İnsanın bütün hayatı önce kendini, sonra da evreni keşfetmekle geçiyor. Her yaşta, herhangi bir yeteneğin farkına varılabilir. Dolayısıyla 80 yaşında bir koca, karşımıza bambaşka bir yönü, yeteneği ile çıkabilir. Bizim Yunus, “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir…” “Kendini bilmek” diye özetlenen hal bu. Kendini, yeteneklerini bilen insan, dünyayı da daha iyi tanıyabiliyor. Elbette bazı yeteneklerimizin şahsen farkına varabiliriz ancak tam zamanında, bütün yeteneklerimizin farkına varmak; bilmek de kolay değil. Çünkü kalıtım, çevre, eğitim, öğretim süreçlerimizi, dışarıdan bir göz gibi bir bütün olarak görebilmemiz imkânsız. Bu yüzden her insanın hayatı boyunca yeteneklerini keşfetmesine yardımcı olunması gerekiyor. Kimler, niçin, nasıl yardımcı olabilir ki?
Hepimiz dünyaya belli görevlerle gönderildik. Doğduğumuzda görevlerimizi bilmiyorduk. Zamanı gelince yapmamız gereken görevleri omuzluyor, bunları yerine getirip zamanı gelince de hayat sahnesinden çekiliyoruz. Görevlerimiz için donatılıyor, eğitiliyoruz. Bilmediğimiz şu: “Biz şu anda yaptığımız şeyleri yapmak için mi gönderildik, yoksa yapabileceğimiz, bize biçilen başka görevler ve bizde bu görevleri yapabilecek yetenek var da biz mi henüz keşfedemedik?” Nice yetenekler heba olup gidiyor. Mühendis olacak hırsız oluyor; doktorlar kasap, hırsızlar memur… Çalıştığı alanda yeteneklerinin çok azını kullanabilen kişiler olduğu gibi, yapabileceğinin kat kat fazlasını omuzlamış insanlar da var. Çoğu insanın ise çalıştığı işlerinden, üstlendiği görevlerden hoşlanmadığını görüyoruz. Bunun sebebinin yeteneklerin aile, okul, toplum tarafından zamanında tespit edilememesi olduğunu düşünüyorum.
En çok bir anne baba çocuğunun yeteneklerine pürdikkat kesilir. Ancak tespit edebilmeleri aldıkları eğitimleri ile görebildikleri kadardır. Sırada okul var ama yeteneğin zamanında keşfedilmesinin derdinde olmayan bir eğitim sistemine sahibiz. Hâlbuki öğretmenlerimizin içinde pırıl pırıl kişiler var. Mesela tarih öğretmenim Hasan Rifat Ekici’nin “Okuyor musun, ne okuyorsun?” cümlesi hayatımın dönüm noktası olmuştur. Onların şahsi çabaları olmasa halimiz nice olurdu?
Sara Colangelo‘nun “Anaokulu Öğretmeni” filminde öğretmen öğrencisinin babasına ulaşamayınca amcasına ulaşıyor ve şunları söylüyor: “Yeğeniniz şiir yazıyor. Böyle bir yeteneğin nadir olduğunu anlayabiliyorum. Yani ben yirmi yıldır anaokulu öğretmeniyim. Daha önce böyle bir yetenek görmedim. Onu desteklemek ve korumak istiyorum. Yetenek çok kırılgan ve nadir bir şeydir. Toplumumuz bunu yok etmek için elinden geleni yapıyor. Dört beş yaşındayken bile okula telefona bağımlı bir şekilde geliyorlar. Sadece televizyon programları ve oyun videoları hakkında konuşuyorlar. Çok materyalist bir toplum. Sanat dili gözlemi desteklemiyor. Çocuklarım harika ama okumayı sevmiyorlar. Bunun gördüğümüzden daha büyük bir yara olduğunu görebiliyorum. Merak eksikliği, hayal eksikliği şiirin kimsenin hayatında bir yeri yok…” Keşke okullarımızı böyle öğretmenlerle donatabilsek.
Bir öğretmen her gün bir öğrencisine sadece birkaç dakikasını ayırarak bir şeyler söylese, onun kendisini, yeteneklerini tanımasına yardımcı olsa, öğrencisinde fark ettiği yeteneği parlatmaya çalışsa, neler olur bilir misiniz? Biz neler yapmazdık. Sadece Kur’an’ı değil, Allah’ın evren kitabındaki ayetlerini tek tek çözer, galaksilerde cirit atardık. Bir yanardağ iki türlü yanarmış. Püskürerek ya da lav akıtarak. Nice yetenekler var ki keşfedilmediği için püsküremiyor. Püskürebilmek için keşfedilmeyi ya da teşvik edilmeyi bekliyoruz. Bizi harekete geçirecek olağanüstü bir itici güce ihtiyacımız var.
Peki ya toplum; Devlet’in diğer kurumları? Sivil toplum kuruluşlarımız? Onlar yeteneğin peşindeler mi? Olmadıkları içindir ki her nesildeki yetenekli gençlerimizi birileri devşiriyor. Siz yetenekli kişileri ortaya çıkaracak, dâhileri keşfedecek bir yeni düzen kurmazsanız bu kaçınılmazdır. Özellikle kendisini görevli hisseden kişi, kurum ve kuruluşlarımız; yetenek avcısı mısınız?
Kaynak: Günboyu
Yorum bulunmamaktadır.