Uzun yıllar süren mücadelemiz sonrası DTCF ülkücü hâkimiyetine geçmiş ve ülkemizde MC iktidarı kurulmuştu. İktidarı zor durumda bırakmamak amacıyla; ülkücülerin riskli bölgelerden uzak durması, mümkün mertebe olaylardan kaçınılması talimatının geldiği dönemleri yaşıyorduk.
Güya mağduru oynayarak taraftar toplama amacındaki sol kesim; DTCF’yi tamamen terk etmiş, okula gidilmemesi yönünde bildiriler dağıtıp etkili olmaya çalışıyorlardı.
Durum bu iken; arkadaşlarla ülkücü camianın dışında olmak üzere 1 Mayıs’ta Abant’a bir gezi düzenlemeye karar verdik. Gezi için tarafsız öğrenci grubunda etkili olan ve oldukça sosyal bir yapıya sahip olan ismini hatırlayamadığım ve ülkücülerden beklentisini bildiğim Ziya isminde bir arkadaşı görevlendirdim. Oldukça hızlı çalışarak bizim dışımızda iki otobüsle gidilecek gezi grubunu oluşturuverdiler. Riskine rağmen gezi düzenlettiğimi bilen bazı arkadaşlar, durumu Ülkü Ocaklarına şikâyet etmişler. Ülkü Ocakları Genel Başkanı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, bir ülküdaşımız aracılığı ile beni Ocak Genel Merkezine çağırdı ve gittim.
Rahmetli Muhsin Başkan; yasak olmasına rağmen Abant’a hem de 1 Mayıs’ta gezi düzenlememizin son derece sakıncalı olduğunu anlatarak, bu geziyi iptal etmemizi istedi. Ben de durumu anlatarak gezinin düzenlenmesinin bizim isteğimizle yapıldığını, ancak bizim dışımızdaki gruplara hitap ettiğini, inisiyatifin tamamen kendimde olduğunu, bu saatten sonra iptal edemeyeceğimizi anlattım. Zira bir problem çıkmayacağını, çıkar ise bütün sorumluluğun kendime ait olduğunu söyledim. Rahmetli Başkan vaziyeti anlayarak; bu durumda kendisinin geziden haberinin olmadığını, beni çağırmadığını, benim de hiç kendisine gelmediğimi, biraz kızgın, ama her zamanki gibi olanca nezaketiyle bana söyledi. Yanından ayrılırken de birkaç defa dikkatli olmamızı tembihledi.
O yıllarda, sol grubun neler yapacaklarını takip amacı ile içlerindeki bazılarından haber almaya yönelik çalışmalarımız oldukça verimli olmuştu. İstihbaratımız kendimize göre iyi idi yani… Gezi günü yaklaştığında, sol grubun içindeki Canan isimli bir kızdan oldukça ciddi bir bilgi aldım. Alınan bu bilgiye göre; gezi otobüsleri Ankara çıkışında Dev Sol militanları tarafından kurşunlanacaktı.
Bu bilgiyi okul öğrencileriyle paylaşmak infiale sebep olup amaç gerçekleşmeyebilirdi. O hâlde, otobüslerin güvenliği tarafımızca temin edilmeliydi.
Bu amaçla okul arkadaşım ve ülküdaşım, aynı zamanda hemşehrim olan Ö. Faruk Şanlı’nın Ankara’da epeyce meşhur olan arabasını da alıp otobüslerin çevresinde hareket ederek, olabilecek bir saldırıya karşılık verip bertaraf edebileceğimiz kanaatine vardım. Bu amaçla; araç kullanımından ve direksiyonundan, ayrıca beraber olduğum bazı olaylarda nasıl davrandığını bilip emin olduğum Aydın Kalıpçı arabayı kullanmalıydı. Yine yüreğinden ve bileğinden, ayrıca sıkı ağızlı olmalarından dolayı; Bekir Atalay, Haluk Gökçe ve Bekir Özkan benimle arabada olmalı idi. Ö. Faruk Şanlı da öndeki otobüste olmalı ve bizden gelen işaretlere göre araçları yönlendirmeliydi.
Gezi günü bu şekilde organize olup gerekli hazırlıklarımızla beraber otobüsleri izlemeye başladık. Otobüslere yaklaşan araçları gözaltında tutarak Ankara şehir sınırlarını çıktık. Herhangi bir saldırı olmadığından Canan kaynaklı haberin yalan olduğunu konuşa konuşa Abant’a ulaştık.
Yakın illerde ve çevrelerde ne kadar okul varsa, onların sol grupları Abant’a gezi düzenlemişler, Abant, öğrenci gruplarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Bizim gezi grubumuz kendi âleminde etrafı gezerken, biz yine dikkatli ve gergin durumda, çeşmeye yakın yerlerimizi alarak beklemeye başladık. Sol gruplar gayet rahat bir şekilde marşlar söyleyerek etrafta dolaşırken, ister istemez aramızda gerginlik oldu. Gerginlik sonucu büyük bir olay olmasa da bizden rahatsızlık duyarak gezilerini kısa kesip Abant’ı terk ettiler. Eğer bilselerdi, iki otobüs dolusu öğrenci grubunun içinde bir avuç ülkücü olduğumuzu, herhâlde bizi bir kaşık suda boğarlardı.
Öğle vakti bir arabayla tanımadığımız üç arkadaş gelip DTCF’lileri sordu. Kısa bir sorgulamadan sonra, mesleklerinin imamlık olduğunu ve Bolu Ülkü Ocakları mensubu olduklarını söylediler. Bizi neden aradıklarını sorduğumuzda ise; gezi otobüslerimizin sol militanlarca saldırıya uğrayacağı istihbaratını aldıklarını söylediler. Ben de durumdan haberdar olduğumuzu, hazırlığımızın tam olduğunu, endişe etmelerine gerek olmadığını söyleyerek, Bolu’ya dönmelerini söyledim ve gittiler.
