DTCF Birlik Üyeleri, her yıl olduğu gibi bu yıl(2013) da “3 Mayıs Türkçüler Günü” münasebetiyle bu kez Kırşehir ilimizde bir araya gelerek, Türk Milletinin bekasına dair endişelerini ve bu yöndeki taleplerini Türk kamuoyuyla paylaşma kararı almışlardır.
Bildiri Metni:
1- Türk Devletinin bekası ve Türk Milletinin geleceğiyle ilgili karar verme yetkisi, hükmü yasama dönemleriyle sınırlı hükümetlerin, siyasi misyon sahibi sivil kuruluşların, holdingler tarafından finanse edilen basın yayın kuruluşlarının veya uzman hukukçuların inhisarında değildir.
2- Cumhuriyetin kültür mimarlarını yetiştirmek üzere kurulan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, ülkemizde bugün yaşanan beşeri sorunlar karşısında, vukufla söz söyleme hakkına sahip pek çok mezun vermiş, uzman bilim adamları yetiştirmiştir.
3- DTCF Birlik bünyesinde bulunan konusunda uzman bilim adamlarının ortak görüşü, “Türkiye’de yapay bir etnik sorun üretildiği ve bu sorunu çözüme kavuşturma bahanesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını tehdit eden derin bir siyaset yürütüldüğü” şeklindedir.
4- Türkiye Cumhuriyeti, yıllar boyu büyük bedeller ödeyerek terörizme karşı dünyanın bütün güvenlik kuvvetlerini kıskandıracak kalite ve kararlılıkta bir mücadeleyi başarıyla yürüttüğü halde örgütle müzakere ve uzlaşma üzerine tesis edilen çözüm arayışları, PKK’ya psikolojik üstünlük sağlamış ve “zafer kazanmış bir askeri güç” görünümü kazandırmıştır.
5- Kültürümüz, “ağlama”yı, şehit analarına değil, mağlup ve zelil insanlara layık gören bir değerler sistematiğine sahiptir. Devlet geleneğimiz, “vatan için dökülen kanların helal olduğu” inancını tesis eden dini ve milli motiflerle bezenmiştir. Türk Devleti, bugüne kadar bu kültürden beslenerek beka bulmuş; dedelerimiz, sınır boylarında kan dökerek bize cennet gibi bir vatan bırakmışlardır.
6- Bu nedenle, “daha fazla kan dökülmesin” edebiyatına bina edilmiş bir güvenlik anlayışı ve asker annelerine “zaaflı yükümlülük” isnad eden “analar ağlamasın” siyaseti, tutarlılıktan yoksundur. Bu anlayışla vatan savunması yapılamaz, 1826’dan beri süregelen “bireysel yükümlülük” usulüne dayalı askerlik uygulaması devam ettirilemez. Özellikle yakın geçmişte bayrak, sancak, vatan ve millet için evladını şehit vermiş annelerin hakkı hiç bir şekilde ödenemez; gözyaşları dindirilemez. Tarih bize bu tür tutarsızlıklarla atılan yanlış adımların, zaman içinde daha fazla kan ve gözyaşı dökülmesine neden olduğunu göstermiştir.
7- Hükümetin politik tercihi olan ve dünyanın hiç bir ülkesinde görülmeyen bir siyasi proje, yasal altyapısı yetkili organlar tarafından tesis edilmediği halde “çözüm süreci” adıyla millete kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Yasadışı yöntemlerle atanan “akil insanlar” vasıtasıyla yürütülen Öcalan patentli bu proje, muhtemelen önümüzdeki seçim maratonunda kan dökülmesini önlese bile sonuçta PKK’yı bütün günahlarıyla birlikte meşru platforma taşımaktan başka bir işe yaramayacaktır. İşte anaların esas ağladığı yer burasıdır. Muzaffer bir millet, şehitleriyle gururlanır. Terörizme mağlup olan bir milletin ise sadece anaları değil, çocukları ve torunları da ebediyyen ağlamaya mahkumdur. Terörle siyasi sonuç almak kandan beslenmenin ta kendisidir. Terörü “ne pahasına olursa olsun” bitirerek siyasi başarı kazanmanın da bundan bir farkı yoktur.
