepimiz samimi ülkücülerdik. Milletimizin menfaatlerini şahsi menfaatlerimizin önünde görüyor, bu milleti ölümüne seviyorduk. Bu milleti seven herkesi çok seviyorduk. Milletimizin düşmanlarına düşmandık. Maksadımız ise Türk milletini her alanda güçlü ve mutlu yapmak, Allah rızasını kazanmaktı. Gün geçmiyordu ki kurşunlanan, yaralanan arkadaşımız olmasın! Her an her şeye hazır olmak durumundaydık. Çoğumuz fakirdi. Paramız yoktu. Belki hepimizde azdı ama her şeyimizi paylaşıyorduk. Okuduğumuz kitabı, dinlediğimiz bir konuşmayı, yaşadığımız hadiseleri birbirimize anlatarak zenginleşmeye çalışıyorduk. Bizim için esas okul Kantin idi. Orada bir üniversitede öğrenemeyeceğimiz yüce duyguları yaşayarak öğrendik. Arkadaşlığı, dostluğu, aşkı, karşılıksız sevmeyi, paylaşmayı, vefayı… Okumayı, yazmayı, dinlemeyimünakaşa etmeyi, sohbet etmeyi… Daha bir sürü duyguyu, biz, doyasıya yaşadık. 

Bu durum ihtilale kadar devam etti.

Bizim öğrencilik yıllarımız ne yazık ki sınıf kantin yemekhane arasında devam etti. Kütüphaneyi bu üçgenin içine sokmamız ancak 12 Eylül 1980 darbesinden sonra oldu. O da kısmen. Dile kolay, yıllarca kütüphane görmeden bilim yapmışsın, alışmak kolay mı? Kütüphaneye gitmeye başladığımızda kütüphaneyi de Kantin’e çevirmiştik.

Bu yüzden DTCF’li Ülkücüler için, sanırım Koministler için de durum aynı idi, Kantin’in ayrı bir önemi vardı. Tahminim bu yüzden yıllar sonra bile o pis kokulu, kavgalı gürültülü, çaysız çekilmez Kantin’i hâlâ özlüyoruz. WhatsApp yazışma topluluğumuza da bu yüzden DTCF BİRLİK KANTİN gibi bir ad koyuyoruz.

Zaman zaman 12 Eylül 1980’den beri ülkücülerin yapamadığı, bize yaptırılmayan muhasebeyi yapıyoruz. Birikmiş dağ gibi meselelerimizi konuşmaya çalışıyoruz. Bağrımız Karacaahmet Mezarlığı gibi. Ülkemiz ve milletimiz için yapamadığımız ülkülerimizi konuşuyoruz. Ciğeri beş para etmediği halde memleketi idare edenlerin yanlış uygulamalarını, Türkiye’nin her alanda içinde bulunduğu kötü vaziyeti masaya yatırıyoruz. Hepimiz düşünme, proje üretme, konuşma, susma yorgunuyuz. Bazen birbirimize bile tahammül edemediğimiz anlar da oluyor ama her şeye rağmen biz Ülkücüler, birbirimizi seviyoruz. Bu sevgimizin altında koskoca bir tarih ve medeniyet var. Sadece Kantin bile bizi bir ve güçlü kılmaya yetiyor.

Gürol Delice’nin de söylediği gibi Kantin, 80 öncesi kavga günlerinin bir mevzii idi. Aslında güzel ülkemin her tarafı bir kantindi. Bizler, bu hareketi siyasi bir hareketten olmaktan çıkarıp bir medeniyet inşası haline getirebilmenin mücadelesi verebilseydik bu sıkıntıları hiç yaşamazdık. Hâlâ böyle bir tecrübe ve birikimimiz var diye düşünüyorum. Muhteşem bir maziyi az çok tanıma imkânımız oldu. Tarih, edebiyat, felsefe, din ve tasavvuf alanında az çok bir şeyler biliyoruz. Bütün bu bildiklerimizi bir medeniyet hamlesine dönüştürebiliriz diye düşünüyorum. İşte o zaman kısır siyasi ve fikir çatışmalarından kendimizi kurtarıp geleceğe ümitle bakabiliriz. Karınca misali menzile varamasak da yolunda ölürüz.

Allah son nefesimize kadar yapabileceğimiz güzel işler için bize yardımını esirgemesin. Allah dostluğumuzu, kardeşliğimizi ve birliğimizi daim etsin. Bize bu dar geçitte kurulan bütün birliklerin birlik olması yolunda akıl, fikir, güç kuvvet versin.

Not: Dün, bugünün aynasıdır. Bugün yaşadıklarımız, dünü iyi kaydetmediğimiz, sorgulamadığımız için, diye düşünüyor; dünü ve geleceğimizi konuşan, yazan arkadaşlarımızın kalemlerini kınlarından çıkarmalarını rica ediyorum.

Kaynak: https://haberiniz.com.tr/kose-yazilari/dtcf-birlik-kantin-11082017/

http://arslanevi.blogspot.com/
Contributor
Do you like Arslan KÜÇÜKYILDIZ's articles? Follow on social!
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: DTCF BİRLİK Kantin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.