Hazırlayanlar:

Ercan Çalışkan – Arslan Küçükyıldız

Abdullah Şalcı, Oğuz Beyler Koçlu, Ahmet Dalar

 

 

Takdim

1. T.C. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Raporu

2. Rapora Genel Bakış – Ercan Çalışkan – Abdullah Şalcı

3. Sivil Toplum Kuruluşları ve Basın Mensuplarının Açıklamalarından Örnekler

4. DTCF Akademi Grubu Üyesi Gazeteci ve Yazar Görüşleri

5. DTCF Akademi Topluluğunda Üye Değerlendirmeleri

6. DTCF AKADEMİ Kamuoyu Açıklaması

 

 

 

Mayıs 2020

 

DTCF AKADEMİ TOPLANTISI

 

 

 

 

 

DTCF AKADEMİ YAYINLARI: 2

 

 

 

 

 

TAKDİM

DTCF Akademi üyesi arkadaşlarımızdan Meryem Karaca, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun 8 Mayıs 2020 tarihli açıklamasını öğrendiğinde konuyu hemen topluluğumuzda gündeme getirmiş, sonra da diğer arkadaşlarımız tartışmaya katılmışlardır. Böylece konuyu enine boyuna tartışmış, Türk Ocakları’nın açıklamasında da vurgulandığı gibi Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun yaptığı açıklamanın yersiz, haksız ve hadsiz olduğuna karar vermişlerdir. Bu arada Gazeteci, Yazar Arslan Tekin’in kamuoyunu uyarmak amacıyla bir bildiri hazırlanması teklifi grupta genel kabul görmüştür. Bunun üzerine bir çalışma ekibi oluşturulmuştur. Çalışma ekibi, konunun etraflıca anlaşılması için neye tepki gösterildiğini bir analiz çalışmasıyla ortaya koymayı, bu konuda grupta ortaya konan görüşleri bir araya getirmeyi kararlaştırmış ve malum açıklamaya tepki gösteren Sivil Toplum Kuruluşları Bildirilerini ve bazı gazete yazılarını da alarak bir kitapçık halinde kamuoyuna sunmayı düşünmüştür.

Elinizdeki çalışma, kısaca özetlediğimiz bu aşamaların sonrasında ortaya çıkmıştır.

Türk milleti kavramına, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına nokta kadar leke gelmesine tahammül edemeyen ve görüşlerini yazan DTCF’lilere, bildiri metnine imzasını atan arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz.

DÜZENLEME KOMİTESİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

T.C. CUMHURBAŞKANLIĞI Hukuk Politikaları Kurulu

CUMHURBAŞKANININ YÜZDE ELLİDEN FAZLA OYLA SEÇİLMESİNİN BAZI ANLAMLARI ÜZERİNE  [1] 

 

1- Bu Kuralla Halkın Bir Sorunu Var mı:

Cumhurbaşkanının yüzde elliden fazla oyla seçilmesini sorun olarak görmenin halkın siyasal sistemin işleyişindeki iradesini geliştirmeye bir katkısı olmaz, olamaz. Aksine halkın iradesini zayıflatma, sınırlandırma etkisi doğurur. Çünkü bu kural halkın hükümeti seçmesinde bir tıkanıklık yaratmaz. Ya ilk turda ya da ikinci turda halk Cumhurbaşkanını seçerek hükümeti sandık yoluyla doğrudan kurar. Dolayısıyla bu kuralla halkın/seçmenin hiç bir sorunu yoktur ve olamaz. Tam tersine bu kuralla ve bu kuralın zorunlu sonucu olan iki turlu seçimle halk seçmen olarak çok daha etkin hale gelmiş seçenekleri çoğalmış ve seçme özgürlüğü güçlenmiştir.

Ayrıca Halkımız bu kuralı iki kez kabul etmiş ve bu kurala göre iki kez de seçim yapmıştır. 2007 ve 2017 Anayasa değişikliklerinde halkımız Cumhurbaşkanının yüzde elliden fazla oyla seçilmesini iki kez referandumda kabul etmiştir. 2014 ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise yine halkımız iki kez bu yöntemle Cumhurbaşkanımızı seçmiştir. Bu seçimleri de ilk turda tamamlamıştır. Demek ki halkımız açısından bu temel kural sadece Anayasa hükmü haline getirilerek değil aynı zamanda uygulanarak tecrübe edilmiştir. Böylece bu kural demokratik birikimimizin bir kazanımına dönüştürülmüştür.

 

2- Bu Kurala Karşı Çıkma Gerekçeleri ve Asıl Amaç Nedir:

Peki bu temel kural halkın lehine olmasına rağmen buna niye karşı çıkılır. Siyasi hesaplar açısından bakılırsa iki eğilim tespit edilebilir:

-Bazı siyasi mecralar hiç bir zaman yüzde elliden fazla destek almayı mümkün görmedikleri veya imkansıza yakın zor gördükleri için buna karşı çıkmaktadırlar.

-Bazı siyasi gruplar ve kişiler ise içinde oldukları siyasi mecranın her zaman yüzde elliden fazla destek almasının mümkün olamayacağı endişesiyle karşıt tutum almaktadırlar.

Bu karşı çıkış gerekçelerinin hiç birisi halkın çıkarına değildir. Çeşitli siyasi mecraların veya bazı siyasi grup ve kişilerin dar çıkarlarına ilişkin gerekçelerdir.

Demokratik siyasette ne zamanki siyasi aktörler halkın tümünün ihtiyacı veya halkın ortak çıkarları üzerinden siyaset yapmak yerine kendi dar siyasi menfaatlerini öne çıkarmışsa bundan zarar gören hep halk olmuştur. Bunu yapanlar da kendileri için kısa süreli bir fayda sağlamış olsalar bile sonra yok olup gitmişlerdir. Çünkü halk sadece kendi çıkarları yahut bazı çıkar grupları üzerinden siyaset yapan siyasi aktörlere ve oluşumlara demokratik rutin içinde uzun süre hayat hakkı vermez. Türkiye’nin demokratik siyasi tarihi halk tarafından bu sebeplerle siyasi ömrüne son verilmiş bir çok siyasi oluşuma ve siyasi aktöre şahitlik etmiştir.

Siyasi yaklaşımların ötesinde asıl önemlisi egemenliğin kullanımı açısından bu temel kuralı hedefe koyan anlayışlardır. Bu zihniyettekiler Milli Egemenliğin kullanımında halkın iradesini belirleyici hale getiren bu temel kurala egemenliğin halk iradesine dayanan bütünsel kullanımını parçalamak hedefiyle karşı çıkmaktadır. Bunun için de halkın iradesinin kapsayıcı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayan yüzde elliden fazla oyla hükümet seçimini değiştirerek halkın iradesini olabildiğince bölecek bir modele geçmeyi zorlamaktadırlar. Böylelikle sosyal tabanı zayıf, seçmen desteği yetersiz dolayısıyla güçsüz ve yönetim istikrarı sağlayamayacak hükümetler kurulması ve bu hükümetlerin dar çıkar odaklarının kontrolünde olmasını istemektedirler. Asıl vahim olan da budur.

 

 

3- Bu Kuralın Türkiye Açısından Manası Nedir:

Öte yandan Türkiye’de hükümetin yüzde elliden fazla oyla seçilmesinin çok daha özgün ve derin anlamları vardır. Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur. Bunun iki manası vardır.

Birincisi bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir. Dolayısıyla her kimlik grubu ayrı özellikler taşısa da toplumun bütünlüğünün bir parçasıdır.

İkincisi ise toplumun yapı taşı olan bireylerimiz tek boyutlu ve tek kimlikli değildir. Her birey birden çok kimliğe sahip olarak çeşitli kimlik gruplarının kesişim alanlarında yer almaktadır.

Toplumumuzun bu özellikleri sosyolojik ve siyasal istikrarı korumak için her mecrada, her yapıda, her sistemde ve her yaklaşımda mutlak surette ve belirleyici bir faktör olarak hesaba katılmalıdır.

Bu hesabı yaparken önemli temel verilerden birisinin daha altını çizmek gerekir: Türkiye Toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiç bir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiç bir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum adeta maruf ve meşhur bir vakıadır. Zaman zaman yapılan tüm araştırmalar da aynı sonucu vermektedir. Zaten toplumsal hayat pratiklerimiz ve çeşitliliğimiz bu olguyu her gün gözlemeye de imkan sağlamaktadır.

– Sosyolojik İstikrar: Bu derin ve güçlü sosyolojik gerçekliğimiz karşısında siyasal sistemin kuruluş ve işleyişinde halkın iradesini yüzde elliden fazla seçmen desteğiyle belirleyici hale getirmek sosyolojik istikrarın temel güvencesi olur. Çünkü sosyolojik istikrar ancak ve ancak toplumu oluşturan tüm kimlik grupların desteğiyle kurulan ve işleyen bir siyasal sistem içinde sağlanır. Türkiye’de hiç bir Cumhurbaşkanı adayı toplumun bütün çeşitliliğini dikkate almadan yüzde elliden fazla destek alamayacağına göre dışlayıcı siyasetlerin siyasal sistemde etkili olmasının önüne geçilmiş olur. Bunun yerine yüzde elliden fazla desteği aşağı çekerek hükümet kurma tercihlerine yönelmek dışlayıcı siyasete alan açar, toplumun şu ya da bu kesimini siyasal sistem dışına iter. Seçimi iki turlu yüzde kırk beşe, yüzde kırka indirmek veya tek turlu basit çoğunluğa çekmek nitelik olarak aynı sonucu verir sadece nicelik/derece farkı olur. Dışlayıcı siyaset akımları yüzde elli desteğin altındaki her modelde kendine güçlü yaşam alanları bulur ve toplumsal mühendislik yeniden hortlar. O zaman halkın her kesimi açısından elde edilmiş özgürce yaşam kazanımları bir kez daha tehdit altına girer. Türkiye yeniden böyle bir türbülansa sürüklenirse bu kez toplumsal bütünlüğü korumak ve Milli Birliği ayrılıkçı tehditlere karşı eksiksiz savunmak çok daha zor hale gelir.

– Siyasi İstikrar: Siyasi istikrar tam olarak hükümetin halkın iradesine dayalı kuruluşunun önünde bir engel bulunmaması ve kuruluşun sayısal meşruiyetinin tartışmasız olmasıyla sağlanır. Hükümetin kuruluşundaki aşamalı engeller, sayısal oranlardaki sorunlar her zaman siyasi istikrarsızlık üretir. Türkiye’nin parlamenter sistem tarihi hükümet sebebiyle yaşanan onlarca ağır siyasi istikrarsızlık krizleriyle doludur. Darbelerin temel gerekçesi de hep bu siyasi istikrarsızlık krizleri olmuştur. Buna karşılık yüzde elliden fazla oyla hükümet kurulması ve bu kuralın gereği olarak iki turlu seçim yapılması siyasi istikrarı tam olarak sağlamanın güvencesidir. Halk birinci ya da ikinci turda her halükarda sandıkta hükümeti kurar. Yüzde elliden fazla destek zorunluluğu da sayısal meşruiyetin esasını oluşturur, sayısal meşruiyete ilişkin tüm tartışmaları ortadan kaldırır.

– Yönetim İstikrarı Yönetim istikrarı uzun erimli programların hayata geçirilmesini sağlayarak; toplumsal ihtiyaçların azami ölçüde karşılanması ve ülke menfaatlerinin en yüksek seviyede korunması için uygun zemini oluşturur. Bu nedenle son derece önemlidir.