İki ayrı yerden aynı konuda istihbarat almamız, işin çok ciddi olduğunu ortaya koyuyordu. Sorumluluğumuzun büyüklüğü, ister istemez bizim de geziyi erken bitirmemiz gerektiğini ortaya koyuyordu. Arkadaşlarla durum değerlendirmesi yaparken, peş peşe 4-5 araba bize yakın bir yere gelerek durdular. Arabaların bazılarının plakaları çıkarılmış hâldeydi. Gelen insanlardan üç kişi, arabadan inerek yavaş, ama tedirgin adımlarla, bizim taraftaki çeşmeye doğru yürümeye başladılar. Çeşmeye geldiklerinde gözleri bizim üzerimizde iken, oturduğum yerden kalkarak bu insanlara doğru yürümeye başladım. Gözüm üzerlerinde olduğundan heyecanlarını ve tedirginliklerini görebiliyordum. Tekrar arabalarına döndüler ve beklemeye devam ettiler. Durumun ciddiyeti ortada idi. Hemen birkaç arkadaşımı görevlendirerek; Bolu’yu da gezeceğimiz bahanesiyle erken hareket için toplanılması gerektiğini söyleyip grubu derhal toplamalarını söyledim. Arkadaşlarımız, gezi sorumlularını bularak, Bolu’yu gezeceğimizi söyleyip grubun toplanmasını temin ettiler. Grup otobüslere binerken bizler, tetikte olarak bekleyen arabaları göz hapsinde tutuyorduk. Otobüsler hareket ettiler, ama bekleyen arabalarda hiç hareket olmadı. Biz de beklemeye devam ettik. Okuldaki sinir harbinden epeyce tecrübemiz vardı ve sakin görünmeye çalışıyorduk. Epey bekledikten sonra biz, temkinli bir hâlde arabamıza bindik ve oldukça yavaş, ama tetikte olarak hareket ettik. Aynı yavaşlıkta arabaların yanından geçtik, fakat yine bir hareketlenme göremedik. Yolumuza devam etmeye başladığımızda peşimizden gelen herhangi bir araba da göremedik. Abant’ı terk edip, zikzaklı yoldan İstanbul yoluna doğru giderken, su içmek için bir çeşmede durduk. Tam su içiyordum ki, bekleyen arabaların gerimizde bıraktığımız burundan, çok süratli bir şekilde çıkıp bizi fark edene kadar önümüzdeki burnu dolandıklarını gördük. Derhal arabamıza bindik ve çok yavaş bir şekilde hareket ettik. Aydın’a çok yavaş gitmesini söyledim. Bu hâlde ilerimizdeki burnu döndüğümüzde, geçen arabaların peş peşe durduklarını ve arabalardan bazı insanların indiğini, bazılarının ise inmeye devam ettiklerini gördük. İnen insanların bazılarının ellerinde sopalar, bazılarının ise silahlar olduğunu fark ettik. Bizim durmamız için işaret ediyorlardı. Aydın’a sürekli yavaş yavaş diyerek, karşıda duracağımız kanaatini vermeye çalıştım. Tam duracağımıza emin olduklarında, Aydın’a çok süratlenmesini söyledim. Ö. Faruk Şanlı’nın arabası Ford Granada marka oldukça güçlü bir araba idi. Duracak gibi yavaşlayan araba birden ok gibi fırladı. Stabilize olan yolda, toz duman içinde uçan arabaya isabet edip ses çıkaran nesnelerin ne olduğunu gürültüden anlamak mümkün değildi. Epeyce yol aralandıktan sonra durduk ve içimizden bir arkadaşımız geriye doğru 3-5 el ateş ettiğinde, insanların dereye doğru çalılık ormanın içine yuvarlandıklarını görüyordum. Otobüslerin Bolu’ya uğrayacakları, bu durumda polise yakalanma ihtimalimizin olduğunu düşündüğümden, arkadaşlarıma derhal hareket etmemiz gerektiğini söyledim. Çok süratli bir şekilde İstanbul yoluna doğru gidiyorduk. Abant yolunun İstanbul yoluna dirsek yaparak yaklaştığı bir noktada, otobüslere ulaştık. Otobüsteki Ö. Faruk Şanlı’ya; Bolu’ya girmeden yola devam etmelerini sıkı sıkı tembih ederek, aynı süratle yolumuza devam ettik. Kargasekmez denilen virajlı inişten indikten sonra Kızılcahamam’a yakın bir noktada durup, elimizi yüzümüzü yıkayarak sakinleşmeye çalıştık. Arabanın ön koltuğunda oturan Bekir Atalay’ın uzun süre aynı noktaya baktığını fark ettiğimde, süratten etkilendiğini düşündüm. Biraz istirahat ederek rahatladıktan ve arabanın tampon ile bagaj kısımlarının delik deşik olduğunu tespit ettikten sonra, yolumuza devam edip Ankara’ya ulaştık. Allah’a hamdolsun ki hiçbir arkadaşımıza sıkıntı gelmedi.
Bir gün sonra rahmetli Muhsin Başkan’a, gezi ile ilgili bilgileri aktardım. Bana bundan kimseye bahsetmememizi, aksi takdirde yukarının kulağına gittiğinde benim de kendisinin de zor durumda kalacağımızı söyledi. Bütün bunlardan sonra arabanın yapımı için kendisinden yardım istedim. Ben sana söyledim, ama dinlemedin demesine rağmen yine de bir miktar yardım sağladı. Zar zor araba tamiri yapıldı, ama boyasına paramız yetişmediğinden uzun süre macun damasıyla kaldı.
Yorum bulunmamaktadır.