Sene 1976. Akşamüstü okula geldim. Kapının önünde bir kalabalık; 4-5 kişi ana kapının önünde birisini dövüyorlar. Dövenleri tanıdım, bizim 2. sınıf öğrencileri; dövdükleri ise komünist fraksiyonlardan Kurtuluşçuların lideri Kurtuluş.
Kurtuluş’u tanıyordum. Ağzı burnu kan içinde, gözlüğü kırılmış. Gözleriyle bana baktı. O bakıştaki ifadeyi hiç unutmam.
Birisi yeniden bir tekme daha savurdu.
Kurtuluş, “Oy anam!” diye inledi.
Dayanamadım, “Çekilin!” diye bağırdım.
Döven çocuklar bıraktılar ve içeri gittiler.
Kurtuluş’u yerden kaldırdım. Koluna girip yola çıkardım, bir taksiye bindirdim, taksi parasını verdim ve taksiciye, arkadaşı Numune Hastanesine götürmesini söyledim.
Kurtuluş, gözleri dolu, minnetle teşekkür etti.
Kantin’e geçtim. Çocuklar ordaydı.
“Komünistlerin bir kişinin üstüne 10 kişiyle geldiklerini gördüm, ama biz bir kişinin üzerine böyle gitmeyiz.” dedim. Çocuklar kafalarını eğdiler, ben de oradan ayrıldım.
—
DTCF merkezî bir okul…
DTCF’ye hakim olmak, Ankara’ya hakim olmaktır, diye düşünülür. Öğrenci hareketlerinin başladığı bir Fakülte.
Sene 1976. 1. Gençlik Kurultayı olacak. Okul Başkanı, “Cuma günü okula gelmeden Atatürk Spor Salonuna gidilecek.” diye duyuru yaptı. Ben unutmuşum. Okula geldim. Ana kapıdan girdim. Şişman İsmail ağabey, kaşıyla gözüyle girme, işareti yaptı, ama ben polis aramasından geçmiştim. İsmail ağabey, Orta Doğu ve Hacettepeden gelen öğrencilerle beraber komünistlerin okulu işgal ettiklerini, hemen uzaklaşmamı istedi.
Girmiştim artık; Kemal Pir, Cemil Bayık ve Taner Akçam iç avlunun merdivenlerinde bana bakıyorlar. Her taraf tutulmuş. Elimi belime soktum, ceketimin düğmesini ilikledim, dik yürüyerek iç avluya geçtim. Kemal Pir, Cemil Bayık ve Taner Akçam peşime takıldılar. Taner, Orta Doğuluydu, kardeşi bizim okulda okuyordu.
Merdivenlerden çıktım, her katı doldurmuşlardı. 4. kata çıktım.
MTTB’nin başkanı İsmail Kesim, yanımdan geçerken “Buradan kurtul, seni öldürecekler.” dedi.
İsmail’le liseden arkadaştık.
Fevzi Taşbaş yanıma yaklaşıp “Kaç seni sordular.” dedi.
Yürüdüm, tuvalete anayasa (sopa) saklamıştım. Her yeri aramışlar, sopa da yok olmuş. Hemen tuvaletten çıktım, orada üstüme yüklenebilirlerdi.
Kapının önünde Kemal Pir ve diğerleri… Çok kalabalık. Bazıları silahlarını gösteriyorlardı.
Kemal önüme geçti. Ve yere tükürdü. Yüzü sapsarıydı, heyecanlıydı. Yüzümün sarardığını hissettim. Koridorun iki ucu da tutulmuştu.
“Yolun sonu galiba.” dedim.
Bildiğim bütün duaları okudum. Öldüğümü, cenazemin başında ağlayanları ve anamı, sevenlerimi düşündüm. Anam dayanamazdı.
“Zaaf göstermemeliyim.” dedim.
Sesim nasıl çıkardı bilmiyorum. Ya titrek çıkarsa, “Yardım et Allah’ım!” dedim.
Dik durmaya çalıştım ve “Kemal ! Kemal!” dedim.
Allah güç vermişti. Felsefe katında sanki bir aslan kükrüyordu. Çıkan sesin gürlüğüne kendim de şaşırdım.
“Kemal, Allah bana ömür verirse pazartesi o tükürüğü sana yalatırım.”
Hocaların odası açıldı. Onlara ulaşmam zordu.
Elimle “açılın” dedim.
Kemal, Cemil, Taner birden önümü açtılar. Asansörün olduğu yere doğru yürümeye çalıştım. Herkes küfrediyordu. Kimisinin elinde sopalar, bazılarında silah…
Yürüdüm. Önümde duran 30-40 kişilik grup yerlerinden kıpırdamıyorlardı.
“Galiba yolun sonu.” dedim. Okumaya başladım.
Tam o sırada grubun önüne birisi atladı,
“Durun!” dedi.
Baktım Kurtuluşçuların lideri Kurtuluş. Bana doğru geldi, önüme geçti:
“Bu gördüğünüz adam vicdanlı, yiğit bir insan. Beni öldürmeden bunun kılına dokunamazsınız.”
Herkes şaşırdı, Kurtuluş ekibindeki birkaç kişi etrafımı sardılar ve okul kapısına kadar getirdiler. Gelene kadar okulu işgal edenlerden binlerce küfür yedim.
Nihayet dışarı çıktım.
Kurtuluş, “Sen git, ben şunlarla meşgul olayım.” dedi.
Dizlerimin dermanı kesilmişti. Kafamı kaldırdım baktım, bir grup bahçe kapısına doğru geliyor. Salih Akça’yı ve diğer arkadaşları gördüm. Bir ağlama tuttu beni… Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum.
Bunlar benim kardeşlerimdi.
Bu gelenler korkusuz ülkücülerdi.
Ağlanmaz mıydı be? Ağlanırdı.
Benim okulda komünistlerin eline düştüğüm haberi gidince arkadaşlarımız hızla okula koşmuşlardı. Sarıldım. Salih, “Girelim.” dedi.
Ben, “Salih suç benim, okula gelmeyecektim, unuttum. Bu sebeple gidip Kurultayımızı yapalım, pazartesi gelince Allah büyük!” dedim.
Pazartesi, filoloji katında, kantin girişinde gerçekten çok büyük bir kavga oldu. Ve gereken ders verildi. Ben o kavgayı hep “Kantin Meydan Savaşı” diye hatırlarım.
O gün belki çok farkında değildik. Ama bugün bakınca, o günün ülkücüleri kimlere karşı savaş vermişler?
O günkü mücadeleyi basit bir sağ-sol kavgası gibi gösterenler için söylüyorum.
Kemal Pir, PKK’nın kurucu ikinci başkanı, yani Apo’dan sonraki ikinci adam.
Cemil Bayık, PKK üst yöneticisi, hâlen dağda.
Taner Akçam, ABD’de Ermeni lobisi başkanı.
O günlerin yiğitlerini selamlıyorum.
Gidenlere rahmet diliyorum.
Dr. Bahattin Ergezer
Yorum bulunmamaktadır.