Yönetim istikrarının iki boyutu vardır:

Birincisi uzun süreli hükümetler olması, yani mümkün olduğunca iki seçim arası dönemde yeni hükümet kuruluşuna ihtiyaç duymadan hükümet etmenin gerçekleşmesidir.

İkincisi iki seçim arası dönemde hükümet değişimi ihtiyacı doğarsa bu değişimin bir yönetim krizine sebebiyet vermeden en hızlı ve demokratik şekilde yapılarak yönetimde devamlılığın sağlanmasıdır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yönetimde istikrarın bu iki boyutunu da güvence altına alır.

Güçlü, istikrarlı ve uzun erimli yönetimler ancak kapsayıcı bir halk oyuna ve desteğine dayanmakla sağlanır. CHS’de bu gücü sağlayan iki turlu ve yüzde elliden fazla oya dayanan seçim sistemidir. Böyle bir kapsayıcılıkla hükümetin kurulması iki seçim arası dönemde hükümet yönetimindeki istikrarın birinci garantisini oluşturur.

Olağan dışı şartların istisnaen gerçekleşmesi halinde ise seçimlerin yenilenmesi yoluyla hükümetin çok kısa süre içinde yine doğrudan halk tarafından yüzde elliden fazla oyla kurulması yönetimdeki istikrarın ikinci garantisidir. Çünkü bu şekilde yönetim krizi doğmadan hükümetin/yönetimin yenilenmesi veya değişmesi sağlanır.

 

4- Sonuçlar:

Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde iki turlu ve yüzde elliden fazla oyla Cumhurbaşkanının seçildiği sisteme karşı çıkmak ve bu oy oranını azaltmayı istemek;

– Türkiye Toplumunun sosyolojik istikrarının bozulmasına ve Milli Birliğin sosyal temelinin zayıflamasına, – Hükümetlerin kuruluşu ve işleyişi açısından siyasi istikrarın sarsılmasına ve siyasi krizler doğmasına, – Yönetim istikrarını bozacak koşulların oluşmasına ve böylelikle uzun süreli yönetim programı uygulamalarının engellenmesine, – Halkın iradesinin hükümetin kuruluş ve işleyişinde daralmasına ve çok parçalı tercihlere zorlanarak halkın gücünün azaltılmasına, – Sosyolojik siyasetin/halka dayanan siyasetin zayıflatılmasına ve halka rağmen siyaset anlayışının öne çıkmasına, sebebiyet verir.

Böyle bir talebin aslında sadece belli siyasi mecraların siyasi elitlerinin ve çeşitli dar çıkar odaklarının işine yarayacağı, buna geçişin Türkiye karşıtı güçlerin hükümet üzerinden ülke aleyhine operasyon yapacağı uygun ortamlar oluşturacağı çok net bir şekilde ortaya çıkar.

Şimdi bir kez daha soralım yüzde elliden fazla oyla Cumhurbaşkanı seçimine karşı çıkmak halkın ve ülkenin yararına mıdır?

Yoksa Milli Birliğimizin güvencelerinin en önemlilerinden biri olan bu temel kurala karşı çıkmanın arkasında başka hesaplar mı vardır?

Bilginize sunulur.

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu

 

 

 

 

CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK KURULUNUN AÇIKLAMASI HAKKINDA

 

Cumhurbaşkanlığı, Hükümet sisteminin kabulü ve hayata geçirilmesiyle birlikte,  birçok kurul oluşturulmuştur.  Bunlardan biri de Cumhurbaşkanlığı Hukuk Kuruludur. Şu anda Türkiye’de en çok konuşulan ve Türk kavramına hassasiyet gösteren tüm çevreler tarafından yoğun tepki gören konulardan biri bu kurulun “Cumhurbaşkanı’nın Yüzde Elliden Fazla Oy İle Seçilmesinin Bazı Anlamları Üzerine” başlıklı açıklamasıdır.

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu, 8 Mayıs’ta twitter hesabı üzerinden “Cumhurbaşkanı’nın Yüzde Elliden Fazla Oy İle Seçilmesinin Bazı Anlamları Üzerine” başlıklı bir açıklama yayımladı. Bu açıklama üç soru ve bir sonuç bölümünden oluşmuştur.

Açıklamanın birinci bölümünde ifade edilen “Cumhurbaşkanının yüzde 50’den fazla oyla seçilmesini sorun olarak görmenin halkın siyasal sistemin işleyişindeki iradesini geliştirmeye bir katkısı olamaz.” görüşünü bu kurulun dile getirmesinden daha tabiî bir şey olamaz. Nihayet kendilerini görevlendiren gücün düşüncesine paralel bir görüşü savunmakla eşyanın tabiatına uygun davranmışlardır. Bize göre bu görüş tartışılabilir bir ifade olmakla birlikte Türk devleti ve milleti bakımından örseleyici bir yanı yoktur; ancak doğrudan bir makama bağlı “hukuk” biriminin de objektifliğinin tartışılır olduğu da bir gerçektir.

İkinci bölüm kısaca “niyet okuma” bölümü diye ifade edilebilir. Bu bölümde CBS’ye karşı çıkmanın gerekçeleri açısından siyasi mecralar için şunu yazmışlar:

Siyasi hesaplar açısından bakılırsa iki eğilim tespit edilebilir:

-Bazı siyasi mecralar hiçbir zaman yüzde elliden fazla destek almayı mümkün görmedikleri veya imkansıza yakın zor gördükleri için buna karşı çıkmaktadırlar.

-Bazı siyasi gruplar ve kişiler ise içinde oldukları siyasi mecranın her zaman yüzde elliden fazla destek almasının mümkün olamayacağı endişesiyle karşıt tutum almaktadırlar.”

İki eğilim denilen bu tespitteki anlam karmaşası da milli egemenlik açısından bir önem arz etmemektedir. Asıl vahim olan “Asıl vahim olan budur.” diye biten alttaki kısımdır:

“Demokratik siyasette ne zamanki siyasi aktörler halkın tümünün ihtiyacı veya halkın ortak çıkarları üzerinden siyaset yapmak yerine kendi dar siyasi menfaatlerini öne çıkarmışsa bundan zarar gören hep halk olmuştur. Bunu yapanlar da kendileri için kısa süreli bir fayda sağlamış olsalar bile sonra yok olup gitmişlerdir. Çünkü halk sadece kendi çıkarları yahut bazı çıkar grupları üzerinden siyaset yapan siyasi aktörlere ve oluşumlara demokratik rutin içinde uzun süre hayat hakkı vermez. Türkiye’nin demokratik siyasi tarihi halk tarafından bu sebeplerle siyasi ömrüne son verilmiş birçok siyasi oluşuma ve siyasi aktöre şahitlik etmiştir.

Siyasi yaklaşımların ötesinde asıl önemlisi egemenliğin kullanımı açısından bu temel kuralı hedefe koyan anlayışlardır. Bu zihniyettekiler Milli Egemenliğin kullanımında halkın iradesini belirleyici hale getiren bu temel kurala egemenliğin halk iradesine dayanan bütünsel kullanımını parçalamak hedefiyle karşı çıkmaktadır. Bunun için de halkın iradesinin kapsayıcı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayan yüzde elliden fazla oyla hükümet seçimini değiştirerek halkın iradesini olabildiğince bölecek bir modele geçmeyi zorlamaktadırlar. Böylelikle sosyal tabanı zayıf, seçmen desteği yetersiz dolayısıyla güçsüz ve yönetim istikrarı sağlayamayacak hükümetler kurulması ve bu hükümetlerin dar çıkar odaklarının kontrolünde olmasını istemektedirler. Asıl vahim olan da budur.”

Niyet okuma derken burayı kastediyoruz. Lütfen düşünün, şu düşünceye vatanını seven kim sahip olabilir: “Böylelikle sosyal tabanı zayıf, seçmen desteği yetersiz dolayısıyla güçsüz ve yönetim istikrarı sağlayamayacak hükümetler kurulması ve bu hükümetlerin dar çıkar odaklarının kontrolünde olmasını istemektedirler.” Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı ve tırnak içindeki cümleyle adı yan yana anılamayacak nice vatansever insan ve grup tanıyoruz.

Türk milletini seven vatansever hiçbir insanın kabul edemeyeceği ifadeler ise özellikle üçüncü bölümdedir:

Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur. Bunun iki manası vardır.

Birincisi bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir. Dolayısıyla her kimlik grubu ayrı özellikler taşısa da toplumun bütünlüğünün bir parçasıdır.

İkincisi ise toplumun yapı taşı olan bireylerimiz tek boyutlu ve tek kimlikli değildir. Her birey birden çok kimliğe sahip olarak çeşitli kimlik gruplarının kesişim alanlarında yer almaktadır.

……….

 Türkiye Toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiç bir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiç bir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum adeta maruf ve meşhur bir vakıadır. Zaman zaman yapılan tüm araştırmalar da aynı sonucu vermektedir. Zaten toplumsal hayat pratiklerimiz ve çeşitliliğimiz bu olguyu her gün gözlemeye de imkan sağlamaktadır.

……..

Çünkü sosyolojik istikrar ancak ve ancak toplumu oluşturan tüm kimlik grupların desteğiyle kurulan ve işleyen bir siyasal sistem içinde sağlanır.

Birçok cümlesini atlayarak verdiğimiz bu cümlelerin elle tutulur, açıklanabilecek bir yönü yoktur. Yani atalarımızın dediği gibi zırvanın tevili olmaz.

 

Bu başlık altında beyan edilen düşünceler, mevcut Anayasamıza ve onun kurucu felsefesine aykırı, kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı bir düşünceyi yansıtmaktadır. Bu beyanlar, Anayasa’yı bilen, bir hukuk kurulunun beyanları olmaz. Bu cümlelerin kamuoyuna açık bir şekilde dile getirilmesi en hafif tabiriyle aymazlık ve anayasaya sadakatsizliktir.

Burada açıkça ifade ediyor ve kamuoyuna ilan ediyoruz: Üniter devlette egemenlik tektir ve bölünemez bir bütündür. Tek olan egemenliğin sahası bütün ülkedir. O da Anayasamızda adını bulun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bu egemenliğe tabi olan da bütün millettir. O da anayasal tabirle Türk milletidir. Dolayısıyla egemenliğin kaynağı Türk milletidir ve başkaca bir ayrım yapılamaz, yapılırsa da anayasa suçu işlenmiş olur.

Kurulun açıklaması şu şekilde bitiyor:

“Yoksa Milli Birliğimizin güvencelerinin en önemlilerinden biri olan bu temel kurala karşı çıkmanın arkasında başka hesaplar mı vardır?”

Biz de diyoruz ki…

Acaba, bu açıklamayı yapanların B planlarında küresel gerçeklikler adına öngörülen yeni bir toplum, yeni bir devlet ve yeni bir kimlik oluşturma hedefi doğrultusunda açıkça ifade edilmeyen siyasi nitelikli bazı hedefler mi söz konusudur?

Ercan ÇALIŞKAN Abdullah ŞALCI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI NIN BİLDİRİLERİ VE DTCF AKADEMİ ÜYESİ GAZETECİLERİN KONUYLA İLGİLİ YAZILARI

 

CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK KURULUNUN AÇIKLAMASI HAKKINDA ([2])

 

Malum olduğu üzere, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, 21.01.2017 tarihinde köklü bir değişiklik yapılarak “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi”ne geçildi. Bu kapsamda, yürütmenin başı olan ve halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’na, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarabilme yetkisi verildi. Bu yetkiye dayanılarak çıkartılan Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin (10.07.2018 tarih ve 30474 sayılı Resmî Gazete) 20. maddesiyle de dokuz adet Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulu oluşturuldu.

