1975 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümüne kaydoldum.

Atatürk Öğrenci Yurdunda (Site Yurdu) kalıyordum.

 

Diyanet İşleri Başkanlığında memur olarak çalıştığım için Fakülteye tam devam edemiyordum, ama yıllık izinlerime mahsuben izin alıyor, bazı derslerime gidiyordum.

Osmaniye İmam-Hatip Okulu mezunuydum. Okul yıllarından beri ülkücü hareketin içindeydim ve sosyal ve kültürel faaliyetlere çok ilgi duyuyordum.

DTCF öğrencisi iken Yüksek Öğretmen Okulunda akşamları ve hafta sonları kurslar açıldığını duydum.

Ali Şenozan’ın verdiği Türk Sanat Müziği kurslarına kaydoldum.

Devlet Tiyatrosu sanatçısı İsmet Hürmüzlü’nün yönetiminde tiyatro kursu açılınca müzik kursundan ayrıldım, tiyatro kursuna gittim.

Abdullah Postallı (Yağmur Tunalı), Erol Akşen, Ramazan Erginer, Rahmi Keleş başta olmak üzere bir grup arkadaşın bulunduğu kurslara devam ederken bir tiyatro kurulmasına karar verildi.

Ankara’da devrimcilerin Ankara Sanat Tiyatrosu ve Çağdaş Sanat Tiyatrosu vardı. Bizim de bir tiyatromuz olmalıydı.

 

Türkiye’de “milliyetçi gerçekçi” bir tiyatro kurulmalıydı.

 

Ankara Ülkü Ocakları bünyesinde kurulan tiyatromuzun, özellikle İsmet Hürmüzlü hocamızın arzusu üzerine, Albay Alparslan Türkeş’in yüksek himayelerinde ve nispeten bağımsız olmasının doğru olacağı düşünülüyordu.

 

Bu yüzden adının “Çağlar Sanat Tiyatrosu” olmasına karar verildi. (A. Yağmur Tunalı, Kavga Günleri, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2013.)

Yüksek Öğretmen Okulunda İsmet Hürmüzlü’nün hocalığında; Türkçeyi güzel konuşmak için diksiyon dersleri alıyor, ses temrinleri yapıyor, oyunculuk ve sahne eğitimi yapıyor, hatta eskrim çalışıyorduk.

Hoca’mız İsmet Hürmüzlü başarılı olmamız için çok büyük fedakârlık yapıyor, çalıştığı kurum Devlet Tiyatrolarından izin alıyor, izin bittiği zaman rapor alıyor ve kursları aksatmıyordu.

İyi bir sigara tiryakisi olan İsmet Hürmüzlü, içtiği sigaranın dişlerinin arasında ezildiğini bile fark etmeden çok coşkulu bir hâlde tiyatro dersleri veriyor, bizi eğitiyordu. “Devlet Tiyatrosunda benim işime son verecekler.” diyerek bazen iş kaygısını bizimle paylaşıyordu.

İsmet Hürmüzlü aslen Kerküklü idi.

 

Ankara Devlet Konservatuarı, Tiyatro Bölümünü bitirmişti.

 

Türklük ve bayrak sevgisiyle dolu bir Türk milliyetçisi idi.

 

İsmet Hürmüzlü, sahneye koyacağı ilk oyunun adını yıllar öncesinden tespit etmişti. Oyunun adı; Hüseyin Nihal Atsız’ın romanından esinlenerek Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun destanlaştırdığı “Kürşad İhtilali Destanı” idi.

“Dünyanın en eski ihtilali, bir Türk klasiği” dediği Kürşat İhtilali Destanı’nı senaryolaştırmış idi.

 

Birkaç ay sonra oyunumuz hazır idi.

 

Ankara Kalesi’nde çekilen tarihi sahnelerin fotoğrafları ile oyunumuz görsel olarak güçlendirilmiş, Ali Şenozan’ın güzel bir savaş müziği bestesiyle sahne geçişleri zenginleştirilmişti.

Kürşat İhtilali Destanı oyununu Demirtepe’de, Eti Sinemasında oynuyorduk.

 

Çok mutlu ve coşkuluyduk.

 

Bu mutluluğu ve coşkuyu her akşam oyunumuza da yansıtmaya çalışıyorduk. Devrimcilerin tiyatro kurmamızı istemediği, tiyatroya her an bir saldırı ihtimali söylense de önemsemiyorduk.

Bir aydan fazla bir zaman sahneye koyduğumuz “Kürşad İhtilali Destanı” oyununda çok başarılı olduk.

1977 yılında İsmet Hürmüzlü’nün yazdığı “Bir Yabancı” adlı ikinci oyunu sahneye koyduk.

Esaret altında inleyen soydaşlarımızın sesi olması için yazılan Kerküklü Mehmet’in hikâyesiydi bu.

Kerküklü Mehmet, esir Türklerin yaşadığı acı gerçekleri anlatmak için Lahey Adalet Divanına gidiyordu. Yolu Türkiye’den geçiyordu.

