Ayrıntılara girmeden söylemek gerekirse, 16. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak ve çökerterek Türkleri Anadolu’dan Asya’ya sürmek veya yok etmek isteyen Batılı devletler, Türkiye topraklarına seyyah, tüccar, bilim adamı, din adamı, kelebek avcısı…  görüntüsü altında casuslarını göndermeye başladı. Casusların ilk durağı İstanbul, arkasından Anadolu’daki Hristiyanların oturduğu şehirler oldu. İlk hedeflerinden biri Anadolu’da işbirliği yapabilecekleri dindaşlarını aramak, diğeri de Türklerin üstünlüklerini, zayıflıklarını ve hassas noktalarını öğrenmekti. Etnik durumu, din ve mezhep yapısını öğrenmekle işe koyuldular. İstanbul’daki Hristiyanlarla başlayıp Anadolu’daki Ermenilere, Süryanilere, Yezidilere… uzanan bu tanıma işlemi zorlu bir süreçti. Bölgedeki etnik unsurlar, Hıristiyanlar ve mezhepleri, Müslümanlar ve mezhepleri, bu arada Aleviler ilgilerini çekti. Kürtler ve Aleviler üzerinde bilgi toplamaya başladılar. Aleviler hakkındaki bilgileri seyyahlar, askeri ve sivil raportörler ve Hristiyan misyonerler aracılığıyla alıyorlardı. Kendilerince ufukta bir ışık görmüşlerdi.[1] Buralardan gelen bilgiler batılı devletlerin istihbarat birimlerince değerlendiriliyor ve sahadaki ajanların çalışmasına yardımcı oluyordu.

Osmanlı Devleti’nin son yüzyıllarında Hristiyanlar ticarete hâkimdi. Dil bilmeleri yüzünden saraya, tercüme odasına alınmışlardı. Osmanlı başkentinde matbaanın önce azınlıklar tarafından kullanılması ve ilk gazeteleri onların çıkarması, bilgi toplama, propaganda ve haber çarpıtma konusunda ustalaşmalarını sağlamıştı. Bu yüzden yabancı devletler tarafından kullanılmaya çok uygundular. Yabancıların ilk el attıkları alan kiliseler ve ilk devşirmeleri de din adamları ve tercümanlar oldu.

  1. yüzyılın sonlarında Anadolu’daki Türkçeyi ve Hristiyanlığı öğrenmiş papaz çocuklarını Mısır’da Müslüman din adamı olarak yetiştirip Anadolu, Kafkasya, Arabistan ve Balkan coğrafyasına, özellikle Alevi ve Kürt köylerine din adamı olarak gönderdiler. Bu din adamlarına hem bilgi toplama hem de cahil halkın yeme içme alışkanlıklarını değiştirerek geleneksel Müslüman inanç ve ibadetlerini zayıflatma görevi verilmişti.
  2. yüzyılda Osmanlı Devleti zayıflamaya başlamıştı. İngilizler, Fransızlar, ABD Türkiye’de azınlık okulları ve hastaneler kurmaya başladılar. Özellikle Doğu illerimizde kurulan Amerikan Kolejleri yerli halk üzerinde çalışıyordu. Bu okullar yoluyla tanıdıkları zengin, yerli Hristiyan ailelerin çocuklarını Amerika’ya götürüp geleceğin kanaat önderleri olarak eğittiler. Geride kalan fakir ve köylü çocukları da daha sonra Türkleri sırtından vuracak olan Ermeni komitacılar olarak yetiştirildi. Elbette misyoner okullarına alınan Türk çocukları da oldu. Onların da büyük bir kısmı başka amaçlarla kullanılmak üzere devşirildi.
Batılı devletler, Türkiye’ye seyyah, tüccar, bilim adamı, din adamı, kelebek avcısı gibi görüntüler altında casuslar gönderdi.

O sıralarda bütün devletlerin ajanlarının Doğu Anadolu’da cirit attığını söylemeye gerek yok. Bölgedeki ajanların bazıları şunlardı: Hanry Layard, Mordtman, Carsten Niebuhr, Dr. Madden, Helmut Von Moltke, Arminus Vambery, Victor Langlois ve eşlik eden (Ermeni) Butrhros Rock, M. Th. Deyrolle, T. M. Chevalier, Henry Binder, Bayan Bişhop, Henr Rigs, Henry Blocquville, Oskar Mann, Gertrude Bell, Binbaşı Soane, Annemarie Von Nathussius, Olga Moberg, Elin Sunvall, Bayan Gudhart, Martha Dahl, Ewald Banse, Mark Sykes, Arnold T. Wilson, Binbaşı Noel, Rawlinson, Müller, Lehmann-Haupt[2] Bu ajanlar genellikle önceden belirlenen isimlerle temas kurdukları için farklı devletlerin adamları aynı kişi ile görüşebiliyordu. Örnek olarak Çemişgezekli Ali Gako ile yalnızca Dunmore ve takipçileri değil, Britanya’nın Diyarbakır konsolosu Taylor da görüşüyordu.[3] Yine Adile Hanımın ağırlamadığı casus yok gibiydi.[4] İngiliz ajanı Gertrude Bell’in sahadaki elemanı idi. Adela adlı bu hanım, önce Caf aşireti reisinin karısı yapılmış ve günü gelince reis ortadan kaldırılarak aşiretin başına geçirilmişti.