İşte bu kurullardan biri olan Hukuk Politikaları Kurulu, 08.05.2020 tarihinde, twitter hesabından “CUMHURBAŞKANININ YÜZDE ELLİDEN FAZLA OYLA SEÇİLMESİNİN BAZI ANLAMLARI ÜZERİNE” başlıklı bir açıklama yayımlamıştır. Açıklamada ifade edilen “Cumhurbaşkanının yüzde 50’den fazla oyla seçilmesini sorun olarak görmenin halkın siyasal sistemin işleyişindeki iradesini geliştirmeye bir katkısı olamaz.” görüşüne katılmakla birlikte devamında Cumhurbaşkanı’nın yüzde 50’den fazla oyla seçilmesinin manası açıklanırken kullanılan ifadeler, Anayasa’yla çeliştiği gibi millî birliğimiz ve “Tek Millet” söylemiyle açıkça çelişmektedir:

“Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur.” hükmünden sonra bunun iki manası olduğu söylenmektedir:

“Birincisi bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir. Dolayısıyla her kimlik grubu ayrı özellikler taşısa da toplumun bütünlüğünün bir parçasıdır.”

“İkincisi ise toplumun yapı taşı olan bireylerimiz tek boyutlu ve tek kimlikli değildir. Her birey birden çok kimliğe sahip olarak çeşitli kimlik gruplarının kesişim alanlarında yer almaktadır.”

Daha sonra kurulan şu cümle ise hangi sosyolojik araştırmanın sonucu olduğunu bilemediğimiz bir kanaatin yansımasıdır:

“Türkiye Toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde 50’den fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır.”

Daha sonraki kısımlarında Cumhurbaşkanı’nın yüzde 50’den fazla oyla seçilmesinin sosyolojik ve siyasi açılardan gerekli olduğu ifade edilmektedir.

Bu metnin yukarıda tırnak içinde verilen kısımları; açık ve net olarak kimlik siyasetinin esas alındığının, Türkiye’de kimliklere göre oy verildiği varsayımının resmî bir merci tarafından beyan edilmesi itibarıyla, hem Anayasa hem millî kimlik hem de millî birlik açılarından çok ciddi mahzurlar barındırmaktadır. Cumhuriyet’in ortak geçmiş, ortak değerler ve ortak gelecek tasavvurunun “millet” anlayışına dayalı kurucu ilkeleriyle tezat teşkil eden bu açıklamada, “Türk Milleti” yerine “Türkiye Toplumu”ndan dem vurulmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini yansıtan 1924 Anayasası’nda yer alan “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” hükmüyle bu ülkede yaşayan halkın bir bütün olarak Türk Milleti olduğu ifade edilmiştir.

Türk Devleti’ni temsil eden ve yeni sistemde yürütme yetkisini tamamen bünyesinde barındıran Cumhurbaşkanlığı’nın bir kurulunun bu temel şiara aykırı bir dil kullanması tasvip edilemez.

Bireylerin aile, şehir, bölge, yaş grubu, inanç, tuttukları takım, destekledikleri parti vb. pek çok açıdan sahip oldukları kimlikler kastediliyorsa bu açıkça belirtilmelidir. Ne var ki metindeki muğlaklık,  ortak bir millî kimlikten bahsedilmediğini göstermektedir. Anayasa’mıza göre, “TÜRKİYE DEVLETİ, ÜLKESİ VE MİLLETİYLE BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR. DİLİ TÜRKÇEDİR.” (Madde 3) ve “TÜRK DEVLETİ’NE VATANDAŞLIK BAĞI İLE BAĞLI OLAN HERKES TÜRK’TÜR.” (Madde 66).

Yukarıdaki ifadelerin müellifleri mesela bu ülkede “Türk’üm” diyenlerin veya “Müslüman’ım” diyenlerin yüzde 50’den aşağı bir orana sahip olduklarını mı iddia etmektedirler? Zira bunlardan biri millî, diğeri ise dinî kimlik olarak bu ülkenin ezici çoğunluğunun aidiyet duydukları kimlikler olup Türk kimliği, ayrıca millî devlet vasfı açısından anayasal vatandaşlığı da ifade eden bir mahiyeti haizdir. Bu açıdan bakıldığında, “… başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir.” iddiası, siyasi aidiyet açısından doğru olabilir ama millî kimlik açısından hem yanlış hem de son derecede sakıncalı bir beyandır. Seçim sonuçları kesinlikle millî, dinî ve hatta etnik kimlik açısından ülkenin manzarasını aksettirmez. Bugün belirli mezheplere veya etnisitelere mensup vatandaşlar, farklı partilere oy vermekte; çok küçük bir azınlık dışında herkes Türk Bayrağı etrafında birleşmektedir.

Gerek ülke olarak son on yıldır yaşadıklarımız gerekse dünyamızın son dönemde maruz kaldığı korona virüsü salgını ve diğer gelişmeler, bir zamanlar küreselleşmecilerin bizleri inandırmaya çalıştığı gibi millî devletlerin modasının geçtiği iddiasının doğru çıkmadığını, tam tersine, “sorun küresel, çözüm ulusal” sloganının da gösterdiği gibi millî devletin ne denli mühim ve gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Türk Millî Devleti’nin temeli, vatandaşlarımızın ırk, din, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın Türk Milleti ortak paydasında haklara sahip olmasıdır. Sosyolojik araştırma dilinin devlet belgelerine yansıtılmasında, devletin temel nitelikleri, anayasası göz ardı edilemez. Millîliğin bu denli yoğun olarak vurgulandığı bir dönemde böyle bir söylemin izahı da müşküldür.

Netice olarak Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun söz konusu açıklamasının behemehâl düzeltilmesi, Türk Milleti gerçeğine aykırı beyanlardan sakınılması hususlarını, Yüce Türk Milleti’nin dikkatine arz ederiz.

TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK POLİTİKALARI KURULU’NUN 8 MAYIS 2020 TARİHLİ AÇIKLAMASI ÜZERİNE  ([3])

 

 

Küresel güç ve bloklarla önü açılmış milli devletlerin mücadelesinin öne çıktığı; önü açılmış milli devletlere çeşitli tuzakların kurulduğu bir dönem yaşıyoruz. Böyle bir ortamda metinde yer alan “Türkiye toplumu” ifadesi yanlış olduğu kadar belirsizdir. Türkiye bir coğrafi ve siyasi kavramdır. Bu coğrafya üzerinde yüzyıllardır yaşayan, coğrafyaya damgasını vuran ve egemen kültür olan Türk kültür ve kimliğini dışlama çabası olarak anlaşılabilecek bir ifade kabul edilemez. Bunun doğrusu Türk toplumu ve Türk Milletidir. Türkiye toplumu kavramı genelde aşırı sol ideolojik çevrelerce tasvip görmektedir.

Türk devletinin kurucu unsuru Türkler ve kendilerini Türk olarak hissedenlerce, emperyalist güçleri Anadolu’dan birlikte atmış olanlarca kurulmuş milli bir devlettir. Milli Mücadele Anadolu’da etnik devletçikler federasyonu kurulsun diye yapılmamıştır. Aksi olsaydı; Sevr Antlaşmasına uyulur; Milli Mücadeleye de ihtiyaç kalmazdı.

Anadolu bir etnik gruplar federasyonu olmamış; yeni Türk devletini benimsemeyenlerin bir kısmı ülkeyi terk etmiş, yakın gördükleri ülkelere gitmişler veya bu gibi ülkelerin kurucu unsurları arasında yer almışlardır. Bir kısmı ise, vatanı işgal edenlerle iş birliği yapmaktan çekinmemiş ve milli mücadeleye karşı faaliyet göstermişlerdir.

Etnik grupların varlığı milli kimlikle rakip değildir. Anayasalarımızda ırkçı ve ötekileştirici bir anlayışla kimse dışlanmamış, milli kimlikle kucaklanmıştır. Etnik kimlikler siyasi tanıma şeklinde değil; kültürel olarak düşünülmelidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ayırt etmeksizin herkesi kapsar. Aksi bir görüş, Sayın Cumhurbaşkanında ifade ettiği gibi tek devlet, tek millet, tek bayrak anlayışı ile çelişir. Çok kültürlülük ile bu durum karıştırılmamalıdır. Çok kültürlülük, Batılı bazı ülkelerin de artık şikayetçi olduğu bir konudur, bir sorundur ve çok seslilik değildir. Milli devletler federal yapıda da olsalar milli kimlikle ifade edilirler. Anadolu’da milletleşme sürecinde mesafe almış bir kalabalık değil; millet yaşamaktadır. Zaman zaman da millet olduğunu daha iyi fark etmektedir. Türk kimliği anayasal vatandaşlık ifade eder. Bunun için biyolojik gerekçelere ihtiyaç da yoktur.

Türkiye’de en azından son 20 senedir yapılan araştırmalar göz önüne alınmadan kaynağı belirsiz bilgilere dayalı sözde sosyolojik yorumlara gidilmesi ve hüküm verilmesi, hüküm verenlerin bulunduğu makam ile bağdaşmaz. Büyük çoğunluğu oluşturan ve milli kimliği ifade eden Türk kimliğini etnik seviyeye indirmek Türkiye Cumhuriyeti’ne küreselci bir bakış tarzıdır. Türkiye’ye karşı bu tür hesapları yapanlar fazlasıyla vardır. En son 15 Temmuz 2016 darbe ve işgal teşebbüsü ile bu saldırı bertaraf edilmiştir.

Anadili Türkçe olanlar, anadili Türkçe olmamasına rağmen, kendilerini Türk Milletine mensup hissettikleri için milli kimliğe sahip çıkanların oranı hiçbir araştırmada %50 ve altında çıkmamıştır. Komisyonunuz çok mütevazi bir oran düşünmüş olsa gerektir.

Seçmeni etnik bölümlere ayırıp değerlendirmek yanlıştır. Etnik olarak düşünülen oylar farklı bir siyasi partilere gidebilir. Tercih biyolojik kıstasları aşmaktadır. Bundan dolayı homojen bir “Kürt seçmen” ve “Kürt partisi”nden bahsedilemez. Aksini ifade etmek yasal olarak eşit Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını etnik ayırımcılığa tabi tutmaya zorlamaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denir.” İfadesi öğretici ve yol göstericidir. Türküm diyene sen değilsin deme alışkanlığımız da yoktur.

Netice olarak; Türkiye Cumhuriyeti birbiri ile rakip ve mücadele etmesi gerekenlerin bulunduğu bir etnik havuz değildir. Yapılan açıklama yürürlükte olan Anayasamıza da aykırıdır. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun söz konusu açıklamasının tekrar gözden geçirilmesi, birlik ve beraberliğimizi güçlendirici bir çizgiye çekilmesi uygun olacaktır.                                                                                           

AYDINLAR OCAĞI GENEL MERKEZİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK POLİTİKALARI KURULU NE DEMEK İSTİYOR?

 

MİLLÎ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK POLİTİKALARI KURULU’NUN YAYIMLADIĞI DUYURU HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI  ([4])

 

 “T.C. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu” adlı bir kurul var. Kamuoyuna son zamanlarda bu kurulun bir açıklaması yansıdı. Söz konusu açıklama, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir kurul tarafından yapılmış olmasa üzerinde durulmaya değmeyebilirdi. Türk kimliği üzerinde tereddüt yaratmak isteyen birilerinin açıklaması denilip geçilebilirdi. Ancak açıklama, Cumhurbaşkanlığına bağlı hukuk kurulu tarafından yapılmıştır ve Türk kimliğini kabul etmeyen anlayışın nerelere kadar uzandığını göstermektedir. Kurulun açıklamasında aynen şöyle deniliyor:

 

“Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur… Bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir.”