Mehmet trenle Türkiye’ye girerken sınırda dalgalanan Türk bayrağını gördüğü zaman “Bayrak! Bizim bayrağımız!” diyerek coşuyor, sevincinden yerinde duramıyor, gözünü bayraktan ayıramıyordu. O coşkunun seyirciye güçlü yansıtılması için hocamız, “Bayrağımıza Türkiye Türk’ünün değil, esir bir Türk’ün gözüyle bakın.” diye bizi ikaz ediyordu.

Oyunumuz aylarca sürdü.

 

Bir Yabancı oyununu ülküdaşların arasında herhâlde seyretmeyen yoktu.

 

1977 yılının yılbaşı gecesi idi. “Belki seyretmek için gelen olursa oynarız.” diye bir grup oyuncu arkadaşla tiyatroda bekliyorduk. Gece, belli bir vakte kadar durduktan sonra seyirci yeterli sayıda olmayınca oyunu erteledik.

Tiyatro’dan Mehmet İnceiş’le beraber dolmuşa binip evlere gitmek için Kızılay’a geldik.

 

İzmir Caddesi’nin başına geldiğimiz zaman Türkiye İşçi Partili yaklaşık on on beş anarşist ellerinde sopalarla etrafımızı çevirdi.

Ne olduğunu anlamadan saldırıya geçtiler.

 

Bir süre sonra Mehmet beni ayağa kaldırdı. “Ben iyiyim, sen iyi değilsin? Ayakta duramıyorsun” dedi.

Güvenli olmadığı için hastaneye gidemedik.  Mehmet evine, ben yurda gitmek için ayrıldık.

 

GİMA’nın önündeki Dikimevi dolmuşuna nasıl bindiğimi, yurda nasıl geldiğimi çok iyi hatırlamıyorum.

 

Her tarafım kırık gibi ağrıyordu.

 

Yurda geldim. Odaya girdim. Yurtta Kerküklü arkadaşlarla kalıyordum. Ama geldiğimde odada kimse yoktu. Yatağıma uzandım. Başımı yastığa koyar koymaz içim kalktı. Odada bulunan çöp kovasına koştum. Kan kusuyordum.

Kusmam bittikten sonra çöp kovasını tuvalete götürüp temizledim.  “Yılbaşı geçesi, içmiş gelmiş” diye düşünmelerini  istemiyordum.

Saldırıya uğradığımı duyanlar ziyaretime geliyordu. Yurdun karşısındaki Ankara Hastanesine gitmem gerektiğini söyleyenler olsa da Hastane komünistlerin kontrolünde olduğu için güvenli bulunmuyordu.

Gece iki defa daha kan kustum.

Öylece uyumuştum.

Sabah uyandığımda Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünde okuduğunu, Manisa Akhisarlı olduğunu öğrendiğim Nevzat Cihanbek’i başucumda gördüm.

 

Arkadaşım değildi. Ülküdaşlarımdan biriydi. Başımda beklemesi için görevlendirildiğini söyledi.

 

Çok korktuğunu, hatta sabaha kadar ağladığını, yaşamam için dualar okuduğunu söyledi.

 

Bir süre sonra Tiyatrodan arkadaşlar geldiler. Beni hastaneye götürdüler.

 

Tiyatroda düzenlenen basın toplantısı ile konu kamuoyuna duyuruldu.

 

3 Ocak 1977 tarihinde yayınlanan Tercüman gazetesinde “Çağlar Sanat Tiyatrosu Oyuncuları Saldırıya Uğradı” başlıklı haberde “sanata karşı anarşi” diye haber oldu.

 

Ülkücü Memurlar Derneği Genel Başkanı Mevlüt Uluğtekin Yılmaz’ın yaptığı yazılı açıklaması,

3 Ocak 1977 tarihinde yayınlanan Son Havadis gazetesinde, “Çağlar Sanat Tiyatrosu Oyuncuları Komünistlerin Saldırısına Uğradı” başlıklı haber oldu. “Ülkücü sanat şahlanışını hazmedemeyen komünist eşkıyaların bu çirkin ve insanlık dışı hareketlerini şiddetle lanetliyoruz.” deniliyordu.

 

Haber, 3 Ocak 1977 tarihli Hürriyet gazetesinde “Bir Özel Tiyatro Oyuncularının Saldırıya Uğradıkları İddia Edildi” başlığı ile aynı günlü Millet Gazetesinde “Komünistler Ülkücü Bir Tiyatroya Saldırdılar” başlığı ile veriliyordu.

 

Konu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığına dilekçe yazılıyor, hazırlanan bildiri başta hocamız İsmet Hürmüzlü olmak üzere arkadaşlar tarafından Maltepe’nin en işlek caddesinde dağıtılıyordu.

 

O yıllardaki Türkiye’nin ve ülkücü hareketin durumunu en iyi anlatan Hergün gazetesinin 26 Kasım 1977 tarihinde yayınlanan “Siyasi Cinayetler” ile ilgili tabloydu. O yıl içinde “solcu cinayet şebekeleri tarafından düzenlenen saldırılar sonunda yüz yaralı, yedi şehit” olduğu belirtiliyor, yaralananlar içinde adım, tiyatroya düzenlenen saldırıda geçiyordu.

 

İsmet İpek

 

DTCF Sanat Tarihi-1979

 

 

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: ÇAĞLAR SANAT TİYATROSU

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.