Yangınlar, sel, hastalık ve salgınlar; insan ve hayvan neslinin yok olması, azaltılması gibi konuları konuşuyor, tartışıyoruz. Bize toplu tavuk itlafları yaptıran kuş gribi, kene, zehirli örümcek, deli dana dönemlerini yaşadık, Korona ise sürüyor. Geçenlerde bir köye gittim. Köylülerle konuşuyorduk. Hayvanlarını dağa serbestçe otlamaya bırakıyorlarmış. “Yırtıcı hayvanlar zarar vermiyor mu?” diye sordum. “Bu sene domuzlar çok, kurtlar yok, onun için rahatça hayvanlarımızı salabiliyoruz!” dediler. Tecrübe ile biliyorlarmış ki domuzlar çoğaldığı zaman kurtlar azalırmış. Kurtlar, domuzların baş düşmanı imiş, domuzları yerlermiş. Üzerinde düşünülmeye değer bir bilgi diye dikkat kesildim.
Bir zamanlar Doğu Anadolu’da yılanların toplu olarak öldürülmesinden sonra kurbağaların arttığını duymuştum ama bunu duymamıştım. İnsanoğlu, Allah’ın düzenine müdahil olduğu zaman başımıza felaketler geliyor. Tabiat, kendi yaralarını bir şekilde tamir edebiliyor ama biz olur olmaz müdahalelerimizle dünyanın sonunu hazırlıyoruz. Gelişmiş ülkelerin ozon tabakasını delen ürünlerden vazgeçmeyişi, savaşlarda atılan bombaların ve kimyasalların etkisiyle dünyamızı çöle çeviriyoruz. Kullanılabilir su kaynaklarımız azalıyor, mevsimler ve sıcaklıklar değişiyor, buzullar eriyor, dünya süratle ısınırken sel ve deprem felaketleri artıyor. Yakın bir gelecekte ABD ve Avrupa yaşanmaz hale gelecek ve verimli, sulak toprakların, denizler altında kalmayacak yükseklikte ve su kaynakları bol ülkeleri şimdiye geçmiş savaşlardan daha farklı bir savaş bekliyor. Bu savaş, “Sen, su kaynaklarının, ağacın ve yeşilin, madenin bol, sürdürülebilir hayatın mümkün olduğu topraklarda yaşıyorsun; benim atom bombam var, oturduğun yeri bana terk etmez, çekilip gitmezsen seni yok ederim” şeklinde özetlenebilir. Bu amaçla açılan savaşın girişi yapıldı, Kuveyt, Irak, Suriye, Libya, Afganistan işgal edildi. Sırada Türkiye var.
Eskiden savaşlar topla tüfekle adam gibi yapılırken zamanla işler değişti. Başkasının askerini ve kafasını kullanma dönemi başladı. Şimdi milletler içten çökertiliyor. İngilizler Çanakkale’ye kendi askerlerinden çok Anzak, Hint vs. askerini sürmüştü. Bir sömürgeden asker devşirip başka bir yerde savaştırma dönemi geçmişte kaldı. Bunun pahalı olduğunu gördüler. Artık milletlerin çocukları birbirleriyle savaştırılıyor. Kültür emperyalizmi ile içten çürüterek, kokuşturarak, krizler içinde kıvrandırarak, canavarlaştırarak, hasta ederek, kanımızı tahlil edip ona göre virüs yayarak, başımızı kaldırıp etrafımıza bakamaz hale getirerek, dillerini konuşmaya, müziklerini dinlemeye zorlayarak bizimle savaşıyorlar. Milletler, kölelikten, sömürge olmaktan kurtulmuş, bağımsız devlet sahibi gözükseler de kesin denetim altında tutuluyor. Sömürgeciler ayrılıp giderken bıraktıkları sistemleri, sistemi yürütecek sadık adam ve ajanları, kendi eğitim kurumları ve locaları, yetiştirdikleri idarecileri eliyle ülkeleri yine eskisi gibi idare ediyorlar. İngiliz Milletler Topluluğu dimdik ayakta. Öyle ki İngilizlerin bıraktığı Suudi, İsrail’in Lübnan’ı işgaline alkış tutuyor. Yüzlerce yıldır kararlılıkla uygulamaya çalıştıkları projeler tek tek hayata geçiriliyor. Çan kuleli kilise açamadıkları yere apartman kiliseleri açıyorlar. Hem de mesela Türkiye’de yapıldığı gibi, toplam cami sayısınca kilise! Misyoner okulu kuramazlarsa misyoner okulu vazifesini gören kolejler açıyor. İşin tuhafı, yetişen nesiller tamamen olmasa bile bunları çok tabii karşılıyor, İngilizcenin, batı kültürünün, müziği ve sanatının doğal savunucusu haline geliyor. Bünyeyi koruyacak bağışıklık sistemleri çökertiliyor. Yani kısaca kurtlar azalmış, domuzlar her yanı sarmış. Böyle bir dönemde duyduğum bu atasözü gibi söz beni çok etkiledi.
Kurtların yeniden çoğalması ve domuzların azalması, ilahi nizamın yeniden kurulması için şarttır. Ekolojik bir denge kurulması gerekiyorsa, mutlaka kurtların domuzların çoğalmasını engellemesi gerekiyor! Peki kurtlar ne yapıyor? Kurtlar küçük küçük sürülere ayrılmış vaziyette. Küçük sürüler büyük sürülere katılmayı reddediyor. Belki de haklı sebepleri vardır. Ama her ne sebeple olursa olsun kurtların büyük sürüler halinde yaşaması gerekiyor. Aksi halde küçük sürüler halindeki domuzlar çoğalıyor ve bağa bahçeye, insanlara, dünyaya zarar veriyorlar. Bazı kurtlar, bu şartlarda domuzların himayesinde de olsa kurtları birleştirelim diye çalışıyor. Bu düşünce doğru bir düşünce midir, değil midir takdirinize bırakıyorum. Artık büyük bir sürü olan domuzların sürülerini devam ettirecekleri, kurtları da buna alet etmeye çalışacakları tabiidir. İnsanoğlu doğal hayatı bozmamak için azalan kurtları gözetme mecburiyeti vardır. Günümüzde kurtlar, konuşmakla, dedikoduyla zaman öldürüyorlar. Okumuyor, yazmıyor, aralarından kanaat önderi çıkmasına izin vermiyorlar. Çekememezlik ve “ben yapayım, başkası yapamasın“, “küçük olsun benim olsun” düşüncesi var. Yanlıştır. Yazıktır. Çünkü bu arada atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Kurtlar tek ses tek yürek halinde birleşmek, bütünleşmek, her türlü ayrılığı, fitneyi bir kenara bırakmak, akıllı olmak zorundalar. Aksi halde “Kurtlar azalınca domuzlar çoğalacaktır!”
Kaynak: Günboyu
Yorum bulunmamaktadır.