8- Abdullah Öcalan, hakkındaki idam hükmü infaz edilememiş olması kamu vicdanında rahatsızlık yaratan, daha bir yıl öncesinde mevzuat değişikliğine gidilerek idam edilmesi tartışılan “resmi bir suçlu”dur. Hükümetin, bu şahsa multivizyon tarzı mitingler yaptırarak onu siyasi lider konumuna yükseltmesi, hür düşünceli her birey için tahrik edici bir tavırdır. Bu duruma itiraz ederek, infial içinde demokratik tepkisini ortaya koyan vatandaşlarımıza karşı yapılan “barış düşmanı… kandan beslenen” gibi suçlamalar ise son derecede ahlaksız, insafsız, faşizan tavırlardır. Bugün Türkiye’deki huzurun sebebi, terör örgütünün şımartılarak tatile çıkarılması değil, Türk milletinin feraseti, sabrı, itidali ve eşi bulunmaz bir sadakatle sahip çıktığı devlet geleneğidir.
9- Türk Milleti, Marksist bir fraksiyonun etnik ajitasyonla kitleşelleşmiş bir türevi olan PKK’yı asla Kürt kardeşlerinin temsilcisi olarak kabul etmemiş, Kürt kardeşlerini PKK’lılarla aynı kefeye koymamıştır. Ülke bütünlüğünün korunması için milletçe yapılan bu fedakarlığın karşılığı, kandilde toplanan silahlı gücün gölgesinde bir anayasa çalışması yapmak olmamalıdır. Bu şartlarda yapılacak bir anayasa, bugünkünden daha sert bir merkeziyetçi içeriğe bile sahip olsa, Öcalan’a verilen bu müdahale hakkının PKK’ya psikolojik üstünlük kazandırmasına engel olunamayacaktır.
10- Kandil barakalarındaki “ikinci Habur” görüntüleri, sadece güvenlik güçlerini değil ateşkesin nihai getirisi olarak görülen anayasal özerklik beklentisi nedeniyle TBMM’yi de zaafa uğratmıştır. Türk Milletinin yasama erki ve meşru zeminde anayasa yapma hürriyeti, bugün ne yazık ki İmralı’nın otoritesine ve Kandil’in silahlı eylem kabiliyetine teslim edilmiştir. Öcalan’ın, beşeri güce tapan ekibi üzerinde, uzun süreli kanlı eylemlerle tesis ettiği ilkel sadakati, kuvveden fiile geçirerek siyasi bir güce dönüştüren hükümetin, terörizm karşısında meşru otoriteyi koruyan kalıcı bir çözüm üretmesi beklenemez.
11- Barış sürecinin bütün alçaltıcı yönlerine rağmen “olası bir Türkiye baharına mani olmak için hükümet tarafından yürütülen akıllıca bir siyaset olduğu” yalanına katılmamız mümkün değildir. Bugüne kadar bu tür baharlarla iç savaşa sürüklenen ülkeler arasında herhangi bir NATO ülkesi yoktur. Türkiye, sadece 90 yıllık Laik, 57 yıllık Demokratik bir cumhuriyet değil, 1959’dan bu yana da AB’ye üyelik süreci yaşayan Amerikan müttefiki bir demokrasidir. İsrail’in ayrıcalığı bir yana, Suudi Arabistan’da Ürdün’de ve Katar’da “Arap baharı” bile yaşanmazken Türkiye gibi genel seçimlerin sağlıklı yapıldığı bir demokraside devrimci baharlar yaşanmasını beklemek, en hafif ifadesiyle “düşünce tembelliği”dir.
12- Türkiye Cumhuriyeti, sınırları dedelerimizin kanıyla çizilmiş bir Türk Devleti, asla ayrılık kabul etmez bir bütün olduğuna göre… Dünyada ve çevremizde şartlar ne olursa olsun:
a) Anayasa’dan Türk Milleti kavramının çıkarılmasını,
b) Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesini,
c) Terör örgütüyle bu minval üzere müzakereye devam edilmesini,
d) Türkçe’nin yanına yerel veya genel bir ikinci resmi dil getirilmesini,
e) Herhangi bir etnik gruba iç veya dış hukuk mevzuatı ile statü verilerek üniter devletin zaafa uğratılmasını,
f) “Kurucu meclis” özelliği taşımadığı ve üzerine vazife olmadığı halde 24. Dönem TBMM’nin bu şartlarda 550 milletvekilinin yeminiyle bağdaşmayan “yeni” bir anayasa yapmasını…
Hata, yanılgı ve sorumluluğun ölçüsüne göre ihanet olarak görüyor, 12. maddedeki kırmızıçizgilerin aşılmasının Türk Milletine meşru müdafaa hakkı doğuracağı inancından hareketle bu uğurda kanımızın son damlasına kadar mücadele etmeyi “Ülkücü aydın olmanın bir gereği olarak gördüğümüzü” Türk kamuoyu önünde ilgililere bildiriyoruz.
“Türk Devleti Ebedidir.”
DTCF Birlik Ülkücüleri
Yorum bulunmamaktadır.