  1. yüzyıl sonlarında Anadolu’daki Amerikan okullarında devşirilen Hristiyan ve Müslüman çocukları ile yüzyılın başlarında Müslüman din adamı olarak yetiştirilen papaz çocukları Amerikalılara daha yoğun bir bilgi akışı sağladılar. Bu sayede Amerika, sadece etnik ve mezhep yaralarını kaşımak ve kafaları karıştırmakla kalmadı, bu yaraları kanatmaya da başladı.

Doğu Anadolu’da yirminci yüzyılın başlarında ABD (ve kısmen diğer Batılı ülkeler): Asker ve diplomatlarıyla, Amerikan misyoner okullarıyla, Gezici misyonerleriyle, Yetiştirdiği Yerel Hristiyan kanaat önderleriyle, Yetiştirdiği Teröristlerle, Yetiştirdiği Müslüman görünümlü din adamlarıyla, Devşirdiği Türk (Alevi-Sünni); Kürt gençleriyle, Gazeteleri ve gazetecileriyle, Devşirdikleri Türk-Kürt devlet adamlarıyla faaliyet gösteriyordu.

Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında verilen Kurtuluş Savaşı sırasında, sonrasında çıkan isyanlarda, özellikle Ermeni isyanında misyoner okullarının rolü çok büyüktü. Atatürk bunu biliyordu, düşmanı denize döktükten sonra bu okulları kapattı. Ancak ölümünden sonra işler değişti. İkinci Dünya Savaşından sonra Yalta’da yapılan paylaşımda Türkiye ABD’nin payına düşmüştü. ABD kışla seviyesine kadar inen Askeri yardımlarla işe başladı. Ankara’nın göbeği Balgat’ta Jusmaat diye bilinen üssü kurdu. Burada genellikle istihbarat çalışmaları yapılıyordu. ABD’nin Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kurduğu bütün üslerde toplam 25 bin Amerikalı çalışıyordu. ABD, okullara süt tozu ve margarin yardımıyla göz boyadı. İngilizce öğretmek bahanesiyle bütün yurda yayılan Amerikan gönüllüleri ise köylere kadar giderek aylarca, yıllarca süren gözlemlerle bilgi topladı. Bunların tamamı ajan faaliyeti yürütüyor, mevcut ve toplanan bilgilerden hareket ederek Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmanın alt yapısını hazırlıyorlardı. Kürt ve Alevilerin desteği sağlanmalıydı. Özellikle Kürecik ABD üssünde çalışan ABD ajanları, yakın çevrede faaliyet gösterdi: Kürt kimliği, Alevi kimliği üzerinde durdular. Yerel kanaat önderleri yetiştirdiler. ABD’nin Marksizm propagandası yapacak bir okula ihtiyacı vardı; ODTÜ’yü kurdu. ABD çoğu casus olan hocalarıyla burada Marksist sosyalist, bölücü fikirler yaydı, örgütler kurdu, örgüt elemanları yetiştirdi. Yerel önderleri Başkentteki ODTÜ ve diğer üniversitelerde yetiştirdikleri teröristlerin emrine verdiler.

Bu çalışmalar yavaş yavaş meyvesini vermeye başlamışken 12 Mart 1971 muhtırası oldu. Muhtırayla, iktidarı ele geçirmeye ve dikta rejimi kurmaya kararlı sol bir askeri cuntanın darbesi önlenmişti. Marksist örgütler, ava giderken avlanmıştı. O güne kadar yetişen örgütler takibe başlandı. Anarşistler kır gerillası başlatmak için Doğudaki illere, köylere, dağlara gitmeye kalkıştı. Bölge, seyyahların, kelebek avcılarının, casusların, barış gönüllülerinin, gazetecilerin, yabancı ajanların en az iki yüz yıldır aralıksız çalışarak Alevi Sünni; Türk Kürt ayrımını gergef gibi işledikleri bir bölge idi. Buna karşılık etnik ve mezhep kışkırtıcılığı başarılı olamadı. Yanlarında olacaklarını düşündükleri bölge halkı Marksist teröristleri yakalayıp askere teslim etmişti.

