DTCF’de ilk yılımız. Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünden Türk Dili Edebiyatı Bölümüne Türk Dili dersi almaya geliyoruz. Hoca, zamanın TDK Genel Sekreteri Cem Dilçin. Yazım kuralları sırasıyla gözden geçirilirken hoca, Öztürkçe hakkında bir kompozisyon yazmamızı istedi.
Yıl 1971. Ben yazımda bu akımın Türkçemize zarar verdiğini, halkın kullandığı artık Türkçeleşmiş kelimeleri uyduruklarıyla değiştirmenin doğru olmadığını, dilde değişmelerin tabii seyrinde olması gerektiğini yazmıştım. Dilde devrimin atasözlerine deyimlere girmiş kelimelere bile burnunu sokmaya hakkı olmadığını, bunun bizimle diğer Türk lehçeleri arasında derin bir uçurum yaratacağını, Türk halkları arasında büyük kopuşa yol açacağını ifade etmiştim.
Bir hafta sonra hoca, derste benim ismimi okuyarak yazdıklarımı arkadaşlara aktardı. Yazımı beğendiğini, fakat görüşümün yanlış olduğunu belirtti. Atatürk’ün, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıyız, sözünü ekledi. Ben de Atatürk’ün dilde aşırı devrimi denediğini sonra bundan vazgeçtiğini söyledim. Aramızda sertleşme, suçlama olmadan konuşma sürerken bazı arkadaşlar beni uyarmaya başladılar. “Adamın görüşü belli niye cevap veriyorsun, seni mimler, canına okur.” gibisinden fısıltılar. Hoca bunu hissetti ki, “Fikir sahibi olmak, fikrini savunmak üniversitede okuyan bir genç için olması gereken bir davranıştır. Aynı fikirde olmayabiliriz, ama arkadaşınız fikrini gayet güzel ve tutarlı şekilde savunuyor.” dedi. Ders bitti. Arkadaşlar, “Oğlum sen ayvayı yedin, bu adam seni harcar!” dediler.
Yıl sonunda konuyu hatırlamıyorum, ama yazdığım kompozisyona yüz tam puan veren hoca, bir de not bırakmış. Kuruma gelsin, diye. Bir arkadaşla TDK’ye gittik. Haziran ayı idi. Çay ikramını bize birer yazım kılavuzu armağanı takip etti.
Fikirlerimiz hâlâ farklı idi. Karşı düşünceye saygıyı gerçekten gösteren hoca, bizlere aydın bir insanın güzel bir davranışının örneğini vermişti.
Murat ÖZYİĞİT
Yorum bulunmamaktadır.