Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, pire hammal iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken; bir kadın ve bir küçük oğlu varmış. Gel zaman git zaman, küçük oğlan büyümüş. Yapacak iş aramış. Bir gün annesine “Ana, babamın mesleği neydi, ben onu yapacağım.” demiş. Annesi de, “Şu makası görüyorsun ya, baban terziydi.” demiş. Bizim oğlan almış makası eline, tutmuş çarşının yolunu. Öte gitmiş beri gitmiş, dolaşmış çarşıyı bir uçtan bir uca. Kiralık dükkân aramış. Bulmuş sonunda. Açmış terzi dükkânını. O zamanlarda elbise yaptıracak olanlar, kumaşlarını kendileri getirirmiş. Bir sürü müşteri gelmiş atmışlar kumaşları masanın üstüne. Bizim oğlan almış ölçülerini, başlamış kumaşları kesmeye. Kesmeyi kesmiş amma bir türlü bir araya getirip elbise yapamamış. Müşteriler gelmiş “Hani bizim elbise?” demişler. Toplanıp bir güzel bizim terziyi dövmüşler. Bizim oğlan kaçmış çarşıdan, varmış anasının yanına. “Anne” demiş, “babamın esas mesleği neydi?” demiş. Annesi “Oğlum, şu karıyı, şu oltayı görüyorsun ya, baban balık tutardı” demiş. Almış oltayı, karıyı koşmuş denize. Takmış oltaya yemi, atmış denize. İyi balık yakalamış, getirmiş eve, vermiş annesine, pişirsin diye. Amma annesi pek ev işine bakmazmış. Sabah çıkarmış evden o kapı senin, bu kapı benim dolaşırmış ev ev. Çene çalarmış. Bizim oğlan akşam eve gelince görmüş ki balıklar pişmemiş, kokmuş. Atmış onları. Ertesi gün yine gitmiş balık tutmaya. Atmış oltayı denize, bir, iki, üç derken bir sürü balık yakalamış. En sonunda oltasına bir kaplumbağa takılmış. Çekmiş almış onu da. “Bu da benim nasibim.” demiş, getirmiş balıklarla birlikte. Koymuş dolaba. Çıkmış evden, arkadaşları ile buluşmaya gitmiş. Akşam dönünce eve, bir de ne gördün: Evin içi silinmiş düşürülmüş, her her pırıl pırıl. Balıklar kızartılmış. Mükemmel bir sofra kurulmuş. Anası oğluna bakmış, oğlu anasına. Bu işleri kim yaptı bilememişler. Ertesi gün yine gitmiş balık tutmaya. Getirmiş balıkları koymuş dolaba. Kapıdan çıkar gibi yapmış amma çıkmamış, saklanmış kapının arkasına. “Balıkları kim kızarttı, evi kim derledi topladı, göreyim.” demiş. Bizim oğlan saklandığı yerde beklerken bir de ne görsün. Kaplumbağanın içinden dünya güzeli bir kız çıkmış. Evi silmiş süpürmüş, balıkları bir güzel pişirmiş, sofraya yerleştirmiş, dönmüş kavkısına gireceği anda bizim oğlan kolundan tutmuş. Kız: “Bırak beni gideyim” demiş. Bizim oğlan: “Hayır, sen benim nasibimsin, bırakmam!” demiş. Kız: “Bırakmazsan başına çok belalar gelir, bırak gideyim.” demiş. “Senin için her türlü belaya katlanırım.” demiş ve bırakmamış. Sonra kırk gün kırk gece düğün etmişler, evlenmişler. Kız o kadar çok güzelmiş ki güzelliği dillere destan olmuş. Ülkenin her tarafına yayılmış güzelliğinin cazibesi. Günler geçmiş aylar geçmiş, padişaha kadar ulaşmış güzelliğinin şöhreti. Padişahın da bekâr oğlu varmış. Oğluna almak istemiş. Lakin bu işi de kılıfına uydurması gerekiyormuş. Çağırtmış bizim oğlanı. Demiş ki “Filan dağda kırk dev anası var, onu tutup getireceksin. Getirmezse karını oğluma alacağım.” Bizim oğlan bir üzülmüş bir üzülmüş, çaresiz ağlaya ağlaya karısının yanına gelmiş. Karısı “Ne oldu, ne ağlıyorsun?” demiş. O da olanı biteni gözyaşları içinde karısına anlatmış. Karısı “Hiç ağlama, beni yakaladığın yere git, ‘kaynana kaynana’ de. Bir ses duyunca “Benim başımda böyle böyle bir iş var.” de. O sana yardım eder.” demiş. Koşarak gitmiş deniz kenarına deneni yapmış. Denizden bir el çıkmış, “Şu şişeyi al, filan yerdeki çeşmenin teknesine içinde şurubu boşalt, sonra da çeşmenin arkasına saklan. Kırk dev anası gelip suyu içince ‘Bir insanoğlu olsa da sırtıma binse!’ der, sen de “Ben varım.” de, bin sırtına “Götür” de, demiş. Denileni aynen yapmış. Kırk dev anası gelmiş şuruplu suyu içmiş, sonra da “Bir insanoğlu olsa da sırtıma binse!” demiş. Bizim oğlan da saklandığı yerden fırlamış, “Ben varım.” demiş, atlamış kırk dev anasının üstüne. Getirmiş padişahın huzuruna. Padişah şaşmış bu işe ama gene de oğluna bu güzel gelini almaktan vazgeçmemiş. Bu kez de “Bana bir çingil üzüm getireceksin. Onu bütün askerlerim yiyecek, yarısı da artacak, olmazsa karını oğluma alırım.” demiş. Bizim oğlan çok korkmuş “Bu olacak şey değil.” demiş. Ağlaya ağlaya eve gelmiş. Karısı güzel gelin yine sormuş ne olduğunu. O da bir bir anlatmış. “Git” demiş, “yine aynı yere. Anlat başındaki belayı, kaynanam sana yardım eder.” Denileni yapmış. Denizden bir çingil üzümle bir el çıkmış. “Götür bu üzümü ver padişaha, yedirsin askerine. Askeri doyar yarısı da artar.” demiş. Almış üzümü, koşarak getirmiş padişaha, vermiş. Askerler yemiş, yarısı da artmış. Bakmış padişah yapacak bir şey yok. Güzel gelini oğluna almaktan vazgeçmiş. “Siz mutlu olun.” demiş. Bizim oğlan sevincinden koşa koşa gelmiş karısına müjdeyi vermiş. Böylece onlar ermişler muradına, biz çıkalım kerevetine.

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Balıkçı ile Deniz Kaplumbağasının Masalı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.