1970’li Yılların Sonlarında Ankara
Dondurucu kış ayları… Bizler savruluyoruz o semtten bu semte…
Karşıyaka mezarlığında ya bir şehidimizin otopsisine koşuyoruz, ya gecekondulardan gelen bir kahvehane taranma haberine…
Soğuğa, kara, kışa ve olanca düşmanlıklara, ülkücü gençleri kendilerine hasım belleyen bütün bloklara rağmen okuyor, araştırıyor ve düşünüyoruz.
Düşünürken ve okurken yaptığımız en rahatlatıcı şey de müzik dinlemek.
Ne bir konçerto, ne senfoni, ne havy metal ne de başkaları…
Reşidov’dan “Ayrılık, ayrılık, aman ayrılık / Her bir dertten olar yaman ayrılık”ı dinliyoruz. Azerbaycan Türk’ü bir soydaş sanatçıyı hiç görmeden, tanımadan sesi ve nağmesiyle içimize dolduruyoruz.
Müzik kasedini nereden, kim hangi zor şartlarda getirdi, bilmiyoruz ve çoğaltıyoruz Ayrılık’ı.
Reşidov’u bilmek, Azerbaycan’ı bilmek ve bütün Türk dünyasını sevmek demek o günlerde.
Bir de “Süseni mahmur yakası baba / Yoktur o yarın vefası baba / Hacımolla Seyyid balası vay vay / Diye diye dilden oldum Allah / Bala bala yardan oldum.” dizeleriyle yüreğimize mıhlanan Kerkük türküleri.
Bu türkülerle içimizin Türk dünyasını çoğaltıyoruz. Kerkük türkülerini bilmeyen, Mehmet Özbek ve Abdurrahman Kızılay’ı dinlemeyen ülkücü yok, o soğuk, tipili Ankara günlerinde.
Ve oralardan gelmiş, Kerkük’ten, Güney Azerbaycan’dan üniversite okumak için yolu hasbelkader Türkiye’ye düşmüş arkadaşlarımız…
Kayseri Yurdundan Nihayet ve Üsame kardeşler…
Onları anıp da Sevim Menteş’i, Hatice Saygılı’yı anmamak olur mu? Kerkük’ten, Güney Azerbaycan’dan gelen Türk kızlarının, Üsame ve Nihayet’in hamisi, ablaları, ve eşimin Ankara Tıptaki Kerküklü arkadaşları: Gazi ve Necdet; onların akrabası olan Hüner.
Gazi; iki sebepten hep hafızamda kaldı: Birincisi, adının Mustafa Kemal’i çağrıştırması, (Türkiye Türkleri olarak biz çocuklarımıza bu ismi koyma alışkanlığına sahip değildik.) ikincisi de nezaket ve samimiyetle bakışları…
Necdet’i de hiç unutmadım. Çünkü o da bize, Türkiye Türklerinin pek yapmadığı bir dolma çeşidini, yani soğan sarmasını yapıyordu.
Ankara’nın soğuk ve acılı günlerinde, bir taraftan gözyaşlarımızı silerken, bir taraftan da soydaşlarımızla birbirimizin sinesinde acımızı dindirmeye çalışıyorduk. Dilimizde, Mehmet Özbek’in derlediği “Yıktılar kalamızı / Sürdüler balamızı / Daha can boğazdayken / Çektiler salamızı / Ah Kerkük yüz ah Kerkük / Her zaman yüz ağ Kerkük / Ölseydim düşmeseydim / Men senden uzak Kerkük türküsünün burukluğu, damağımızda Kerkük Türklerinin kari dediği ve şimdilerde herkesin köri olarak bildiği baharatla pişirilmiş soğan sarmasının tadı…
Soğan kabuğunun, hiç parçalanmadan gövdesinden çıkarılıp, baharatlı pirinçle sarılmış yemeği…
Kim bilir, belki de soğan sarması yapılırken, acılarımızı sarmıştık.
Kerkük’ten, Erbil’den, Tuzhurmatı’dan söz açarken bakışlarımızı sağaltmıştık.
Evet, Kerkük Türkleri, soğanın dış yapraklarını sararak ve içine kari katarak mükemmel lezzette bir yemek yapıyorlar yüzlerce yıldır.
Abdurrahman Kızılay’ın yanık sesi, bir nebze merhem oluyordu belki de şehit cenazelerimizi kaldırdığımız günlerin gecelerinde.
Ve yüzlerce yıldır Kerkük hoyratları dalgalanıyor, o dağdan bu dağa, o ırmaktan bu çöle…
Bu dalgalanışta Seyyid Türkeş’in, Necdet Koçak’ın, Abdurrahman Kızılay’ın ve Mehmet Özbek’in damgaları var.
Bizim Kerküklü arkadaşlarımız, Türkeş Bey’e “Seyyid Türkeş” derlerdi ve onunla ilgili bir mevzu geçtiğinde şöyle bir toparlanırlardı. Onları kim, nasıl ülkücü yapmıştı veya nasıl ülkücü olmuşlardı bilmiyorum, ama onlarda da bizlere karşı derin bir muhabbet ve başta Seyyid Türkeş olmak üzere pek çok ülkücü dava adamına ve bütün Türkiye Türklerine karşı çok köklü bir saygı vardı. Yukarıdaki ilk dizelerde geçen Hacı Molla Seyyid Balası cümlesi, benim içimde başka bir tamlamaya dönüşmüştü: Seyyid’in balaları.
Aradan yıllar geçti. Abdurrahman Kızılay ve Mehmet Özbek evimizin türkü direği oldu.
Gazi, Necdet, Üsame ve Nihayet, Kerkük gençlerinin çilekeş temsilcileri olarak yaşadılar bizim içimizde ve kendi içlerinde.
Seyyid Türkeş, bir büyük dava adamı olarak tarihteki yerini aldı.
Seyyid Balaları çoğaldı.
Soğan sarması, yüzlerce yıl sarılmaya devam edecek.
Abdurrahman Kızılay’ın ve Mehmet Özbek’in Kerkük türkülerindeki sesleri hiç kesilmeyecek.
Bizler mi?
Eşim ve ben, arada sırada senfoni falan dinledik, ama Erbil, Tuzhurmatı ve Kerkük ile türkülerden vazgeçemedik.
Koçak, Necdet, Gazi ve Seyyid balalarından ise asla….
Seyyid Türkeş’in, Abdurrahman Kızılay’ın ve bütün Kerkük şehitlerinin ruhlarına armağan olsun bu yazı.
Ayşe İnce İLKER
17.12.2010
Yorum bulunmamaktadır.