— Dur! Kaçma! Yere yat!…

Belki üç belki beş farklı ses peşimden bağırıyor ben kaçıyordum. Nasıl da inat etmişlerdi, takibi bırakmıyorlardı.

1978 Şubat ayı… Eğitim Enstitülerinde oynanan oyunları protesto için meydanlardayız. Demokratik bir yöntemle hak arayışındayız ama polis öyle düşünmüyor belli ki… Şiddetin her türlüsüne başvuruyor. Panzerden kaçabilirsen coptan, coptan kaçabilirsen tekme tokattan kurtulamıyorsun. Küfürleri saymıyorum bile…

İşte böyle bir atmosferde kaçıyordum. İyi de nereye kadar? Peşimdekiler inat etmişti. Oysa her tarafım başka göstericilerle doluydu ama adamlar bana kilitlenmişlerdi. Ve bir duvarın önünde son buldu kovalamaca… Sonrası copların, tekmelerin, tokatların eşliğinde bir polis otobüsü… İçeride birçok arkadaş… İsimlerini, cisimlerini bilmiyorsun ama hepsi de sensin, benim, biziz… Ve Konya Yolu’ndaki Emniyet Müdürlüğü… Artık ezberlediğimiz merdivenler, 7. Kat ve banklarla dolu geniş nezarethane…

Sağıma soluma bakıyorum… Arkadan, duvara yakın bir yerden bir el sallanıyor ve tanıdık bir ses beni çağırıyor. Bakıyorum o… Behçet Kemal… Çocuk gibi seviniyorum. Yanına gidiyorum hemen… Bir bankı paylaşıyoruz birkaç kişi. Bekliyoruz. Yeni gelenler oluyor kapı açıldıkça… Sonra üçerli beşerli parmak izine, fotoğraf çekimine gidiyoruz.

— İyi poz ver, artistik olsun diyorum Kemal’e… Polis anında çemkiriyor… Çemkirdiklerini kelimelere dönüştürmeye dilim varmıyor. İçimden tüm sözlerini kendine iade ediyorum. Rahatlıyorum biraz. Sonra yeniden 7. Kat…

Dışarıda bir tartışma var. Belli ki polisler kendi aralarında tartışıyor. Sesler bir yükseliyor bir normale dönüyor. Sonra kapı açılıyor. Bir kolinin içinde paket dolu… Önden birine teslim ediyorlar dağıtması için… Yarım ekmek içine konmuş köfte ve soğan… Birer de ayran var. Nasıl da acıkmışız! Hayatımda yediğim en güzel köfte bu… Sonrası kuru bankın üstünde oturduğun yerde uyumaya çalışma… Uyumak denirse tabii… Sabaha kadar sürüyor kuru bankın üstünde pinekleme… İçerisi iyice dolmuş… Her bankta birkaç kişi…

Ve mahkeme… Ne olacak ki… Nasılsa demokratik bir hak kullandık. Mahkemeye gönderilmemiz bile komik. Oradan salarlar bizi..

Böyle düşünüyorduk ama salmadılar. Tutukladılar bizi… Tam 52 kişi… Kelepçelediler ve otobüslere doldurdular. Ulucanların kapıları açıldı. Kemerlerimizi, ayakkabı bağcıklarımızı aldılar… Karanlık avlulardan, büyük kapılardan geçtik. Bir koğuşun kapısı açıldı.

— Hoşgeldiniz, Allah kurtarsın dedi davudi bir ses. Ben Selahattin Arpacı.

Koğuşta bizden önce gelenler de aynı dileği yüksek sesle tekrarladı.
Vay be! Efsane bir isim bu. Tüm hapishanelerin başkanı. Yiğit, mert Anadolu delikanlısı… Halis bir Adanalı…

Sözüne devam etti Başkan:
–Yeni gelenler, arkadaşlarımız şimdi sizlere yataklarınızı gösterecek. Bu gece deliksiz uyuyabilirsiniz ama yarından itibaren siz de gece nöbetlerini tutmaya başlayacaksınız. Her gece 30 35 kişi nöbet tutacak bugünden sonra…

Ne nöbeti, kime karşı diye sormaya gerek yoktu. Yataklarda yer açma nöbetiydi bu. Kaşla göz arasında yerlerimiz belli oldu. Belli ki bizden öncekiler bu işlerde ustalaşmışlardı. B. Kemal’le ben aynı yatağı paylaşacaktık. Evet evet… Tek yatakta iki kişi…Ve fazladan 30-35 kişi…

Yataklar belli olduktan sonra “Haydi yemeğe!” çağrısı geldi. Dün akşamdan beri hiçbir şey yemediğimizi o zaman hatırladım. Aç olduğumu da… Tahta masaların etrafına doluştuk. Yemek servisi, gür sesle yapılan ve insanın tüylerini diken diken eden yemek duası ve tabiri caizse yemeklere saldırma…

Karnı doyunca gözü açılıyor insanın… Baktık bir anda okuldan kimler varsa buluşmuşuz. Ali Kuzencik, Yusuf Demirli, Gürol Delice, Hayret Yıldız, B. Kemal Gürsoy ve ben… Ali, Yusuf, Gürol, Hayret bizden önce gitmişlerdi oraya… Biz de bugün dahil olmuştuk ortama. Bir muhabbet, bir muhabbet… Refik Halit’in “Eskici” hikayesini okudunuz mu bilmem… Orada eskiciyle Türkçe konuşan olmadığı için inatla ve aylarca susan bir çocuğun hasret dolu muhabbeti vardır ya; işte tam öylesine muhabbet… Derken bir ses: Yat saati!..

Yataklara yöneldik. Bir ranzanın alt yatağıydı bizimkisi. Yan yana sıralanmış onlarca ranza vardı koğuşta… Kabanlarımızı yatağın arka tarafına sıkıştırıp olduğumuz gibi, kıyafetlerimizle uzandık yatağımıza B. Kemal’le… Pijamalarımız yoktu ki… İlk defa bu kadar kalabalık bir ortamda dar bir ranzada, tek kişilik bir yerde iki kişi uyuyacaktık, daha doğrusu uyumaya çalışacaktık.

Yan taraftan bir ses:
“Hoş geldiniz, Allah kurtarsın!” dedi. Ranza komşumuzdu bu. Sonra kendini tanıttı:
“Ben, Mustafa Pehlivanoğlu!”

Evet, oydu. Sonraları yiğitçe darağacına gidecek, kelime-i şehadet getirerek şehit olacak Mustafa Pehlivanoğlu…
Allah rahmet eylesin.

Contributor
Do you like Ercan ÇALIŞKAN's articles? Follow on social!
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: EVET “O”YDU!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.