 

“Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.”

 

Bir sivil toplum kuruluşu olarak Cumhurbaşkanının ve bütün toplumun dikkatini çekmek zorundayız.

 

Türkiye’de yaşayan toplum “çok kimlikli bir toplum” değildir. Bizim toplumumuz, “farklı kimlik gruplarının bir bileşkesi” değildir. Türkiye’de yaşayan toplumun tek kimliği vardır; bu kimliğin adı da “Türk”tür. Bu husus 1876, 1924,1961 anayasalarında olduğu gibi 1982 anayasamızın 66. maddesinde de açık olarak belirtilmiştir: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”

 

Adı “hukuk” olan ve üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından seçilen bir kurulun Anayasayı tanımamak anlamına gelen ifadeleri asla kabul edilemez.

 

Kurul, “Hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir.” diyerek her seçimde değişen “seçmen” ile halkın sahip olduğu kimliği karıştırmış görünüyor. Eğer bu karıştırma bilerek yapılmış ise her partinin seçmeni, ayrı bir kimliğe sahip kabul edilmiş demektir. Bu kabul de bize, son zamanlarda sık dile getirilen bütün muhalefeti hain sayma ifadelerini hatırlatıyor. Hayır sayın üyeler, seçmen ayrı, halkın taşıdığı sosyolojik kimlik ayrıdır. Seçmen aidiyeti siyasi parti üyeliğidir; halkın taşıdığı kimlik ise millî kimliktir, o da Türklüktür.

 

Yukarıdaki ifadeleri pervasızca kullananlar, kullanma cüretini gösterenler bir de bunu, yani kendi anlayışlarını “maruf ve meşhur bir vakıa” olarak nitelemekte ve eklemektedirler: “Zaman zaman yapılan tüm araştırmalar da aynı sonucu vermektedir.”

 

Hangi araştırmadan bahsediyorsunuz sayın üyeler? En güvenilir araştırma nüfus sayımı değil midir? Devlet İstatistik Enstitüsünce yapılan 1965 nüfus sayımında vatandaşlara anadilleri sorulmuştur. Türkçeden başka anadil beyan edenlerin oranı sadece % 9,90’dır. Bu sayımdaki sonuçlar Türkçe %90.10, Kürtçe %7.10, Zazaca %0.50, Arapça %1.20, Çerkezce %0.19, Lazca 0.08 diğer %0.82 olarak tespit edilmiştir. (Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Ankara, 2013, 54. baskı s. 19)

 

Avrupa Birliği Avrupa Komisyonu için 2005’de Eurobarometer’in ‘Europerans and Languages’ -Avrupalılar ve Diller – araştırmasında Türkiye’de halkın yüzde 93’ü “Anadilim Türkçe” demiştir. Bunun dışında kalanların tamamının anadili yüzde 7’dir. (Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin etnik yapısı 2013, 54. Baskı s. 20)

 

İki araştırmada da görüldüğü gibi şehirleşme, eğitim, iletişim, sanayileşme ve göç bütünleşmeyi artırmıştır. Türkiye’nin gerçeği budur.

 

Birtakım genel ifadelerle toplumumuzu farklı kimliklerden oluşmuş göstermek, âdeta Türk kimliğini parçalamak, Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kuruldan asla beklenmemesi gereken bir şeydir. Niyetiniz Türklüğü birleştirmek midir, parçalamak mıdır? Yeni bir gündem yaratıp bazı hususları gizlemek midir? Türkiye’nin gerçeği bu kadar açık ve inkârı mümkün olmayacak kadar kesindir.

 

Bölücü terör örgütüne karşı yıllardan beri amansız bir mücadele verilirken ve bu mücadele milletimize binlerce şehide mal olurken, “Türk kimliği” üzerinde tereddüt uyandırmak hiç kimsenin işine yaramaz. Eğer amaç siyasi kazanç elde etmekse milletimizin Türk kimliği üzerindeki hassasiyeti bu amaca da yol vermez. Herkes aklını başına almalıdır. Bu uyarımız en tepedekiler için daha da geçerlidir. Türklük ile oynamaya kalkmayınız; zira gerçeklerin cevabı sert olur.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 20 Mayıs 2020

 

MİLLÎ DÜŞÜNCE MERKEZİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DEVLET BEY’E ARZ OLUNUR! UÇUM’DAN İNCİLER! (1)

 

Saray’ın başdanışmanı Mehmet Uçum, “Türk”ü siliyor. “Türk milleti” değil; “Türkiye milleti” denmeliymiş.

Mehmet! Siyaseti yeteri kadar takip etmiyorsun! Böyle danışman mı olur! Kaç yıl geçti bu tartışmanın bitişi üzerinden! ‘Türkiye milleti’ diyelim diyenler ilmî veriler karşısında susmak zorunda kaldılar. (Mehmet! Bizim “Türk Adını Silme Planı” kitabımız var. Tartışmalar bir bir sıralanmıştır. Bir yerden temin ediver. Ben de de yok. Olsaydı gönderirdim!)  

Bak Mehmet! Tekrar hatırlatayım: “Türkiye” yer adı… Millet adı nasıl olacak? Üstelik Türklerin yaşadığı yer anlamına geliyor. Anadolu’ya geldiğimizden beri böyle… Sadece Anadolu mu? Orta Asya’da bin çeşit etnisite var ama tamamı Turcae/Türkistan diye anılagelmiştir. “Türk” adlandırması birinci yüzyıla kadar gider. Eski komünistsin ya… Bilmezsin belki… Arap coğrafyacılar, ilim adamları, hemen bütün Orta Asya’yı da Türklerin ülkesi görmüşler ve böyle anmışlardır.

Mehmet, gel, yaklaş… Kulağına bir şey diyeceğim… Türkiye’nin adının “Anadolu” olması gerektiğini de tartışmışlardı. Ne zaman biliyor musun? Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra “Anadolu Mecmuası” çıkarılmıştı. Maddî destek M. Kemal’e muhalif Hüseyin Avni’dendi. 1924’ten 1925’e ancak 12 sayı yayınlanabildi. Kimlerin imzası vardı bu dergide? Ben sıralamayacağım. Sonra çok duyulacak isimler yazmışlardır. (Hüseyin Avni Ulaş, Anadoluculuğun teorisyeni Nurettin Topçu’nun ilk hanımının babasıydı.) Dergiye ulaşman çok kolay Mehmet. Çünkü yeni harflere aktarıldı bu dergi. TTK’den istet. Veya Saray’ın kütüphanesinden temin et. Bu köşede zamanında dergiden ve muhtevasından bahsettik.)

Mehmet! O kadar vahim şeyler söylüyorsun ki, insanın aklı duruyor. Demek bunlar başkanlığa geçip rejimi değiştirseler Batı’nın “Şark Meselesi” tezini kendileri gerçekleştirecekler, Türk’ü bitirecekler. Ne diyor eski Komünist Partili Mehmet Uçum:

 “Türkiye modeli, biçimi ya da milleti dediğimizde insanlar tuhaf bir tepki gösteriyorlar. Türkiye milleti tek bir etnisiteye dayanmıyor. Türk milleti diyenler de Türk milletinin sadece Türklerden ibaret olduğunu söylemiyor. Bunun içinde Kürtler, Gürcüler, Azeriler de vardır. Kast edilen şey Türkiye’de yaşayan bütün kimliklerin oluşturduğu bir millettir. Türkiye milleti, biçimi ya da modeli demek rahatsız olunacak bir şey değildir. Tam tersine kendini dışarıda hissedenleri de kapsayacak bir tanımlamadır. Bu yanıyla da olumlu bir şeydir.” (Röp.: Kübra Par, Habertürk, 1 Şubat 2016)

Mehmet! Daha önce de, “Türkiye toplumunun bugün oluşturmaya çalıştığı millet artık Türkiye milletidir… AKP, Kürt sorunun çözümü için Türkiye milleti inşaasına çalışıyor.” demiştin.

Ha… Bir de “demokratik cumhuriyet” sözün var… Meraklandın ama yarını beklemen lâzım.

Son sözüm, eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan’ın şu sözüdür: “Yolumuzun Hitler’e çıkmasından da endişe ediyoruz.” (Karar, 20 Mart 2017).

Bu ahvâl ve şerâit hususiyete Devlet Bey’e arz olunur! (Yeniçağ, 23 Mart 2017)

 

 

 

 

Arslan TEKİN 

 

 

DEVLET BEY’E ARZ OLUNUR! UÇUM’DAN İNCİLER! (2)

 

Saray Başdanışmanı Mehmet Uçum, dün verdim, “Türk”ü silmişti. Bugün Cumhuriyet’i nasıl sildiğini ele alacağız.

Mehmet, anayasa değişikliğini kastederek: “Birinci kurtuluşla cumhuriyeti kazandık. İkinci kurtuluşla demokratik bir cumhuriyet kazanmış olacağız.” diyor. (Milliyet, 10 Şubat 2017).

 “Demokratik cumhuriyet” başka konuşmalarında da geçiyor.

 Bu kavramı ilk Abdullah Öcalan kullanmıştır. İmralı’daki duruşmalarda, savunmalarını bu kavram üzerine inşa etmiştir. (Saray’ın adamları hep A. Öcalan’dan kopya çekiyorlar: “Paralel”, “Başkanlık”, “âkil insanlar”… ondan sâdır!)

İkinci kullanan ise R. T. Erdoğan’dır: “Adına ister ‘kökeni Kürt vatandaşlarımızın toplumsal talepleri’ deyin, ister ‘Güneydoğu sorunu’ deyin, isterseniz ‘Kürt sorunu’ deyin… Sorunlar, anayasal düzende, demokratik cumhuriyet sistemi içinde ve daha çok demokratikleşme yoluyla çözülmeli.” (10 Ağustos 2005).

Duruşmalarda, A. Öcalan’ın ve avukatlarının ağzından 63 defa “demokratik cumhuriyet” lafı çıkmıştır. (Tek kaynak olduğu için mecburen “İmralı’daki Konuk” kitabımıza müracaat ediyoruz.)

A. Öcalan, Mahkeme Başkanı’na yazdığı ikinci mektubunu “Yaşasın Bağımsız ve Özgür Vatan / Yaşasın Demokratik Cumhuriyet / Yaşasın Barış ve Kardeşlik.” sözleriyle bitirmiştir. Ne demek istediğini sen bilirsin Mehmet! Komünist komünistin kurdudur!

2. duruşmada, bir şehit yakını: “Niçin Türk Cumhuriyeti demiyor, demokratik cumhuriyet diyor?” diye soruyor. A. Öcalan: “Kürt meselesini de demokratik cumhuriyet içinde çözeceğiz.” cevabını veriyor.

4. duruşmada Mahkeme Başkanı’nın:  “Çözümün demokratik, üniter devlette mümkün olduğunu söylediniz. Bu konuda parti konferansında alınan bir karar var mı?” sorusuna karşı A. Öcalan, “üniter yapı”ya hiç temas etmeden kendi kavramını tekrarlamıştır.

5. duruşmada şehit yakını avukatlarından Fethi Yıldız (12 Eylül öncesi İstanbul Ülkü Ocakları başkanlarından): A. Öcalan’a bakarak: “Türkiye Türklerin ülkesidir. Bu ülke bize bile dar gelirken, bu ülkenin bir kısmını koparıp Kürt devleti kurmak istiyor. Aba altından sopa gösteriyor. ‘Demokratik cumhuriyet’ diyerek Bekaa’daki iddiasından vazgeçmemiştir.” demiştir.

