Sanıyorum 1986 yılı idi, BAŞBUĞUMUZ tutukluluk süresi bitip bir süre dinlendikten sonra Türkiye de güçlü olduğumuz belli şehirlere ziyaret ve görüşmelere gidiyordu, çok vefalı bir insandı.

DTCF o sıralar yaz tatiline girmişti ve bende Konya’ya gidecektim, o sıralar genellikle dergi de bazı organizeler yapılıyordu.

Rahmetli Erdoğan Tanrıöver, beni çağırarak “Muharrem abi Konya’da Başbuğumuza refakat edecek Ankara’dan da birisi olsun” demiş, o da bana söyledi ve tabii ki seve seve kabul ettim.

BAŞBUĞUMUZA Konya’da koca bir gün boyunca hemen yanında, en yakınında olma şerefine nail oldum. Eski bir MHP’li, doktor bir abimiz de kendisini davet etmişti ve evi müsait olduğu için onun evinde başka görüşmeleri yapmayı da uygun gördü ve yaptı.

Bu görüşmelerden biri de Selçuk üniversitesi ülkücüleri idi. Okul başkanı gelip görüşme isteklerini söyledi, bende Başbuğumuza ilettim. O kadar kibar, o kadar düşünceli bir insandı ki, “Evladım, misafir olduğumuz eve rahatsızlık vermeyelim, sadece Fakülte başkanları ile başkanı yan odaya al, arkadaşlarınla da kısa bir görüşme yapalım.” dedi.

Bende Üniversite başkanı arkadaşa aynen ilettim ve tekrar BAŞBUĞUMUZUN olduğu salona, yanına geçtim. Konya eşrafından kişilerle görüşmesi bitti ve “Haydi oğlum, arkadaşlarınla görüşelim” dedi. Ve oldukça büyük odaya önce ben geçip “DİKKAT…!!! ” çekeceğim ki, oda kapısı açılmayacak kadar dolu…

Tam ben ne bu diyecekken, Başbuğumuz hemen arkamda belirdi ve kızgın bir ifade ile “İbrahim ne bu hal, ben sana ne dedim” dedi.

Bende o an şok tabii ki, dünya başıma yıkıldı. Olayı tam hatırlayamıyorum bile, kapıdan Selçuk Üniversitesi öğrencilerine merhaba, nasılsınız der gibi kısaca baktı ve “Binada oturanları ve ev sahibini rahatsız etmeden sessizce çıkın.” dedi ve tekrar salona diğer misafirlerin yanına geçti.

Ben o şoku atlattıktan sonra Üniversite başkanı arkadaşın yakasına yapışıp öfkeyle neden böyle yaptığını sordum. Tabii ki cevap makul idi ve hak verdim. “İbrahim abi, bütün üniversite Başbuğ’u görmek için geldi, ancak bu kadar ülkücüyü almak zorunda kaldım, çünkü fakülte başkanıyım, ben ikinci başkanım, ben sekreterim… diyen doldu, belki bir daha hiç birimize Başbuğ’u görme fırsatı olmayacak diye bende hayır diyemedim.” dedi. Haklıydı.

Başbuğumuzu görmek için, konuşmak için hangimiz can atmadık ki? Sonuçta olan bana olmuş, Başbuğumuzdan fırça yemiştim… O utanç ve mahcubiyet ile, Başbuğumum olduğu salona daha giremedim. Ziyaret bitti ve evden çıkarken, ben geride kaldım ve diğer refakat eden arkadaş benim yerime onun yanında yer aldı.

Ev İkinci katta idi, ilk birkaç basamağı inince durdu ve “İbrahim nerede?” diye sordu, aradan iki saate yakın zaman geçmişti ve Başbuğum o kadar kızmış ki şimdi beni tekrar fırçalayacak, yine bana kızacak korkusu ile yüreğim çarptı, ama yine de hemen fırladım ve “buradayım efendim, buyurun” dedim. Korku ve heyecanımı anlamış olmalı ki, sevecen, sıcacık bir gülümsemeyle. “Gel evladım gel” diyerek koluma girdi ve merdivenlerden yavaş yavaş birlikte indik.

Hayatımın en unutamadığım anlarından biri bu an ve söylediği sözleriydi: “Bak evladım, ben sana bina sakinlerini ve ev sahibini rahatsız etmeyelim dedim, sen se onlarca arkadaşını içeri doldurmuşsun, binada hasta olan olabilir, küçük çocuğu olan olabilir. Gürültü yapıp insanları rahatsız etmeye hakkımız yok, kul hakkına riayet etmemiz gerekir.” dedi.

Bende kendimce saçma sapan bahaneler ile özür dilemeye çalıştım, ve Onun bana O müthiş sözleri şöyleydi : “Bak evladım, bir MHP milletvekili, senatörü, hatta bakanı bir hata yapsa, ona kızmam, sarılmam. Çünkü onlar ocaklarda yetişmedi, ocak terbiyesi ve disiplini almadıkları için onlar mazur görülebilir. Ama Ülkü ocaklarından yetişmiş Ülkücü gençlerin hata yapmasına kızarım. Bu Milletin kaderi sizlerin elinde, sizin hata yapma hakkınız yok….”

İşte, Başbuğ, işte lider ve onun yetiştirdiği ülkücülere verdiği değer. Hayatımın en kıymetli fırçası, anı ve öğüdü…

İbrahim ARIKOĞLU

Contributor
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: BAŞBUĞ İLE BİR GÜN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.