Belli merkezlerce günde yirmiyi geçen ölü sayısı gün geçtikçe artırılmaya, yüzyıllardır kaşınan yaralar kanatılmaya başlandı.

ABD başta olmak üzere yabancı ülkelerin istihbarat, propaganda, kışkırtma, bölücülük faaliyetleri çok yönlü idi ve çok iyi yetiştirilmiş elemanlarca yürütülüyordu. ABD, elçiliği ve konsoloslukları, ABD üsleri ve Jusmaat çalışanları; uzman, gazeteci, tüccar, turist, bilim adamı vb. görüntüsüyle bölgeyi tahrik eden CİA ajanları; Türkiye’den devşirdikleri Hristiyan azınlıklar, Türklerden devşirdikleri gençler, Marksist örgütler, Bölücü örgütler, Bunları destekleyen Basın, devşirdikleri basın mensupları, Kurduğu ODTÜ, ele geçirdiği Siyasal ve Hukuk fakülteleri gibi okullar, ABD hedefleri için Marksist Leninist, Sosyalist anarşist ve bölücü yetiştiren merkezler, Bunları destekleyen ve Deniz Gezmişlere leblebi gibi bomba patlattıran askeri cunta heveslileri[5] Her şeye rağmen ABD, Türkiye’de sol bir darbe ile demokrasiyi rafa kaldırıp askeri dikta kuramamış, kır gerillası başlatamamış, Kürt-Türk, Alevi-Sünni bölememiş, Alevilerin desteğinde bir Kürt Devleti kurmayı başaramamıştı.

Ancak ABD’nin ektiği tohumlar hızla yeşeriyordu. 1971 sonrasında Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurma hedefi karartılmış, bir Kürt devleti kurma hedefi vitrine çıkarılmıştı. Özellikle Malatya, Elbistan, Pazarcık bölgelerinde Kürtler ve Aleviler iyice kışkırtılmıştı. İç ve dış ortam uygundu. Çok geniş kapsamlı, şeytanca düşünülüp planlanmış kanlı bir oyun tezgâhlandı: Maraş Olayları. Bu hain tezgâh sonucunda bir taşla birçok kuş vurulacak, nice canlar toprak olacak, nice saf bağırlar nefret ve kinle doldurularak gelecek nesillere miras bir kanayan yara bırakılacak; 12 Eylül’e zemin hazırlanacaktı. PKK’nın(ABD’nin) kurmayı düşündüğü Kürt devletinin sınırları Maraş’ı da içine alacak şekilde büyütülecek, haritaya eklenecekti.

Güdümlü İstanbul basını şiddet olaylarını en başından beri sol örgütlerin Devletle çatışmasını sağ sol kavgası olarak takdim etmişti. Devleti ve rejimi dönüştürmek isteyen Marksist Leninist örgütlerin karşısında silahlı bir güç varmış gibi gösterildi. Böyle bir güç yoktu, hiç olmadı. Ülkücüler, oynanan oyunu görmüşlerdi ama devletin aczine seyirci kalamazlardı. “Hayır” diyerek fikirleriyle karşı koymaya çalıştılar. Olabildiği kadar silahlı mücadeleden uzak durdular. Ancak belli merkezlerce günde yirmiyi geçen ölü sayısı gün geçtikçe artırılmaya, yüzyıllardır kaşınan yaralar kanatılmaya başlandı.

Kürecik Amerikan üssünden çevre köylere, ilçe ve illere dağılan ajanlar Alevileri ve Kürtleri kışkırtmış, sol örgütlerin rahatça yönlendirebileceği kıvama getirmişti.

CHP iktidardaydı. Ecevit Başbakandı. Hükümeti ayarttığı milletvekilleriyle şaibeli pazarlıklar sonucu, kıl payı dengelerle kurmuştu. Bölücülüğü ile bilinen Şerafettin Elçi de bakanlar arasındaydı. Bütün illerde Milli Eğitime Marksist örgüt TÖB-DER’li öğretmen ve müdürler, Emniyete Marksist örgüt POL-DER’li polisler atanmıştı.

Uluslararası siyasi durum sıkıntılıydı. ABD’nin bütün baskısına rağmen Türkiye Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine izin vermiyordu. Türkiye’de olağanüstü kanlı olaylar olmalı, sıkıyönetim ilan edilmeli, Darbe zemini hazırlanmalı, Darbe yaptırılmalı ve Türkiye pürüz olmaktan çıkarılmalıydı.

Türkiye hızla Maraş olaylarına yaklaşıyordu.