A. Öcalan savcıların esas hakkında mütalaalarına karşı yaptığı savunmada, “Demokratik Cumhuriyet”i şöyle açıklamıştır: “Son seçimlerde HADEP’in yerel iktidarlaşma, otorite olma da diyebileceğim bir gelişmenin yaşandığı, 40’a yakın önemli il ve ilçede belediye kazanımının da demokratik devletleşme yani; Demokratik Cumhuriyetle demokratik temelde siyasal irade birliği anlamına geldiği, Kürt toplumunda ilk defa bu kapsamda demokratik bir iradenin ortaya çıkmasının üniter devlet içinde devlet gücü anlamına geldiği inkâr edilemez.”

A. Öcalan’la Mehmet Uçum’un paralel düşünmediğini söyleyebilir miyiz?

Irak ve Suriye’deki gibi Baas tipi rejim kurulunca “tek adam”ın bir kararnamesiyle eyalet sistemine geçiveriyoruz! Baas (Ba’s) “yeniden diriliş” demektir. Bizimkilerin “yeni rejim” taleplerine çok uygun!

Bu ahvâl ve şerâit de hususiyetle Devlet Bey’e arz olunur! ((Yeniçağ, 24 Mart 2017)

 

 

 

Arslan TEKİN

Gazeteci, DTCF Akademi üyesi

 

 

 

CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK POLİTİKALARI KURULU DAĞITILMALI

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu, vahim bir metne imza attı. Kurul’un nazarında “Türk” küçük bir etnik yapı. “Türk milleti” denemez! Aynen yazıyorlar: “Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik mensubu grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturamamaktadır. Hepsinin tabanı yüzde ellinin altındadır.”

Bu sözler Cumhurbaşkanlığı çatısı altında söyleniyor! “Darbe” konuşuluyor ya… Saray’ı birileri ele geçirdi de haberimiz mi yok!

R. T. Erdoğan‘ın 15 Temmuz melanetinden sonra “Türk milleti” lafzını dilinden düşürmediğini biliyoruz. Dün örneklerini verdim. Şu iki çalışmamızı hususiyetle hatırlatıyorum: “Türk Adını Silme Planı” ve 15 Temmuz melanetinden sonra yayınladığımız “Türk’e Dönüş” seri yazılarımız. Birincisi kitap olarak da yayınlandı. Her iki çalışmamızda da Reis‘in sözlerinden bol bol örnek vardır. Birincisinde tenkit ettiğimiz sözleri, ikincisinde ise Anayasa çizgisindeki sözleri…

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkan Vekili Mehmet Uçum‘dur. Uçum ve avenesi birinci dönemde kaldı. Ve o dönemi bugüne taşıyarak, PKK’nın ekmeğine yağ sürüyor. Sınır ötesinde ve yurdumuzun dağlarında, ovalarında mücadele verirken, yazdıkları rapor “hendek” politikasına dönülmesini, mahallelerde savaş komiteleri kurulmasını teşvik anlamına gelmez mi?

Bartın milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu Başkan Vekili ve Ak Parti Siyasî ve Hukukî İşler Başkan Yardımcısı Yılmaz Tunç, geçmişte 301. maddede değişiklik yapılırken TBMM’de şöyle demişti: 

“Anayasa’mızın 66’ncı maddesinde Türk’ün tarifi yapılmıştır: ‘Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.’ Anayasa Mahkememizin verdiği kararlarda da Türklük, vatandaşlık bağı ile tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’ya uygun olarak Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olacağını ve ‘Türk milleti’ kavramının Türklüğü de içine alan tarihsel ve sosyal gelişmenin oluşturduğu birlikte yaşama olgusunu ifade eden bir kavram olduğunu belirtmiştir.”

Saray’da (Hadi “Külliye” diyelim, alınmasınlar.) R. T. Erdoğan‘ın yanı başında Anayasa’yı hiç sayan raporu yazan ekip, diğer tarafta TBMM’de Yılmaz Tunç ve AK Parti’nin Grup Başkanı Prof. Dr. Naci Bostancı var. Naci Bey’in adını hususiyetle zikrettim; çünkü, ilmî çalışmaları itibarıyla “milliyet” kavramını TBMM’de izah edecek isimlerin de başında gelir.

 Mehmet Uçum‘un, dün verdim, ne demişti:

‘Türkiye toplumunun bugün oluşturmaya çalıştığı millet artık Türkiye milletidir… AKP, Kürt sorununun çözümü için Türkiye milleti inşaasına çalışıyor.

Uçum denen kişi bu sözleri ne zaman etti biliyor musunuz? 30 Aralık 2015’te. “Türkiye’nin Demokratik Bütünlüğü” başlıklı yazısı sitesinde duruyor. Yazıyı “Türkiye Nasıl Lime Lime Edilir” başlığı altında da okuyabilirsiniz.

Etnikçiler yine hortladılar. Yine devletin şahdamarında deveran ediyorlar.

Sözümü, İslâmî hassasiyetinden kimsenin şüphe etmeyeceği Yenisöz gazetesi yazarı Ahmet Doğan İlbey‘in “Çok kimlikli toplum değil, tek kimlikli Türk milletiyiz” başlıklı yazısından bir alıntıyla bitireceğim: 

“İktidar tarafından da sıkça ifade edilen ‘Tek millet’ kimdir? Türk milleti değil midir? Bu husus açık olarak belirtilmelidir. ‘Tek devlet’ Türk devleti ise ‘Tek millet’ de Türk milletidir. Bunun başka izahı olamaz. Olursa şayet, bin yıldır Müslümanlığıyla var olmuş Türk devlet ve milletinin varlığı üstüne yeni bir oyun oynanıyor demektir.”(28 Mayıs 2020)

Arslan TEKİN

Gazeteci, DTCF Akademi üyesi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HUKUK KURULU ÇOK KİMLİKLİLİK VE ÇOK HUKUKLULUK MU İSTİYOR?  [5]

A. Yağmur TUNALI   [6]

18 Mayıs 2020

 

Cumhurbaşkanlığı kurullarında kimler var bilmiyorum.

Ama ne tip insanlar olduğunu yaptıkları açıklamalardan anlıyorum.

Hukuk Kurulu bir uzun açıklama yapmış.

Güya Cumhurbaşkanlığı sistemini savunuyorlar.

Yaptıkları, ülkeyi bölük pörçük, çok kimlikli, çok parçalı görmek ve öyle bir ülke manzarası çizmek.

Bunu nasıl yapabildiklerine ve buna nasıl müsaade edildiğine doğrusu şaştım.

Her şeye rağmen şaştım.

Türk Kimliğini ve Türk Milleti’ni inkâr eden bir metin bu.

Türk Devleti’nin en tepesinde, bu tür insanların fikirlerine bakıyorsak, gideceğimiz yer bellidir.

Emin olun hiçbir düşman bu fikirleri cesaret edip söyleyemez.

Çünkü bilir ki tepki gelir.

Türklerin bu kadar şuursuz olacağına ve bunu kabul edeceğine ihtimal vermez.

İşte konuşulacak husus budur.

Türk Ocakları gereken cevabı vermiş.

 

 

CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK KURULU TÜRK’E TÜRK DEMEZ Mİ? 

A. Yağmur TUNALI 

19 Mayıs 2020

 

Cumhurbaşkanlığı kurullarında kimler var bilmiyordum.

Bahsedeceğim tuhaf açıklamalarından sonra baktım.

Burhan kuzu var, Ayşenur Bahçekapılı var, Mehmet Uçum var.

Çoğunu tanımıyorum.

Twitter ‘da yayınladıkları metin enteresan bir belge.

Anayasaya ve hükûmetimizin söylemlerine taban tabana zıt görüşler içeren bu metnin hukuka uygunluğunu bilenler değerlendirsinler.

Elbette böyle düşünebilirler ve fikirlerini yayabilirler.

Ancak, bunu Cumhurbaşkanlığı Hukuk Kurulu adıyla yaparlarsa iş değişir.

Düşündüm:

Devletin yapısını ve anayasanın ilk maddelerini dikkate almayan bu metni, her gün Türk Milleti diyen Cumhurbaşkanı tasvip ediyor olamaz.

Konuşmalarına bakılırsa, şu anda bütün kanallarda konuşan siyasetçi ve bürokratlarımız da tasvip etmiyorlar.

Çünkü onlar da Türk Milleti diyorlar.

Türk’ün yüceliğini, her zorluğu yeneceğini heyecanla anlatıyorlar.

Peki bu heyet neden Türk’ün adını etmek istemiyor, çoğunluk ve hâkim unsur saymıyor?

Niçin bir doğruyu bu kadar rahat inkâra yelteniyor?

Kimin adına ve ne için?

Sadece Türk soyundan gelenlere değil, anayasaya ve kanunlara göre hepimize Türk dendiğini de dikkate almıyor.

Diğer alanları geçtik, bu metni hazırlayan zevatın tarihi tersine çevirmek istediklerine hükmetmez misiniz?

 Diyenler, devletin resmî görevlileri.

Sokaktan adamlar değil ki gülünüp geçilsin!

Ne diyorlar bir bakın:

Metin, “Türkiye toplumu”ndan bahsediyor.

Çok kimliklilikten bahsediyor.

Sıkı durun, bu kimliklerden hiçbirinin yüzde elliden fazla olmadığından bahsediyor.

Onlara göre ne Türklük, ne de Müslümanlık yüzde elli değil.

Güya Cumhurbaşkanlığı sistemini savunmak için yazdığı yazıda dikkatlerin merkezinde bunlar var.

Bunları anlatarak bu toplumun devletine Türk Devleti ve milletine Türk Milleti demenin yanlış olacağını söylemek istiyor.

Bu heyetin, sanki, çok kimlikli, çok kültürlü ve aslında kimliksiz,  çok parçalı, Yugoslavya tipi bir federalizme açık hale gelmiş, bölük pörçük, yeni bir ülke düşündüğünü anlamaz mısınız?

Güya Cumhurbaşkanlığı sistemini savunuyorlar.

Yaptıkları, ülkeyi bölük bölük, çok kimlikli, çok parçalı görmek ve öyle bir ülke manzarası çizmek.

Bunu nasıl yapabildiklerine ve buna nasıl müsaade edildiğine doğrusu şaştım.

Her şeye rağmen şaştım.

Tekrar ediyorum:

Açıktan denmese de asıl manasında Türk Kimliğini ve Türk Milleti’ni inkâr eden bir metin bu.

Gözümüzün içine baka baka böyle söylüyorlar.

Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak herkes Türk ve Türk Milleti derken bunu yapıyorlar.

Bu, nasıl oluyor?

Türk Devleti’nin en tepesinde, bu tür insanların fikirlerine bakıyorsak, gideceğimiz yer bellidir.

Birlik çatlar.

Ortak bir idealimiz olamaz.

Kıvançta, tasada bir olamayız.

Bölük bölük bölünürüz.

Emin olun hiçbir düşman bu fikirleri cesaret edip söyleyemez.

Çünkü bilir ki tepki gelir.

Düşman, Türklerin bu kadar şuursuz olacağına ve bunu kabul edeceğine ihtimal vermez.

19 Mayıs’ı kutlarken 12 gün önce yayınlanan, benim dün gördüğüm bu ham hayaller peşindeki ideolojik metnin dehşetini de düşünelim.

Konuşulacak, sorgulanacak, esaslı bir meseledir.

 

 

 

 

A.    Yağmur TUNALI  

 

Yazar-Şair_Akademi Grubu Üyesi

 

 

 

 

 

ÇOK KIMLIKLI TOPLUM DEĞIL, TEK KIMLIKLI TÜRK MILLETIYIZ  [7]

 

İslâm’ın bayraktarı ve hâdimülharameyn sıfatını haiz olan, bin yıl önce bu toprakları vatanlaştırıp darüislâm kılarak Türklerin ülkesi ve Türklerin Devleti yapan ve Müslüman aynı mânaya gelen Türk milletine “Türkiye toplumu” demek ihânettir.

