1980 öncesinde yüzlerce gencin,    okullarına giremedikleri, derslerine devam edemeyip sınavlarını da veremedikleri   için  hayatı söndü. Hapishanelerde çürütülenleri, darağaçlarında sallandırılanları düşündüğümüzde  tam bir gençlik kıyımı yapıldı o zamanlar! Akan kan dursun diye ihtilal yapanlar, ocaklara yeni ateşler düşürdüler. İşkenceyle sağlığını yitirenler, psikolojisi bozulanlar, işlere/memuriyetlere sakıncalı diye alınmayanlar…

Eylül sonrası, Eylül öncesinden sonuçları itibariyle çok da farklı olmadı aslında.

Devrimciler de Ülkücüler de  devletin ve askerin tokadını yedi. Devrimciler, büyük bir ustalıkla manevra yaparak kapitalistliğe doğru evrildiler. Medyanın köşe başlarında söz  sahibi oldular. Her fırsatta kendilerine yapılan işkenceleri anlattılar, filmlerle, romanlarla  Eylül mağdurlarının sadece solcular olduğunu kazıdılar beyinlere.

Ülkücüler, devletten gelen tokadın sorgusunu sualini  dahi yapmadı ;  bunu ar bellediler. Hapishanelere gelen yabancı ülke temsilcilerine ülkelerini ve devletlerini şikayet etmekten utandılar. İşsiz, aşsız,, evsiz kaldılar. Kendilerini bekleyen sevgililerinin yüzlerine mahcup ve çaresiz baktılar.

Eylül bir kıyım mevsimi idiyse eğer, o mevsimde  kıyılanların çoğu Ülkücüler  oldu. Kaderin  ağlarında umutları ve hayalleri sessiz sedasız  eskiyip gitti… Evet, Diyarbakır cezaevinde de işkence olmuştur ve artık biz bugün bu cezaevi  remziyle  devlete kan kusan çığlıkları duyuyoruz. Ama  ya  Mamak… Mamak’taki  duvarların dili olsaydı da konuşsaydı! Ülkücüler, burada maruz kaldıkları insanlık dışı davranışları Devlete mal etmedi  ve bir düşmanlık üretmedi.

Bu gün hala, olanca provokasyona rağmen, sokaklara dökülmemesi Ülkücü gençlerin geçmişten gelen bu teennilerini  devam ettirdiklerini ve  kolayca bir oyuna sürüklenmeyeceklerini gösteriyor.

Ancak, bazı şehirlerde  sanki  Eylül öncesi “Kurtarılmış Bölgeler “ gibi  Ülkücü  öğrencilerin haklarının engellendiği, darp edildiği , okula alınmadıkları noktalar var!

Ankara’nın göbeğindeki Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi bunlardan biri.

Tarafsız kaynaklardan elde ettiğim bilgilere göre, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde  milliyetçi öğrenciler, bir kısım bölücü öğrencinin darbına maruz kalarak ara  sınavlara giremiyor;  fakülte yönetiminin  bu konuda ciddi önlemler alıp almadığını bilemiyorum: Güvenlik güçlerine haber veriliyor mu? Bölücü öğrencilerle pazarlık mı yapılıyor? Milliyetçi öğrencilerin nezdinde, yönetim bölücülere taviz mi veriyor? Bu soruların cevabı açık değil!

Ama açık ve kesin olan bir şey var: Milliyetçi öğrencilerin sınavlara giremedikleri ve darp edildikleri!

Şimdi, ilk cümlelerime benzer şeyler söylemek istiyorum: 21. yüzyılda, antidemokratik davranış ve örtülü baskı ve zulüm ile kimsenin okuma hakkı engellenemez! Hele hele demokratikleşme lafzını dillerinden düşürmeyenler bunu yaparlarsa,  bunu sadece kendileri için istemiş olduklarını, aslında başkası için böyle bir hakkın geçerli  olmadığını  göstermiş olurlar! Bu arkadaşların o zaman  çıkıp ikide bir “Türk Devleti bize çok zulmetti! “ deme hakları da olmaz! Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir üniversitesinde, Ankara’nın göbeğinde, milliyetçi  öğrencilerin istikbaliyle oynayıp, onların sınav haklarını engelleyerek; kınadığınız bir zulmü, devletin emniyet güçlerine rağmen siz yapmış oluyorsunuz!

Ne yaman bir çelişki ama değil mi! Bir tarafta, “devletin zulmü”  edebiyatıyla kitlelerin beynini yıka; bir tarafta da kaşla göz arasında zulüm yap ve sen ağalar paşalar gibi ağırlan orta bahçede…

Hakikaten karnı geniş bir milletiz…

AYŞE İNCE

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: EYLÜL VE DİL-TARİH

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.