 


[1] Gezik, Erdal. Alevi Hafızasını Tanımlamak: Geçmiş ve Tarih Arasında

[2] Mehmet Bayrak, Osmanlıda Kürt Kadını

[3] Gezik. Age.

[4] http://arslanevi.blogspot.com/2016/01/osmanlida-kurt-kadini-yahut-kurtler.html

[5] Cemal Hasan, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım. Sf.56

http://arslanevi.blogspot.com/
Contributor
Do you like Arslan KÜÇÜKYILDIZ's articles? Follow on social!
Yorum bulunmamaktadır.
Konu: Maraş Olayları 1978 yılında başlamadı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

‘Ortak Değerimiz Atatürk’ bildirisine destek ver

Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve

Ortak Değerimiz Atatürk

ATATÜRK! TÜRK MİLLETİ SANA MİNNETTARDIR

Her millet, sahip olduğu değerlerle geleceğini inşa eder. Geleceğin harcı olan değerlerine sahip çıkan milletler, geçmişten ders çıkararak, gelecekte aynı hataların tekrar edilmemesi için millî bir hafıza oluşturur. Bu hafızanın en önemli değeri, Millî Mücadele’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e periyodik olarak uzun zamandır yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Bunların sonuncusu geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da hem protokolün hem de milletimizin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bilindiği gibi bir esaret belgesi olan Sevr Antlaşması’nı tarihin çöplüğüne atan Mustafa Kemal Atatürk, bir savaş ve diplomasi kahramanı olarak, Fatih’in emaneti İstanbul’umuzu, başta Ayasofya olmak üzere, camileri ve tarihî eserleriyle yeniden milletimize kazandırmıştır. Yine Trakya ve Batı Anadolu’yu Yunanistan; Doğu Anadolu’yu da Ermenistan olmaktan kurtarmış, ezanımızı susturmamış, Misak-ı millî sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924’te, halkı aydınlatma, İslam’ın Kur’an’a göre yaşanmasını sağlama, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütme, ibadet yerlerini yönetme görevlerini yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuştur. Ayrıca Kur’an’ın tefsiri görevi Atatürk tarafından Elmalılı Hamdi Yazır’a verilmiş ve “Hak Dini Kur’an Dili” böylece ortaya çıkmıştır. Kur’an’ın Türkçe tefsiriyle Türkler, dinini öz kaynağından, kendi dillerinden okumaya ve öğrenmeye başlamışlardır.

Hâl böyleyken son yıllarda Millî Mücadele’mizin millî ve manevi mimarı Mustafa Kemal Atatürk, maalesef periyodik saldırılara maruz kalmaktadır. Bir millete sinsice düşmanlık etmenin yollarından biri, o milletin kahramanlarını itibarsızlaştırmaktır. Bunun en kolay yolu ise dinimizi kirli emellerine alet etmektir.

Son olarak Ayasofya’daki icazet töreninde bir imam Ayasofya’yı kastederek; anlatım bozukluklarıyla dolu “…Bu ve bu gibi mabetlerin mabet olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze hâline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir!… Yarabb’i bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma!” gibi suç oluşturan ifadeler kullanmış ve haklı olarak bu söylem halkımızda büyük bir infiale yol açmıştır.

Atatürk, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozan bir lider olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ülkemizin en başta gelen birleştirici ve bütünleştirici unsurudur. Mustafa Kemal Atatürk’e üstü kapalı yapılan bu saldırı aslında onun silah arkadaşlarına, Türk milletinin birlik ve beraberliği ile Cumhuriyet’imize yöneliktir. Atatürk’e yapılan ve yapılacak olan saldırıların nihai hedefi Türk milletidir, Türk devletidir. Bu bakımdan bu ve benzeri saldırıların hedefinin Türk devleti ve milleti olduğu konusunda halkımızı uyarmayı, vatanını ve milletini seven bir grup olarak görev addederiz.

Hedeflerine ulaşmak için geçmişte de bazı cahil kimseleri kullananlar, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Bu son saldırının kaynağının da aynı güçler olduğu şüphesizdir. Millî ve manevi değerlerimize, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerine, her türlü tarihî mirasımıza yönelik saldırılar nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin, millî birliğimizi asla bozamayacaktır. Aşağıda imzaları bulunan DTCF Birlik üyeleri ve Türk aydınları olarak bu çirkin ve kötü niyetli ifadeleri şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

DTCF Birlik Üyeleri

**İmza: **

Bildiriyi paylaşarak destek verebilirsiniz:

 

En çok beğenilenler

Giriş

Welcome to Typer

Brief and amiable onboarding is the first thing a new user sees in the theme.
Join Typer
Registration is closed.