 

Türk milleti tek kimliktir

 

Türkler, Malazgirt’ten İstiklâl Harbi’ne kadar bin yıldır vatan kıldığı bu topraklarda bünyesindeki Müslüman Kürt, Zaza, Çerkez… diye anılan topluluklar da dâhil herkesi Osmanlı-Türk postasında İslâm üzere millet kılmıştır. Bundandır ki, Türk milleti bu ülkede tek milletin adıdır. Aksini düşünenler ya gâfildir ya da ihânet içindedir.

 

“Türkiye çok kimlikli toplum” ifadesi yıkıcıdır 

 

Mayıs’ın ortalarında gazetelere bir haber düştü ki, “Eyvah Sakaryam!” diye inledim. “T.C. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu” nun bir açıklamasının haberiydi bu:

 

“Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur… Bizim toplumumuz farklı kimlik gruplarının bir bileşkesidir. Türkiye toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır. Bu durum âdeta maruf ve meşhur bir vakıadır.”

 

“Türkiye farklı grupların bileşkesi” demek ihânettir

 

Türkiye asla “çok kimlikli bir toplum ve farklı kimlik gruplarının bileşkesi” değildir. “Öyledir” diyenler ve bu iddialarını projelendirmek isteyenler Türk devletinin varlık sebebi olan Türk milletinin bin yıllık medenî, siyasî ve tarihî bir bütünleyici kimlik oluşunu gözden çıkarıyorlardır. Türk kimliğiyle oynamak, gücünü azaltmak ihânetten öte bölücülüğe yol açacak bir fiildir. Türkiye’de, Türk devletinde yaşayan Müslümanların tek kimliği vardır; bunun adı Türk kimliğidir.

 

“Türkiye mozaiktir” diyen gâfilleri hatırlayın!

 

“Hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde elliden fazla bir sosyolojik güce sahip değildir…” ifadesi ne kadar zavallı bir ifade! Neoliberallerin, Avrupa Birliği muhiblerinin Türkiye’yi kimlik üzerinden parçalama plânlarını hatırlatıyor. “Türkiye mozaiktir” diyen gâfillerin gafletinden ders çıkarılmamışsa yazıklar olsun!

 

Türkler çoğunluk değil öyle mi?

 

Bir başka tehlikeli ve bölücü ifade de “Hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır.” Bu ifade ezelî Türk düşmanı Batı’nın zihninden çıkmış Türkiye’yi parçalama plânının bir maddesini hatırlatıyor. Türkiye’nin tapusunun bin yıllık sahibi Türkler çoğunluk değil öyle mi? Bu ifadeyi kullananlar ya câhil, ya da gaflet ve ihânet içindedirler. Sevr Anlaşmasından bir madde bu… Zavallı siyaset, idrakleri ancak bu kadar kör edebilir.

 

“Türkiye toplumu” ifadesinin Amerika’nın, AB’nin, Fetö’nün, Abantçıların, HDP’nin, liberallerin, sol-Marksist grupların ve vatansız ve Türk’süz kökü dışarıda siyasî İslâmcıların dile getirdikleri bölücü bir ifade olduğu ne çabuk unutuldu?

İktidar bunlardan ders çıkarmadıysa veyl ona! Güneydoğu açılım politikası gafletinin henüz iyileşmemiş yaraları sarılmaya çalışılırken “Çok kimlikli Türkiye…” ifadesi millî hassasiyet taşıyan millet nezdinde şüphe uyandıracağı gibi iktidarda kalma uğruna “seçmenlerin farklı kimliği” gibi tehlikeli ifadeler “çıkarcılık” olarak da anlaşılmaya açıktır.    

 

“Tek millet” Türk milleti değil midir?

 

İktidar tarafından da sıkça ifade edilen “Tek millet” kimdir? Türk milleti değil midir? Bu husus açık olarak belirtilmelidir. “Tek devlet” Türk devleti ise “Tek millet” de Türk milletidir. Bunun başka izahı olamaz. Olursa şayet, bin yıldır Müslümanlığıyla var olmuş Türk devlet ve milletinin varlığı üstüne yeni bir oyun oynanıyor demektir.

 

“Tek milletin” yolu Türk milletini doğru anlamaktan geçer .

 

“Tek millet” denilen Türk milletinin târifi ve muhtevası nedir? En önemli mesele budur. Milletle İslâm kelimesinin aynı olduğunu, Türk milletinin bu iki kelimeyle mayalanarak bin yılda oluştuğunu, yukarıda da ifade ettiğim üzere Müslümanla Türk kelimesinin aynı mânaya geldiğini, Kemalist/Atatürkçü ilkelerle ifade edilen seküler “Türk ulusunun”  inandığımız aslî Türk milletiyle benzerliğinin bulunmadığını belirtelim.

 

Ahmet Doğan İLBEY

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HUKUKÇU GÖZÜYLE

Cumhurbaşkanlığı hukuk politikaları kurulunun yazısını üzülerek okudum. Bu metne şöylece bakıldığında metnin noksan yanı hemen görülüyor. Metinde Tek devlet yerine TÜRK devleti (devletleri)Tek millet yerine TÜRK MİLLETİ denilmesi daha doğru olurdu diye düşünüyorum. Burada hukuki yorumdan çok sosyolojik bir tespit var ki baştan sona hatalı, “Türkiye Toplumu” ifadesi ile “hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır” İfadesi yanlışın ötesinde art niyet taşır, diye düşünüyorum.

            Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun açıklama/rapor metninde kullanılan “Türkiye Toplumu ve onu oluşturan bireyler çok kimlikli olmakla birlikte başat aidiyetini tek kimlik üzerinden ifade edilmesi ihtiyacı doğduğunda hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır. Yani hiçbir kimlik grubu gerek halk kesimi olarak gerekse seçmen olarak yüzde 50’den fazla bir sosyolojik güce sahip değildir. Hepsinin sosyal tabanı yüzde ellinin altındadır.” ifadeler Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının yukarıda belirtilen maddeleri ile aykırılık içermekle birlikte sosyolojik, demografik ve istatistiki bilgiler açısından da tutarsızlıklar içermektedir. Metinde geçen”… hiçbir kimlik grubu %50 güce sahip değildir” ifadesi Anayasanın 3. maddesine aykırılığı bir tarafa istatistiki olarak da temelsiz ve mesnetsizdir.

            31.12.2012 Tarihi itibarı ile Türkiye İstatistik Kurumu kayıtlarına göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nüfusu 75.627.384’tür. Bunun %70-75’i Türk, %18’i Kürt kalanın ise diğer azınlıklar(Ermeni, Rum, Süryani)olduğu yayınlanmıştır. TÜİK(Türkiye İstatistik Kurumu)’in güncellenmiş kayıtlarında 59.000.000 Türk, 11.000.000 Kürt. 5.500.000 Zaza vb. diğer gruplar oluşturmaktadır.

            Yine zaman zaman gündeme getirilen “ dar bölgeli seçim sistemi” aynı amaca hizmet etmekte olup, Türkiye için bir federasyon mu düşünülüyor sorusunu akıllara getiriyor.

            Bütün bunlar değerlendirildiğinde bu açıklamanın kasıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun yazsının hatalı olduğu ortada iken düşündürücü olan ülkenin en üst kurumunun, en güçlü kanun olan Anayasanın ruhuna aykırı açıklama yapmış olmasıdır. Kaldı ki birçok dernek, cemiyet ve vakıf da bu doğrultuda faaliyet göstermektedir.

            Açıklanan metin suç teşkil edip-etmediği meselesi ise; anayasayı değiştirme suçu ile ilgili Türk Ceza Kanunun 309. Maddesinde düzenlenmiştir. “Cebir ve şiddet veya teşebbüs” şart görüldüğünden anılan açıklamada suç unsurunun oluşmadığı kanaatindeyim.

Oğuz Beyler KOÇLU

AVUKAT – AKADEMİ GRUBU ÜYESİ

 

 

 

 

 

 

 

DTCF-AKADEMİ TOPLULUĞU ÜYELERİNİN CUMHURBAŞKANLIĞI HUKUK POLİTİKALARI KURULU’NUN 08.05.2020 TARİHLİ AÇIKLAMASI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERİ

 

DTCF Akademi Topluluğu üyesi Meryem Önde Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun 08.05.2020 tarihli açıklama/raporunu gündeme getirerek kurulun açıkladığı metnin anayasada bulunan “Türklük” kavramı, “Türk Kimliği” ve “milli birlik” açısından sakıncaları DTCF AKADEMİ tarafından nasıl değerlendirildiği sorusu ile konu üzerinde tartışmalar başlamıştır..

            Topluluk yöneticisi Arslan KÜÇÜKYILDIZ “Metnin tamamı var mı”, “Metni okuyan paylaşabilir mi?” dedi. Bunun üzerine Raporun twitter hesabında paylaşılan şekli Ahmet DALAR tarafından paylaşıldı. Paylaşılan metin üzerine üyeler görüşlerini belirtmişlerdir:

            Meryem KARACA

            Kurul tarafından yapılan açıklamanın Anayasada belirtilen “Türklük, Türk Milleti, üniter yapı” gibi kavramlarla çelişiyor. Türk Ocakları ve Aydınlar Ocağı gibi ST Kuruluşları ve basın mensupları tarafından birer bildiri yayınlanarak Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun yanlış ve milli birliğimize halel getirecek tarzda olduğunu belirtildi. DTCF BİRLİK bir Sivil Toplum örgütüdür. Tepki ve önerilerimizi milletimize ve hükümete önerebilmelidir. Türk Milli şuuru kazandırmak için bir politika belirlenip, metin oluşturulmalıdır.

            Ahmet DALAR

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun 08.05.2020 tarihli açıklaması dikkatlice okunduğunda akıllara “buz dolabına kaldırılan açılım süreci” güncellenerek yeniden önümüze mi getirilmek isteniyor sorusunu getiriyor. 

Zira metin anayasamızın 6, 7, 9, 41, 66, 70, 76, 101. Maddeleri ile açıkça çelişmektedir. Bu maddelerde “Türk Milleti” kimliğine vurgu yapılarak Türkiye Cumhuriyetini oluşturan “toplum”un milli kimliği açıkça belirtilmiştir. Bu durum daha önceki anayasa metinlerinde de açıkça belirtilmiştir.

Ülkemizdeki etnisite ve etnik ayrılıkların sürekli gündeme getirilerek Sevr yeniden mi sahneye konmak isteniyor sorusu da akıllara gelmiyor değil.

Ahmet KORGALI:

Gerek Türk ocaklarının gerekse Aydınlar ocağının cumhurbaşkanlığı hukuk politikaları kurulunun genelgesiyle ilgili goruslerine aynen katılıyorum, o kurulu kınıyorum. Yeni bir açılım sürecinin ön hazırlıkları yapılıyor gibi geliyor bana. Ülkücüler ve milliyetçiler olarak teyakkuz halinde olmalıyız malum su uyur düşman uyumaz.

            Esat BÜTÜN (Eski Kahramanmaraş Milletvekili):

Cumhurbaşkanlığı hukuk kurumu bu açıklamada özellikle Türk adını kullanmıyor. Ne demek Türkiye demokratik halk, ne demek çok kimlik? Özellikle Türk milleti milli kimliğini kullanmıyor.

