Püsküren volkan birdenbire nasıl söner? Son yıllarında geçirdiği felç yüzünden konuşamayan Ergeş Uçkun “Davaları asıl sahipleriyle anmak gerekir.” demişti. Emaneti sahibine teslim ederek sonsuzluğa göçen Emine Işınsu Öksüz de son yıllarında Yağmur Tunalı’nın ifadesiyle “güzel kelimelerini bulamıyordu.” Ölmeden önce ölenlerden olmuştu. Galip Erdem Ülkücülerin Ağabeyi ise O da Ülkücülerin Ablasıydı; Davanın asıl sahiplerindendi. Hareket’in mayalanmasında büyük emeği vardı. Tunalı’ya göre Işınsu “Türklüğün tarih içindeki yüceliklerini düşünür, ışıltılı geleceğinin tuğlalarını döşeyenlerden olmak isterdi.” Birçok insanın temiz ülküsünün mimarı, gençliği, ocağı idi. Kim bilir kaç nesil onun kitaplarıyla uyuyakalmıştır. Edebi zevkimizin gelişmesinde romanlarının büyük payı vardır.
Fikir ve sanat çeşmesinden kana kana içmemiz gerekiyordu. Gazete, dergi çıkardı. Köşe yazarlığı yaptı. Romanlar yazdı. Genç yazarlara kol kanat gerdi. Büyük şahsiyetlerin yaşayışları da eserleri kadar zengin olabiliyor. Hakverdi Satılmış anlatıyor; Mamak yargılamalarında ülkücüleri yalnız bırakmayan yürekli bir anne idi, mahkeme salonunda onu gören sanıklar kendilerini güçlü hissetmişlerdi. Bunun bir sebebi vardı. Töre’nin Şubat 2012 sayısından öğrendiğimize göre, eserlerini oluştururken kahramanlarıyla bütünleşen Işınsu, yazmadan önce büyük bir hazırlığa girişirdi. Konuyla ilgili belgelere ve gerçek tanıklara ulaşmaya çalışır, kahramanlarının acılarını yüreğinde hissederdi. Onu Yağmur Tunalı gibi anlatabilmek benim için güç. Bu yazının başlığındaki ifade de Tunalı’nın: “O bir özel karakterdi, özel bir ruhtu. Babası Aziz Vecihi Zorlutuna Paşa’dan cephe ruhunu, annesi Halide Nusret Zorlutuna’dan edebiyat zevkıni tevârüs etmişti. Sadece edebiyat mı? Hayat görüşü, zorluklara karşı aktif sabırla karşı koyma ve bütün varlıkları sevme… Tohum ekecek toprak arardı. İnsan arardı. Elini verecek insan arardı. Elinden tutacak insan arardı. Ruhunda bencilliğe yer yoktu… Taşralı gençlerle görüşmesi bir kardeş, bir abla, bir anne, bir hoca, bir terbiyeci gibiydi. Hem sever, hem eksiklere dokunur, davranış dersleri verirdi. Anadolu’nun temiz çocukları, giyim kuşamdan duruş oturuşa, ikili görüşmelerden toplu temasa kadar şehirli havasının süzülmüş halini onda görür, yeni bir hayata hazırlandıklarını hissederlerdi. Yıllar yılı, bıkmadan usanmadan her karşısına gelene bu rafine kültürü hatırlatırdı… Her zaman muhatabını düşünür, ona göre hareket ederdi. Eskilerin aynileşme melekesi dedikleri empatisi çok yüksekti.” O kadar yüksekti ki Erol Dok kendisine Mamak‘ı ve C5’i anlatıp Sancı gibi bir roman yazmasını istediğinde, gözlerinden yaşlar akarken ”Yazamam, dinlediklerimi yazamam, bir daha o acıları canlandıramam. Sancı’yı yazdım. Polis tutanaklarında, ‘Sancı’yı okudum, ülkücü dava adamı oldum ve gereğini yaptım.’ diyen yavrularımı unutmadım, yeni mağdurlar yaratamam, acıları tekrar yaşayamam, yaşatamam ” demiş ve teklifini geri çevirmişti. Cemalettin Taşkıran’ın dediği gibi, “Milli meselelerde sonradan gelenler, genelde, önden gidenlerin o yolu açmak için neler yaşadıklarını, neler çektiklerini bilmezler. Emine Abla önden gidenlerden, yol açanlardandı.”
Namık Açıkgöz yerinde bir tespitle “O bir kaç nesli romanları ile emziren anne idi.” demiş ve onu ne kadar okuyup anladığımızı değerlendirmiş: “Bizim kuşak Emine Işınsu’yu 1970’lerde tanıdı. Okuduğumuz ilk romanı Azap Toprakları idi. Sonra Ak Topraklar, Çiçekler Büyür, Sancı, Tutsak, Canbaz gibi romanlar geldi. Bu romanların fikrî yönümüzü tahkim ettiğini hissediyorduk ama daha sonra anladık ki bu romanlarda fikrî veya ideolojik yön, sadece birer arkaplandan, fondan ibaretmiş. Asıl anlatılan “insan” imiş. Hüznüyle, sevinciyle, kıskançlığı, sadakati, ihanet, fedakârlığı, ihtirası ile insan… İlk basılan romanı (1966) olduğu halde, ideolojik körlüğümüzden dolayı, biraz geç keşfettiğimiz Küçük Dünya’yı okuduğumuzda fark ettik ki Emine Işınsu, insanî derinliği romanlarının ana ekseni yapıyor. Emine Işınsu’yu en iyi okuyan bizler bile onu başta yanlış anladık. Onu daha çok ideolojik bakış açısıyla okuduk ve maalesef pek çok yönüyle gerçek insanı anlatmasını ön plana çıkaramadık. Bu yüzden toplumun tümüne mâl edemedik. İdeolojik bakışlar, ondaki insanî duyarlılığı arka plana itti. Emine Işınsu, 1970’lerin Türkiye’sini anlattığı romanlarıyla ve bu romanlarındaki insanî derinlikle edebiyat tarihine mâl olmuş bir edebî şahsiyettir. Ayrıca dış Türkler meselesini de gene insanî derinlik açısından yazan tek romancıdır.” Açıkgöz eleştirisinde haklıdır; bize düşen onu anlayarak yeniden okumak ve okutmaktır.
Davaların asıl sahiplerinin eserleriyle olduğu kadar hayatlarıyla, dokunduğu kişilerin anlatımlarıyla okuyucuya aktarılmasını önemli buluyorum. Bu yüzden “Abla” Emine Işınsu’nun anlatılması önemli. Alper Aksoy “Benim için ablalığı romancılığından hep önce gelmiştir. Bakışlardaki, sesteki sıcaklık nedir, davranışlardaki doğallık nedir, “abla” olmak nasıl bir şeydir soruları karşıma çıktığında ben hep Işınsu ablam ile başlayacağım söze.” diyor. Bölük pörçük hatıralarla yetinmez, yazılırsa bu yönünün de yeterince anlaşılacağını düşünüyorum. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet, ruhu şad, İskender Öksüz ağabeyin ve camiamızın başı sağ olsun.
Yorum bulunmamaktadır.