Herkes şunu iyi bilmeli bu devletin adı Türk, bu vatanın adı Türk, bu bayrağın adı Türk, bu milletin adı Türk’tür. Nereden gelirse gelsin, alt kimliği, ne hissettiği hiç önemli değil; bu ilkeleri kabul eden ve bu vatanda yaşayan herkes Türktür.

            Türk Milletinin egemenliği yasama, yürütme ve yargı organları tarafından “Türk Milleti Adına” kullanılır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri birbirinden bağımsızdır. Anayasamızın temel ilkesi “Güçler Ayrılığı”dır. Yasam, yürütme ve yargı erklerinin tek elde toplanması “güçler ayrılığı” ilkesinin yok sayılması demektir. Devleti kuran irade Türk Milletidir. Bu irade yok sayılamaz. “Egemenlik Hakkı” kanla alınmıştır. Bu iradeyi hiç bir güç yok sayamaz ve değiştiremez. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Bildirisinin iki sayfasının hiç bir yerinde “Türk Milleti” veya “Türk” yok. Onlar Türk Milletini tanımıyorlar. Bu düşüncede olanlar “bedevil kültürü”nden etkilenmişler. Kızlarına ad verirken “Rabia”, “Saniye”, “Vahide”. Türk Milleti herkese, dünya aleme “erk”in ne demek olduğunu ve kimde olduğunu tanıtacak inşallah. Diyelimki Almanyada göçmenler çoğunluğu sağladı bu ülkenin adı veya milletin adı değişecek mi? Seçim şekli veya sistemi başka birşey. İster halk seçsin, ister TBMM seçsin.

            Kürtçe TV yayını da milli birliğimiz açısından sakıncalı olmuştur. Anayasa açısından ciddi bir yanlıştır.

            Arslan KÜÇÜKYILDIZ: 

Korona salgınıyla uğraştığımız şu günlerde Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun bildirisi sanki gündemimizden kaçmış gibi.  Yeniden değerlendirip ilgililere bir uyarı metni gönderilmesi iyi olur. Bu ülkede “Kürtçülük” Cumhurbaşkanlığı metinleri arasına kadar sinsice girebilmişse sebebi biziz. Bahsi geçen bu Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun metnine cevap vermeyi düşünüyor muyuz? Metne cevap vereceksek bir arkadaşımız bukonudaki değerlendirmeleri takip etsin.

Benim şahsi görüşüme göre metin çok açık. Bir görünmez el hızla devletin en üst makamlarına kadar sızıyor, ve metinlerden “TÜRK” lafzını silmeye çalışıyor. Buna izin verecek miyiz, vermeyecek miyiz? Mesele bu. Bu metinleri hazırlayanlar elbette “minareye kılıf” hazırlıyorlar. Hem “nalına”, hem de “mıhına” vuruyorlar. Bizi savunmasız bırakıyorlar. Türk Milleti “bıçak kemiğe gelmeden” ayağa kalkmayı, tepki göstermeyi öğrenmeli.         

            Birçok kurumda Kürtçü yöneticilerin köşebaşlarına getirildiğini duyuyoruz.  TRT’de böyle oldu. Trt nin bütün imkanları Trt Kürdi’ye, suni dilin yerleştirilmesine harcandı. 2008’de Kürtçüler, 2030 da Türkiyede Kürt nüfus çoğunluk olacak, şimdiden Kürt Rtük’ünü kurun diyorlar. Biz bize bişey olmaz derken birşeyler oluyor ve bu bugünkü iktidarla filan ilgili değil. Büyük proje adım adım yürüyor. Hangi iktidar gelirse gelsin. Artık şu parti gözlüklerimizi bırakalım. Örnek mi istiyorsunuz? 1950’de ABD bize Kürtçe Radyo kurun teklifiyle geldi. Özal GAP tv yi Kürt Kanalı kurmak için açtı. Çiller uğraştı. Şenol Demiröz Kürt Kanalını açmadı diye görevden alındı. Şimdi de TRT’nin en çok kamera, stüdyo, eleman kullanan, TRT imkanları sonura kadar kullandırılan kanalı Trt Kürdi. Bunu kürtler kendileri isteyip, alarak yapmıyor. Onlara yaptırılıyor. Şimdi bizi kimse bölemez, bize birşey olmaz diyebilir miyiz?

            Şimdi kalkmış Akil Adamlardan biri olarak Kürt Açılımı’nda görev almış; Tesevci bir hukukçunun başkanlığını yaptığı bir Kurul, ne dediği belli olmayan bir yazıyı, Korona günlerinde topluma hazmettirmeye çalışıyor. Bu yazı bir mideden konuşmadır ve cevabı da verilmeli, Cumhurbaşkanlığı makamının Türk Milletine böyle bakmadığı, bakamayacağı, onun bir uzvunun da bakmaması gerektiği hatırlatılmalıdır.

            Oğuz Beyler KOÇLU:

Tek devlet yerine TÜRK devleti (devletleri)Tek millet yerine TÜRK MİLLETİ lafzının kullanılması daha doğru olur diye düşünüyorum. Cumhurbaşkanlığı hukuk politikaları kurulunun yazısını üzülerek okudum. Burada hukuki yorumdan çok sosyolojik bir tespit var ki baştan sona hatalı, “Türkiye Toplumu” ifadesi ile “hiçbir kimlik grubu tek başına toplumun çoğunluğunu oluşturmamaktadır” İfadesi yanlışın ötesinde art niyet taşır diye düşünüyorum.

            Halil YİĞİT:

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun bildirisine karşılık Türk Ocakları Genel Merkezi de bir bildiri yayınlamış. Türk Ocaklarının bu bildirisini bütün kalbimle destekliyorum. Sağda ve solda mevzilenmiş birilerin “Türkiye’yi etnisitelere bölme” çabaları devam ediyor, devam edecektir de. “Milli Devlet”i çökertmek amacıyla “çok dilli, çok kültürlü, çok hukuklu bir federasyon”a dönüşecek “YENİ TÜRKİYE”ye doğru yapılanma çalışmaları devam ediyor. Bunu başarabilirlerse adının bile “Türkiye” olacağını düşünmüyorum. Milliyetçi dikkatlere… Umarım bu duruma “milliyetçi hassasiyetle” topyekûn karşı çıkılır. Bu konu siyaset üstü kırmızı çizgi olmalıdır.

            Türkiyede sistemli bir şekilde Türk kimliği ve Türk Egemenliğini ortadan kaldırmaya yönelik bir ittifak var… Bu ittifakın tepesindekiler tek dil ve tek tek dedikleri şeyin öznesi nin Türk olduğunu söylemeden beni ikna edemezler devletin Kürtçe TV kurmasıda Anayasanın temellerine aykırıdır…

            Arslan TEKİN:

Yine Türk’ü silmek için harekete geçtiler. Saray hukukçularının HDP/PKK’dan farkları yok. Aynı dili kullanıyorlar. Yine “hendek” kazdıracaklar!  “Türkiyelilik” tartışması yapılmış ve biz de ağır bir dille konuya girmiştik. (Türk Adını Silme Planı kitabımız da çıkmıştı.) Hukukçuların başkan vekili Mehmet Uçum diye biri… Daha önce o metindeki gibi konuşmuş ve biz cevabını vermiştik.

Hukuk Kurulu vahim bur anayasa suçu işlemiştir. Sol PKK’ya destek için her fırsatta imza toplar. “Barış istiyoruz” başlığı altında 1128 imzalı metin yayınladılar. Okuduğunuzda Kandil’den gönderilmiş metin diyorsunuz. Geçmişte çok ağır yazılar yazdım ve imzacılar tarafından mahkemeye verileceğim bile iletildi bana. Sonra Anayasa Mahkemesi, “Yukarı”nın telkiniyle, “Düşüncelerini açıkladılar” diyerek bu PKK kuyruklarını kurtardı.

Biz “Türk milleti”ni savunurken kendimizi savunuyoruz. Ercan’ın yazdığı gibi yarım sayfayı geçmeyecek şekilde, kanunî sınırları zorlayamayan ve Anayasamızın ilgili maddelerini hatırlatarak, Hukuk Kurulu’nun suç işlediğini ortaya koyacak bir metin üzerinde durmalıyız, diyorum.

DTCF Grubu olarak sembolik 15-20 imza koyalım. (Ben varım.)  Bu imzaların -sayı vererek- şu kadar ismi temsil ettiğini belirtelim. Bütün yayın kuruluşlarına ulaşmaya çalışalım. Feyslerde, sitelerde yayınlanmasına çaba gösterelim. Belli başlı köşe yazarlarına gönderelim. Meselâ ben köşemde yer vereceğim.

DTCF’nin Türk fikir ve siyaset hayatında önemli bir yeri vardır ve Siyasal Bilgiler’le at başı gider. Böylece bir ilke imza atmış olalım. Tabiî ben fikrimi söyledim. Başka teklifler de olabilir. Ama demiri tavında dövelim… Gecikmeyelim.

 

Mehmet YILMAZ:

 

Türk Ocakları Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun yazısına karşı bir bildiri yayınladı. Ancak ben “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Anayasa Değişikliği” referandumunda Türk Ocaklarının tavrı ne olmuştu sorusuyla konuya girmek istiyorum. Türk Ocakları anayasa değişikliği ile ilgili doğru eleştiriler getirmiştir. Benim dikkat çekmek istediğim nokta yaptığı haklı eleştirilere karşılık; hayati bir virajda  “sahada” niye tepki göstermemiştir? O günkü bildirisinde ifade etmeye çalıştığı gerekçeler “sahada olmayışı”nı açıklamaya yetmez. Bugün gelinen noktaya dolaylı desteği vardır ve sonuçlarda da sorumluluk payı vardır. Türk Ocaklarının “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ni tasvip etmemekle birlikte tarafsız kalması, referandumda evet veya hayır verilmesi konusunda görüş belirtmemesi bence yanlıştır. Şimdi “Türk, Türklük ve Türk Milleti” kavramları için tepki koyuyor olması çok şey ifade etmiyor, çünkü atı alan üsküdarı geçti. Türk Ocaklarının o zaman yeni düzen ve verilen yetkilerin sakıncalarını belirtip, bunu önlemek için herhangi bir gayret göstermeyip, şimdi resmen ve en üst düzeyde ve Türklüğün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine çizilen ve olumsuz etkileri olacak yol haritasına yaptığı tepki bildirisini anlamsız ve gaz almaya yönelik bir girişim olarak buluyorum. 1923 Anayasasına uymayan hiçbir şeyi kendi adıma kabul etmiyorum. Cumhuriyeti ilan için kalkan parmakların 180 tanesi Türk Ocakları yetiştirmesidir. Yasak savma türünden beyanlar ile düze çıkılmaz… 1923 ün özü bağımsız ve üniter bir Türkiye ve milli egemenliktir… diğer işler zamanın şartlarına/seyrine göre şekil alabilir…

 

Arslan KÜÇÜKYILDIZ:

 

Konumuz Türk Ocaklarının Referandum’a, Başkanlık Sistemine gösterdiği tepki değil. Ancak bir düzeltme yapmak durumundayım. Türk Ocakları getirilmek istenen sistemin Türk Tarihinde yeri olmadığını ve yanlış olacağını bildiren görüşlerini kamuoyu ile paylaşmıştır. Biz konumuza dönelim. Hazırlanmasını düşündüğümüz Bildiri üzerinde yoğunlaşalım. Bu konuda hukukçu arkadaşlarımız görüş bildirebilirler mi? Ahmet Dalar Bey görüşme notlarını alıyor. Abdullah Şalcı ve Ercan Çalışkan arkadaşlarımız sizlerin görüşleri doğrultusunda bir metin hazırlasınlar.

 

 

Şerif KUTLUDAĞ:

 

GÖK GİRSİN, KIZIL ÇIKSIN!.. BİZ BUYUZ!..  (Millî değerlerimizi tartışmaya açanlara!..)

 

Beş bin yıllık tarihim var

Bütün dünya bilsin bunu

Tanrı’dan da talihim var

Bilmeyen de bilsin bunu

Gök girsin can; kızıl çıksın!

 

Ana yurdum Türkistan’ım

Hem vatanım hem de canım

Yoluna da sebil kanım

Akmaz ise damla kanım

Gök girsin can; kızıl çıksın!

 

Tanrı bana Türk’sün demiş

Soyundan da kurtsun demiş

Türkiye’me yurtsun demiş

Çaşıt senden ürksün demiş

Gök girsin can; kızıl çıksın!

 

Tek dilim var Türkçem benim

Sevdiğimde mertçem benim

Yirmi dört yır lehçem benim

Kim der ise neçem benim

Gök girsin can; kızıl çıksın!

 

Ayla yıldız bayrağımdır

Kızılelma  mızrağımdır

Al kanımda toprağımdır

Denilirse çorağımdır

Gök girsin can; kızıl çıksın!

 

Türklük, Türkçe; ulusumdur

İşte bunlar namusumdur

İstikbâle fanusumdur

Kim der ise kâbusumdur

Gök girsin can; kızıl çıksın!

 

Gutmuloğlu söyler sözü

Sözünde saklıdır özü

Aydınlanır elbet yüzü

Çalmaz ise Türk’ün sazı

Gök girsin can, kızıl çıksın!

 

27 Mayıs 2020

Karşıyaka/İZMİR

 

Mehmet YAPRAK:

“Referandum”da kime göre ne “doğru” tartışılır. Herkes aynı konuda, aynı şeyleri düşünmeyebilir. Farklı düşüncelerin olması doğaldır. Mesela o referandumda MHP Yöneticileri ve MHP seçmenlerinin büyük çoğunluğu “evet” oyu verdi. “Hayır” oyu veren MHP seçmeni de vardı. “Evet” oyu verenler “hain” mi, “gaflet içinde” mi? Bu platformda herkes görüşünü bireysel olarak belirtmeli. Kimse kimseyi fikrinden, oyundan dolayı bir yere koymamalı, yaftalamamalı. “Ya yanılan bensem” diye diye sorgulama yapmayanlar gerçeği asla bulamazlar. “Demokrasi” böyle birşeydir. Benim için konu “Türk Ocaklarının veya kimin ne yaptığı” değildir. Kürtçe TV yayınını ciddi bir tehlike olarak görüyorum Ama bugüne kadar da açık ve net ciddi bir çözüm projesi de görmedim. Hep slogan ve hamaset…

            Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun açıklaması üzerine yazı hazırlanırken Türk Ocaklarının bildirisi örnek alınmalı. Türk ocaklarının yazısı hem içerik, hemde dil ve üslup bakımından gayet güzel. Yazı hazırlanırken o metin esas alınırsa iyi olur. İmzamızı da atarız. Yazılacak metnin muhalefet partisi sözcülerinin ağzıyla değil “DTCF Akademi” ye yakışır, herkesin imzalayacağı bir üslupla olmasını umuyorum. İnşallah bir de üslup, hitap tartışması yaşamayız.

 

            İsmail VAYVAYLI:

 Burada kurumlar ve kişileri veya onların görüşlerini tartışarak bir yere varamayız. Biri için doğru olan siyasal görüş ve tercih benim için yanlış olabilir. Benim doğrum da onlar için yanlış olabilir. Ben Türk Ocağı üyesiyim. İstanbul Şubesi’nde de üç dönem yöneticilik yaptım. Bu ocağın referandumda nasıl bir tavır aldığı ile ilgilenmiyorum. Türk Ocağı bizim siyasal tavrımıza göre hareket edecek bir kurum değildir. Hiçbir zaman bir siyasal parti veya hareket veya başka bir gücün tercih ve tavrına göre hareket etmedi ve etmez.

Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemini siyaset bilimi ve devletin tarihsel süreci ile tartışalım, eyvallah. Akademi’ye de yakışan bu olur. Ama bunu kişiler, kurumlar veya ‘’evet-hayır’’ ile tartışırsak varabileceğimiz bir yer olmaz. Şahsen ben bu referandumda evet oyu verdim. Bugün de böyle bir sistem değişikliğinin gerekliliğine inanıyorum. Aksayan yönleri elbet olacak ve bunlar da elbet düzeltilecektir. Şimdi bana nasıl bir sıfat vereceksiniz? Hain miyim, cahil miyim? Öyle ya taraf olmadığı söylenen Türk Ocakları’nı bertaraf ediyorsak… Bana yapılması gerekeni tahayyül edemiyorum.

Sevgili dostlar, Günlük siyaseti, makam ve mevki kavgalarını bertaraf edelim önce. Sonra bu devlet için, bu millet için, bu ülke için neler yapabiliriz bunları düşünelim. DTCF Akademi umut ederim ki bu tür çalışmaların mekanı olur.

 

 

Gürol DELİCE:

 

Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulunun 08.05.2020 tarihinde Cumhurbaşkanının yüzde elliden fazla oyla seçilmesinin bazı anlamları üzerine attığı twitti okudum. Bu twitte halkın bu sistemle sorunu var mı, bu sisteme karşı çıkmanın gerekçeleri sorgulandıktan sonra,bu sistemin Türkiye’ye sosyolojik,siyasi ve idari yönden istikrar getirdiği belirtilmiş. Hemen belirteyim ki düşüncelerin izahı açısından dil yetersi tartışmaya açıldığı,yok sayıldığı  sonucuna varılamaz. Hemen belirteyim ki,mezkur kurul 18.05.2020 tarihinde 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ile ilgili attığı bir diğer twitte şöyle demiş:

“Toplum olarak kapsayıcı ve kavrayıcı Türk milleti ve tek millet aylayışıyla aynı hedeflere,aynı kararlılıkla yürüyoruz. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.”

CB sistemiyle ilgili twitte geçen Türkiye toplumu ve çok kimliklilik kavramları izaha muhtaçtır.

Hemen şunu da belirteyim ki, alt kimliklerin bırakın genel seçimleri mahalli seçimlerde bile nasıl dikkate alındığı hepimizin malumudur. Geçen mahalli seçimlerde Türk kimliğini kabul etmeyen,Türk bayrağı asmayan,İstiklal Marşı okumayan bir siyasi partinin nasıl müttefiklerini fırçaladığını,onlara ayar verdiğini hepimiz gördük.Buna rağmen bu partiyle yapılan ittifak Türk milletinin hafızasında asla silinmez.

            CB hükümet sistemi kuvvetler ayrılığa en uygun bir sistem olduğu için evet oyu verdim. Parlementer sistemi 2017’ye kadar gün be gün rakip hep beraber takip ettik. Sistemin nasıl tıkandığını CB’nın seçilememesinin 12 Eylül darbesine nasıl gerekçe olarak gösterildiğini gördük.

Yargı zaten sistem içinde bağımsız,icra ve yasamanın ayrılması kanaatimce doğru olmuştur.

            Ben de gündemi, olan biteni takip ediyorum. Türkiye’de siyaset biraz da bu tür kaygı ve algılar üzerinden yürütülüyor. Her iki metni ben de okudum. Dediğim gibi ilk metin tavzihe muhtaç, ancak 19 Mayısla ilgili metinde Türk milli kimliği açıkça vurgulanıyor ve kapsayıcı olduğu belirtiliyor.

CB sistemiyle ilgili yapılan referandumda evet oyu veren bir kişi olarak Türk kimliğini silmek gibi bir çalışma görmedim.Kimsenin de silmeye gücü yetmez.

CB sistemini halk kabul etmiş, bazı siyasi partiler de karşı çıkıyor, her fırsatı değerlendirip sistemi tartışmaya açıyorlar. Elbette açabilirler, Türkiye demokratik bir ülkedir.

            Bütün dünyanın Kürtçe yayın yaptığı bir zamanda TRT Kürt’ün yayın yapması yerindedir.

Açıkça bölücülük yapan bir partinin ittifaklarda gizli ortak olması, operasyonlarda ABD’nin tetikçiliği yapması Türkiyenin geleceği için kaygı verir. Benim düşüncem bu şekildedir.

 

Prof. Dr. Vahit TÜRK:

 

Sözlerine Türkiye toplumu, Türkiye halkı, Anadolu kültürü vb. kimliksiz ibarelerle başlayan herkese, her yazıya dikkat edilmesi gerekir. Bu ifadeler masum değil, hep bir amaca yönelik.

 

Dursun KEPÇEOĞLU:

 

Bahsi geçen belgede Türk Milletinin küçümsendiği , çeşitli etnik yapılarla bir tutulduğu çok açık. Bunu hafife almak doğru olmaz.

 

Tülay ALPARSLAN

 

Burada konuşulanlar “tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış” misali kendi kendimize soylenmekten başka bir işe yaramaz.

 

            Arslan KÜÇÜKYILDIZ

            Kıymetli DTCF AKADEMİ Üyeleri,

Sanıyorum konu yeterince incelendi. Sizlerin bu görüşleri ışığında,bu doğrultudaki metinleri de inceleyerek, hatta onları da dahil ederek bir metin oluşturalım. Gecikmiş sayılmayız. Bu metnin içinde kısa ve öz bir şekilde ilgilileri uyaran bir bildirimiz olsun. Muhtevasına katılan arkadaşlarımız imzalasınlar. Oluşacak metni bir kitapçık halinde kamuoyuna sunalım.

Türk Milleti sahipsiz değildir.

            Milletimizin hassasiyetlerini dile getiren siz aydınlarımıza dikkatleri için teşekkür ediyorum.

            Sizleri saygıyla selamlıyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DTCF AKADEMİ’DEN

KAMUOYUNA DUYURU

 

EGEMENLİĞİN KAYNAĞI TÜRK MİLLETİDİR

 

T.C. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu’nun “Cumhurbaşkanının Yüzde Elliden Fazla Oyla Seçilmesinin Bazı Anlamları Üzerine” başlıklı açıklaması ile beyan edilen düşünceler, mevcut Anayasamıza ve O’nun kurucu felsefesine aykırı, kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı bir düşünceyi yansıtmaktadır. Bu beyanlar, Anayasa’yı bilen, bir hukuk kurulunun beyanları olamaz. Bu cümlelerin kamuoyuna açık bir şekilde dile getirilmesi en hafif tabiriyle aymazlık ve anayasaya sadakatsizliktir.

Türk milletini yürekten seven, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve üniter yapısının bekasıyla ilgili olarak her fedakarlığa hazır DTCF’liler olarak malum yazıda, özellikle üçüncü maddede yer alan ve “Türkiye Toplumu çok kimlikli bir toplumdur.” diye başlayan bölümü kabul etmemiz, bu düşüncelerin devletimizin en önemli kurumunda kaleme alınmasını sindirebilmemiz mümkün değildir.

Aşağıda imzası olan bizler burada açıkça ifade ediyor ve kamuoyuna duyuruyoruz. Üniter devlette egemenlik tektir ve bölünemez bir bütündür. Tek olan egemenliğin sahası bütün ülkedir. Anayasamızda adını bulan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Bu egemenliğe tabi olan da bütün millettir. O da anayasal tabirle Türk milletidir. Dolayısıyla egemenliğin kaynağı Türk Milletidir ve başkaca bir ayrım yapılamaz. Yapılırsa da anayasa suçu işlenmiş olur.

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: “TÜRK KİMLİĞİNİ YOK SAYMAYA YÖNELİK ÇALIŞMALARA HAYIR”

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.